Ya Hayır Konuş Ya Da Sus!

بسم الله الرحمن الرحيم Şunu bil ki dilin tehlikesi büyüktür ve kurtuluş da ancak sükûttadır. Bu yüzden şeriatımız sükût etmeyi övmüş ve buna teşvik etmiştir. Nitekim Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Sükût eden kurtulmuştur.” [1] Yine hepimizin bilmiş olduğu başka bir hadis-i şerifinde Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İki çenesi ile bacakları arasında olan hususta bana söz verir kefil olursa, ben de onun cennete girmesine kefil olurum.” [2] Süfyan bin Abdullah (radiyallahu anhu) Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e; “Bana iyice bağlanacağım bir nasihatte bulun” deyince Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) “Rabbim Allah de; sonra istikamet et!” buyurdu. Abdullah, “Benim için en çok korktuğun şey nedir?” diye sorunca, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dilini göstererek “İşte budur.” buyurdu.[3] Yine Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse ya hayır söylesin ya da sussun.” [4] Sükûtta selamet vardır. Sükûtta aklını başına almak vardır. Sükûtta vakar vardır. Sükûtta fikir, zikir ve ibadet için huzur vardır. Sükûtta, dünyada dedikodulardan, ahirette de bunların hesabını vermekten selamette olmak vardır. Kişinin hallerinin en güzeli; gıybet, nemime, yalan, riya, cidal ve benzeri sözlerden korunarak kendisine ve başkasına faydası olan sözlerle meşgul olmasıdır. Eğer kişi muhtaç olmadığı lüzumsuz sözlerle meşgul olursa bu suretle hem zamanını öldürür hem de dilin ameli üzerine hesaba çekilir. Hâlbuki kul bu zamanı Allah’ın azameti ve yarattıkları üzerinde düşünmeye sarf etse veya tehlil, zikir ve tesbih etmekle değerlendirse onun için daha hayırlı olur. Çünkü kişinin en değerli sermayesi vakitleridir. Bunları boş yere harcamak ve ahiret için bir sevap hazırlamamak ona sermayeyi iflas ettirir. Bunun için Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Boş ve faydasız işleri terk etmek, kişinin İslam’ının güzelliğindendir.” [5] Ebu Bekir (radiyallahu anhu) konuşmamak için ağzında çakıl taşı saklardı. Eli ile dilini gösterir ve “Başıma gelen felaketler bundan gelmiştir.” derdi. Mücahid’den rivayetle İbn-i Abbas şöyle demiştir: “Beş şey vardır ki bunlar eyerlenmiş binit için bekletilen bir Arap atından benim için daha sevimlidir.” Daha sonra bu beş şeyi anlattı: “Üzerine elzem olmayan ve sana faydası dokunmayan şeylerde konuşma; zira bu fuzuli bir iştir, zararından emin değilsin. Yerini bulmadıkça lüzumlu olan sözü de konuşma. Çok kere faydalı söz yerini bulmaz da kaybolur gider. Ne halim ne de sefih, ahmak kimselerle mücadele etme. Çünkü halim kalbinden sana buğz eder, ahmak ve adi kimseler dili ile sana eziyet ederler. Tanıdığın bir kimse yanından ayrıldığı zaman, onun ayrı bir yerde seni nasıl anlamasını istersen, sen de onu öyle an. Sen, affedilmeni istediğin hususlarda, onu da affet. Kardeşinin sana ne şekilde muamele etmesini istersen, sen de ona o şekilde muamele et. Suçlu olarak yakalanıp ihsan ile mücazat görenin ameli gibi amel et.” Üzerine elzem olmayan şeyleri başkasından sormak da bir malayanidir. Çünkü kişi bunu sormakla zamanını kaybeder. Aynı zamanda sorduğu kişiden cevap istemekle de zaman kaybeder. Zararın bu kadarı sorulan soruda afet olmadığı zamandır. Hâlbuki soruların çoğunda afet vardır. Örneğin, adama tutar da yaptığı ibadetten sorarsan ve “Oruçlu musun?” dersen, adam da “Evet, oruçluyum.” derse ibadetine riya karışmış olabilir. Şayet riya karışmazsa gizlilik ehemmiyetini kaybetmiş olur. Hâlbuki gizli ibadetler aşikâr ibadetlerden kat kat üstündür. Şayet oruçlu olduğu hâlde değilim, derse bu sefer yalan söylemiş olur. Sorduğun soruyu cevapsız bırakırsa sana hakaret etmiş olur. Şayet kaçamaklı cevaplar verecekse, bunun için de çareler aramakla yorulmuş olur. Demek ki adama ibadeti hususunda sorduğun bir soru ile onu riyaya veya yalana veya seni tahkire veyahut da bir sürü zahmete sokmuş olursun. İşte bu veya bunun benzeri, zarar olmayan, gizliliği açığa çıkarmaya sebep de olmayan, insanı riya ve yalana sürükleyen sorular malayani ve boş sözlerdir. Bunları terk etmek kişinin İslam’ının güzelliğindendir. Malayaninin sebebi, kişinin muhtaç olmadığı şeyleri bilmeye olan iştiyakı, tatlı sohbetlerle ve faydasız hikâyelerle zaman öldürmesidir. Bütün bunların tedavisi ve bunlardan kurtuluş çareleri; kişinin, ölümün gözü ile kaşı arasında olduğunu, ağzından çıkan her kelimeden mesul olduğunu, nefeslerinin kendisine sermaye olduğunu bilmesinden geçer. İlim bakımından ilacı budur. Bunları bilip ona göre diline hâkim olması gerekir. Amel yönünden tedavisi, dilini korumak için yapılacak şey, Ebu Bekir (radiyallahu anhu) gibi ağzında bir şey taşımak, hatta lüzumlu şeylerde bile susmaya çalışmaktır. Yalnız olmayanların bu şekilde dillerine hâkim olmaları gerçekten çok zordur. Son olarak Rabbimizin şu buyruğuyla yazımızı sonlandıralım: “İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” [6] [1] Tirmizi [2] Buhari Rikak 23 [3] Müslim; Tirmizi [4] Buhari 13/6099; Müslim 75/47; İbn-i Mace 3971 [5] Tirmizi, Zühd 11 [6] Kaf Sûresi 18 Zekeriya Ahmed


İslam Tarihi
EDİTÖRÜN SEÇİMİ
beyazminare
Kesada Uğramasından Korktuğunuz Ticaretiniz … !
  Gündemde bir süredir var olan mesele, Gazze Şeridi'ndeki yaklaşık 2.5 milyon Filistinliye karşı çağın en korkunç katliamlarından birine girişmiş olan İsrail ile halen devam eden ticari ilişkiler. Malumunuzdur, Siyonist şebekenin katliamlarına rağmen dünya genelinde gerek devletler gerekse özel şirketler bazında İsrail ile ticaret hızla devam ediyor. İsrail'e mühimmatlar, silahlar ve silah parçalarının yanı sıra diğer ticaret malları da gönderiliyor. İthalat ve ihracat eski seyrini izliyor. Özellikle ABD'nin başını çektiği Batılı devletler İsrail'e yoğun miktarda silah gönderirken dünyanın diğer ülkelerinden de İsrail'e çeşitli mallar, ham maddeler ve fosil yakıtlar sevk ediliyor. Açıkçası ben, hedefine kazancın maksimize edilmesini koyan ve bu uğurda hiçbir ilke tanımayan modern iktisadi insan modelini temel alan hiçbir kişi veya kuruluştan bundan başka bir tavır beklemiyordum. Zihniyeti tamamen sekülerleşen, tamamıyla çıkarlarına odaklanan, güçlü olmayı haklı olmak olarak gören ve güçlenmek için her türlü insani değeri yok sayan "modern insanlar", "modern şirketler" ve "modern devletler" bundan başka bir tavır gösterecek değildi. Bu ticaretin özel şirketlerce yapıldığı, devletleri bağlamadığı gibi düşünceler de dile getiriliyor elbette. Ancak bu durumun, devletlerin ve şirketlerin tamamen ayrışmış olduğu modern öncesi iktisadi düzenlerin zamanında kaldığı hususuna girerek sizleri sıkmayacağım. Velhasıl, modern zihniyete intisap etmiş insanların, şirketlerin, devletlerin çıkıp da İsrail'e abluka uygulaması, Filistin'de susuz, gıdasız ve ilaçsız bırakılan 2.5 milyon Müslümanın yardımına koşması beklenemezdi elbette. Dini inancı veya dünya görüşü ne olursa olsun, dini ve insani tüm değerleri çıkarları için yok sayan bu zihniyeti benimseyen her tür insanın tavrı da bu olacaktı kuşkusuz. Kendini Müslüman olarak niteleyenler dahi bu faizci, kapitalist, demokratik, sömürge düzenine itaat ettiğinden, dinlerin ve inançların neyi gerektirdiğinin bir ehemmiyeti olmadı. Yazık ki Türkiye'den de İsrail'e yönelik ticaret devam etti. Türkiye merkezli şirketlerden İsrail'e 2023 yılı boyunca yaklaşık 5 milyar dolar ihracat yapıldı. Bu miktar sadece 2023 yılı Kasım ayında 320 milyon dolar tutarındaydı. Bu noktada kabahati şunda bunda aramaya pek de lüzum olmadığına inanıyorum. Bir kabahat varsa o da her türden değeri gücün ve dolayısıyla paranın gerisine koyan modern zihniyette ve bu zihniyeti benimsemekte beis görmeyen herkestedir. Açıkçası, bilhassa ABD ve İsrail'in dünyadaki hiçbir devlet gibi görülemeyeceği, bunların Müslümanları hedef alan birer katliam şebekesi olduğu kanaatine sahibim. Hassaten İsrail'in bu konudaki pozisyonu ve Müslümanların topraklarındaki bir ileri karakol oluşu, Siyonist şebekeyle ilişki kurmayı daha da anormal bir hale sokuyor. İsrail ile ilişki kuranlar ve ticaret yapanlar geçmişte kendilerini aklamak gibi bir derde sahip değillerdi, zira büyük ölçüde onlarla aynı dünya görüşlerini benimsiyorlardı. Ama bugün bazı kesimlerin İsrail ile ticaret konusunda kendilerini ve halk kitlelerini, bu yapılanın kötü olmadığına, buna mecbur kalındığına veya bunun iyi bir şey olduğuna iknaya çalıştıklarını görüyoruz. Bir de sanki Siyonist şebekenin tüm katliamları 7 Ekim'de başlamış, bunun öncesinde hiçbir katliam, hiçbir tehcir yaşanmamış gibi davranılması meselesi var. Oysa Siyonistler 100 yılı aşkın süredir bölgede Müslüman öldürüyorlar. Bu gerçek göz önüne alındığında, herhangi bir insan İsrail ile ticaretini sürdürmenin bu katliamlarda pay sahibi olmak anlamına geldiğini göremiyor mu? Bir şişe kola satın almaktan değil, on binlerce doları doğrudan İsrail ekonomisine sokmaktan ve İsrail'in ihtiyaç duyduğu malları ona ulaştırmaktan söz ediyoruz. Allah azze ve celle şöyle buyuruyor: "De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaretiniz, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez." (Tevbe, 24) Ahmed bin Hanbel'e düşmanla ticaretin caiz olup olmadığı sorulduğunda ise şöyle cevap vermiştir: "Müslümanlara karşı güç kazanacak kişilerle alım-satım yapılmamalıdır."  (Mesailu Ahmed b. Hanbel, II: 103) İzzeddin ibn Abdusselam, kendisine "Haçlılara elbise dikersem zulme ortak olur muyum?" diye soran bir terziye şu yanıtı vermiştir: "Hayır, sen zulümlerine ortak olmazsın. Sana iğne iplik satan zulme ortak olur, sen zalimin ta kendisi olursun." (Nuveyri, Nihayetu'l Ereb, 29: 278) "Hangi çağda yaşıyoruz? O devirler geçti." diyenleri duyar gibiyim. O devirlerin geçtiğini, paramparça olmuş evlatlarının parçalarını enkazlardan toplamaya çalışan babalara veya dünyanın tüm askeri güçlerine aynı anda karşı koyabilen Müslüman erlere anlatmanızı tavsiye ederim. Mahmut Cemil İnce
1 hafta önce
beyazminare
İrancı Olmak !
  İslâm dünyası içinde günümüzde kabaca yüzde 15’lik bir azınlığı teşkil eden Şiîlik inancı, 1979’dan sonra İran yönetiminin resmî ideolojisine ve bütün dış politika hamlelerindeki en temel motivasyona  dönüştürüldü. Esas hedef olarak Müslüman coğrafyayı seçen İran devlet aklı, Şiîliği yayarak kendi dinî ve siyasî hâkimiyet alanını genişletme projesini uygulamaya koyarken, Sünnî çoğunlukla temasını özellikle şu iki kanal üzerinden sağladı:  1) Ehl-i Beyt sevgisi,  2) Filistin davası. Öyle ya, Ehl-i Beyt’i kim sevmezdi? Filistin, hepimizin davası değil miydi? Nihayetinde, dillere pelesenk edilen “vahdet” sözcüğünün de sihirli etkisiyle, kitleler akın akın İran hayranlığına sürüklendi. İran’ın ince ince dokuduğu ve temellerini sağlamlaştırmak için her türlü imkânını seferber ettiği bu sürecin kilit taşını “Büyük Şeytan” olarak nitelenen ABD’ye düşmanlık oluşturdu. İngiltere ve Fransa başta olmak üzere, dünyanın diğer emperyalist ülkelerini hiçbir şekilde düşmanlık denklemine sokmayan İran, böylece kitlelerin öfkesini tamamen Amerikan emperyalizmine çevirerek kendi duruşunu tahkim etti. Silah ticaretinin akışını sürdürmek, Ortadoğu’daki müttefiklerini yanında tutmak ve kendi politikalarını sağlama almak, tüm bunları yaparken de İslâm dünyası içindeki bölünmeleri körükleyecek bir fırsatı elinde bulundurmak için bu dekoru son derece kullanışlı bulan Beyaz Saray, böylece İran yönetimiyle örtülü bir işbirliğine girişti. İran-Irak Savaşı sırasında kapalı kapılar ardında sürdürülen ve ABD Başkanı Ronald Reagan döneminin en ciddi politik skandallarından biriyle (“İran-Kontra Skandalı”) ifşa olan söz konusu işbirliği, Afganistan ve Irak’ın işgallerinde açıktan yardımlaşmaya ve paslaşmaya dönüştü. Kitleler gözü kapalı biçimde İran hayranlığına savrulurken, İran devlet aklı, hâkimiyet kurduğu bütün bölgelerde İslâm’ın ilk asırlarından beri Şia’nın bayraktarlığını yaptığı bütün tarihî kinleri ve kanlı davaları yeniden diriltti. Milyonlar sözde “Amerikan düşmanlığı” ile afyonlanırken, Müslümanların tarih ve coğrafya algısıyla tamamen oynayan yeni bir din dili, İslâm coğrafyasının kadîm şehirlerinde fanatizmi, kardeş kavgasını, düşmanlığı, mezhep savaşlarını ve sahabeye sövgü ve hakaret geleneklerini yeniden hortlattı. Bugün Şam’a, Halep’e, San’a’ya, Bağdat’a, Beyrut’a bakın, söylediğim şeylerin en canlı misallerini gözlerinizle göreceksiniz. Türkiye’den bakarak ve yaşanan acı hakikatlerden tamamen uzak kalarak İran’a romantik bir sempati duymak çok kolay. Sahaya indiğinizde ise, “vahdet” denen şeyin, aslında dinî ve tarihî kimliğinizden tamamen soyunarak, isteyerek veya zorla Şiîlik içinde erimekten ibaret olduğunu fark edeceksiniz. İran devlet aklı, İslâm coğrafyasında Şiî mezhepçiliğinin kök salması projesini uygulamaya koyarken, karşısında en büyük engel olarak her zaman Türkiye’yi görür. İran, Türkiye’ye karşı her zaman tetiktedir, buraları hiç ihmal etmez, siyasî ve dinî lobicilik için muazzam bütçeler ayırır, beynini yıkadığı kişi ve kurumları ustaca kullanır, Türkiye kamuoyunu kendi amaçları uğruna istismar etmek için gizli açık hiçbir fırsatı kaçırmaz. Böylece kendi devletine ve milletine söverken, İran’ı ölçüsüzce öven ve Tahran’dan fısıldanan her şeye sorgusuz sualsiz kapılıp giden bir taban oluşturur. Arap dünyasında ise, şu anda kitleyi hareketlendirecek ve İran’a karşı organize edecek herhangi bir siyasî veya ideolojik yapılanma bulunmuyor. Müslüman Kardeşler Teşkilâtı’nın trajik serencâmı, en fazla alkışı Tahran’dan aldı. Arap rejimleri kendi istikballeri için İhvân’ın kökünü kazımaya odaklanırken, aslında İran’a Arap coğrafyasında geniş bir alan açmış oldular. Tarih, bunu acı acı yazacaktır.  Tüm bu arka plan eşliğinde, Türkiye’de yaşayan bir Müslümanın “İrancı” olabilmesi için ne lazım gelir, soralım: Ya İran’a ve bölgemizde yaşananlara dair hiçbir şey bilmiyorsunuzdur. Ya iç siyasette kendinize belirlediğiniz pozisyon gereği, içerideki bazı aktörlere karşı kin ve nefretiniz gözünüzü kör etmiştir. Ya ideolojik ve dinî açıdan İran’ın çizgisindesinizdir. Ya da İran tarafından yemleniyor ve fonlanıyorsunuzdur. Öbür türlü, yabancı bir devletin ajandasına asker yazılmanın mantığını anlamak mümkün değildir. Bu çerçevede, İran’ın Müslüman dünyanın önüne “kahraman” olarak koyduğu bir isim var: Kâsım Süleymanî. Taha Kılınç
2 hafta önce
beyazminare
İslam’ın Sana İhtiyacı Var !
 بِسْــــــــــــــــــــــمِ ﷲِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيم Bu zamanlar çokça af dileme, çokça Allah'a yönelme, çokça tövbe etme ve Allah azze ve celle'den çokça merhamet dileme zamanlarıdır. Müslümanlar için dualarınızı artırın. Sevgili kardeşim: Bu belayı görüyorsun. İslam'la herkesin nasıl savaştığını, bunun için paralar harcandığını, anlaşmalar yapıldığını, toplantılar yapıldığını ve dinle savaşmak için fikirlerin bir araya geldiğini görüyorsun. Tesettürle savaşlarına bakın. Kadınlara karşı savaşlarına bakın. Temizliğe ve iffete karşı savaşlarına bakın. Dine karşı ve şeriata bağlılığa karşı savaşlarına bakın. Mücahitlere karşı savaşlarına bakın. İslam'ı istemiyorlar. Öyleyse bu zaman, mustazaflara yardım etmesi için Allah'tan yardım dileme zamanıdır. Sevgili kardeşim... Sen evinde yaşarken ve bu sözleri duyarken, işkence gören kardeşlerinin olduğunu ve ailelerini ya da çocuklarını göremediklerini aklına getir. Bu insanları hatırlaman, onları esaretten kurtarması ve ailelerine geri döndürmesi için Allah'a sadık bir kalple dua etmen gerekir. Belaya uğrayanları hatırlamak... Müslüman olmanın manası nedir? "Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz." kelamını yaşamak ne demektir? Bu kelam neden çoğul formdadır? Zira sen bir ümmetle beraber yaşıyorsun, bir ümmetle beraber namaz kılıyorsun, bir ümmete zekat veriyorsun, bir ümmetle beraber hac yapıyorsun, ümmetle bir alakan var. "İman edip hicret etmeyenlere gelince, hicret edinceye kadar, onların velayetleri size ait değildir." Bu bir ümmetin ilişkisidir, bu ümmetle etkileşim içinde olman gerekir. Başkalarının işleri için uğraşan, silik bir kişi olma. Sadece eşyaya, dünyaya, mal edinmeye veya şahsi itibara odaklanma. Bu dinin senin gibi adamlara ihtiyacı var. Kur'an ile Allah tarafından muhatap alınıyorsun. Sen sensin, Kur'an'ın sana değil de başkalarına hitap ettiğini zannedersen, bu seninle Allah arasında bir perde olur. Kur'an'dan istifade edemezsin, salihlerden olamazsın, ilklerden olamazsın. Sen büyük işler yapabilirsin, birçok şey yapabilirsin. Allah'ın sana olan çağrısından dolayı büyüksün: "Ey iman edenler!" Allah'ın sana olan bu hitabı büyük bir hitaptır. Bu sebeple bu dinin seni beklediğini bil. Allah'ın sende kendisine kulluğu, O'na kulluk ettiğini, O'ndan sakındığını, O'na karşı samimi olduğunu, kalbini O'na adadığını görmeyi istediğini bil. Bu nedenle Müslümanların ahvaline de bakman gerekir. Ülkeleri zikretmek istemiyorum, haritaya bakabilirsin. Ehl-i İslam'ın, Ehl-i Sünnet'in uğradığı belalara bir bak. Bak! Hiçbir Müslümanın zuhur etmesine izin vermiyorlar. Herhangi bir Müslümanın yükseldiği görülünce hemen onu öldürüp yok ediyorlar. (Bir de) şu sapkınlık ehline bak! Dalalet üzere olan önderleri onlar için kalkıyor, onları pazarlıyor, onlar için yol açıyor, onlar için televizyonlar açıyor, hediyeler ve ödüller veriyorlar. Ehl-i Sünnet'e gelince... Onlara karşı savaşılır ve hapsedilirler. Onların hevalarına muhalefet ettiklerini hissettikleri anda düşman kesilirler. Ve sadece hevaları uğruna düşmanlık etmezler, dini için düşmanlık ederler. Bir Müslüman ile düşmanları arasındaki husumet, din hususundaki bir husumettir. Yönetenin kim olduğu, kime ibadet edileceği ve kime itaat edileceği hususundaki bir husumettir. Bu artık senin seçimidir. Buna dikkat etmek sana düşer. Allah'tan bana ve sana kendisine itaat etme konusunda muvaffakiyet vermesini niyaz ediyorum. Şeyh Ebu Katade El Filistin-i hafizullah
2 hafta önce
beyazminare
Müslümanlar İçin Gerçek Mağlubiyet Nedir?
 Mağlubiyet ne anlama gelir? Mağlubiyet öldürülmek değildir. Öyleyse ne anlama gelir? Bugün yaşamakta olduğumuz çatışma esasen gerçek savaşlara dönüşen bir fikir çatışmasıdır. Çatışmanın özünde fikir çatışması vardır. Dolayısıyla eğer bir kişi fikirlerinden vazgeçerse, bu mağlubiyettir. Mağlubiyetin 8 biçimi vardır: 1. Kâfirlerin yolunu takip etmek Şu ayette birinci mağlubiyet biçiminden bahsedilmektedir: "Sen onların milletlerine (dinlerine) uyuncaya kadar Yahudi ve Hıristiyanlar senden asla hoşnut olmayacaktır. (Resûlüm!) Onlara de ki: 'Allah’ın hidayeti (olan İslâm) doğru yolun ta kendisidir.' Sana gelen bunca ilimden sonra eğer onların hevalarına uyarsan, artık senin için Allah'tan yana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır." (Bakara, 120) Burada yenilgi nedir? Onlar gibi olmaktır. Eğer onlardan biri olursanız, o zaman Allah'ın benzer bir başka ayette söylediği gibi zalimlerden biri olursunuz. Ayrıca Allah, kendisine karşı ne bir yardımcınız ne de bir koruyucunuz olacağını söylemektedir. Eğer bir kişi Müslüman ise ve Modernizm, Laiklik, Komünizm vb. gibi başka bir yaşam tarzını takip ediyorsa, kısmi de olsa yenilmiştir. Bu yaşam tarzı içinde büyük bir statü, zenginlik ve güç kazanmış olsalar bile bu böyledir. Neden? Çünkü bu Allah'ın dininden taviz vermektir. Örneğin bir Müslüman gayrimüslim bir ülkede ezici bir çoğunlukla seçimi kazanırsa, bu zafer değil mağlubiyettir. Mağlubiyettir çünkü ister büyük ister küçük olsun dininizden vazgeçmişsinizdir. Mesele sizin iktidara gelmeniz değildir, mesele Allah'ın kanunlarının ve O'nun dininin iktidara gelmesidir. Onların yolundan gitmek, bunu alenen ilan etmek anlamına gelmez, çünkü bu nadir görülen bir durumdur. Ayet bunu açıkça ilan etmekten bahsetmemekte, daha ziyade onların yolundan gitmeyi ima etmektedir. Eğer eylemleriniz ve sözleriniz onlarla paralellik gösteriyorsa, o zaman onları takip ediyorsunuz demektir. Ayette Yahudiler ve Hristiyanlar deniyor. Peki ya bizatihi Yahudiler ve Hristiyanlar kendi dinlerine uymuyorlarsa? Ayette "onların yoluna uyuncaya kadar" deniyor, "dinlerine" değil. (Ayetin Arapça aslında 'din' değil 'millet' -yol- kelimesi kullanılmaktadır-mütercim) Eğer bugün onların yolu kutsal kitaplarını görmezden gelmek, hevalarına ve çoğunluğun hükmüne uymaksa, o zaman kast edilen budur. Eğer laikliği takip ediyor, dinin kurallarını göz ardı ediyor ve bunun yerine insan yapımı yasaları takip ediyorlarsa, o zaman bu onların yoludur. Dolayısıyla bu ille de boynunuza bir haç asmanız gerektiği anlamına gelmez. Batı'da dinlerini çok değiştirdiler. Ayrıca liderleri de din konusunda samimi değiller. Onlar aslında zenginlik, güç ve aç gözlülüğün peşindeler. Ayet onların yolunu benimsemekten bahsediyor. Demokrasiyi teşvik etmek onların yolunu takip etmektir. Laikliği teşvik etmek onların yolunu takip etmektir. Kâfir olmanın ille de bunu açıktan ilan etmeyi gerektirmediğinin kanıtı şudur: Biz imanı ne olarak tanımlıyoruz? Biz onu kalpteki inanç ile sözler ve eylemler olarak tanımlıyoruz. Yani eylemler imanın bir parçasıdır. Küfür için de aynı şey geçerlidir. Bu kalpteki inanç olabilir. Sözler olabilir. Ve eylemler de olabilir. Yani bir Müslümanın sözleri, inançları ve/veya eylemleri kâfirlere aitse, o zaman bu ayet onlar için geçerli olacaktır. Bu tanımı kullandığımızda, bu ayetin ne kadar çok Müslümanı kapsadığını görürüz. Allah, "Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridir." (Maide, 44) buyuruyor. Ayetin "Ve eğer sen onların hevalarına uyarsan" kısmındaki "hevalar" ne anlama geliyor? Şeyh Yusuf el Uyeyri, buradaki "hevalar" ifadesinin onların arzu ettikleri şeyler anlamına geldiğini ve aynı zamanda görünüşte bile olsa onların uygulamaları olduğunu söylemektedir. İbn Teymiyye şöyle der: "Kâfirler, görünüşte bile olsa Müslümanların onlara uymasından memnun olurlar. " Bu sözlerin bugün doğru olduğunu görüyoruz. Müslüman kadınlarımız başörtüsü takmadığında, bu bir kıyafet meselesi olmasına rağmen kâfirler çok mutlu oluyor. Fransa'da ve Türkiye'de bu konuda büyük bir olay çıkardılar. Batı'daki feminist hareketlerin ve kadın hakları hareketlerinin başörtüsü konusunda çok endişeli olduğunu göreceksiniz. Sürekli bundan bahsediyorlar ve başörtüsünü baskıcı olarak görüyorlar. Eğer Batı gerçekten özgürlükçüyse ve istediğiniz gibi giyinmenize izin veriyorsa, o zaman nasıl oluyor da bu konuya karşı çıkıyorlar ve aynı kıyafeti giyen Hıristiyan rahibelere karşı çıkmıyorlar? Nasıl oluyor da bu mesele onlara bu kadar acı veriyor? Kadınlar gökkuşağı renklerinde ve ahlaksız kıyafetler giydiğinde bunu kabul edilebilir olarak gördüklerine şahit oluyoruz, ancak Müslüman bir kadın isteyerek sade ve iffetli giyinmek istediğinde bu onları ilgilendiren bir şey oluyor. Yani bizim nasıl göründüğümüz ve giyindiğimiz onları ilgilendiriyor. 2. Kâfirlerin üstünlüğünü kabul etmek Allah, "Hakikati yalanlayanlara itaat etmeyin" (Kalem, 8) buyurur. Kâfirlere itaat etmeyin. Sonra Allah, "Onlar arzu ettiler ki sen onlara yumuşak davranasın (taviz veresin) da kendileri de (sana) yumuşak davransınlar." (Kalem, 9) buyurur. Bizim dinimiz dinlerin en eşsizidir. Birçok dinde, dini liderliğin bazı hükümlerle oynamasına izin verilir, ancak İslam'da bizler bize söyleneni aynen uygularız. Bizler takip edenleriz, sonradan bir şeyler çıkaranlar değiliz. Bu nedenle, İslam'ın kurallarıyla oynamaya izin yoktur çünkü bunlar Allah'tandır. İnsanlar Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'e geldiler ve onunla uzlaşmak istediler. Ama sorun şu ki, bu onun kendi dini değildi. Bu Allah'ın diniydi. Bu yüzden asla uzlaşamaz, taviz veremezdi. Kâfirler Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'e geldiklerinde, "Biz bir gün Allah'a tapsak, sen de bir gün bizim ilahlarımıza tapsan nasıl olur?" dediler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bunu reddetti. "Peki, biz Allah'a bir hafta tapsak, sen de bizim ilahlarımıza bir gün tapsan nasıl olur?" dediler. O bunu reddetti. "Peki, biz Allah'a bir ay tapsak, sen de bizim ilahlarımıza bir gün tapsan nasıl olur?" dediler. Onlar dinleri ile oynuyorlardı! Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sürekli hayır diyordu. O bu dini tebliğ etmek için gelmişti, değiştirmek için değil. Ama sorun şu ki, bazı Müslümanlar kendilerine Allah'ın dini ile oynama hakkı verdiler, bunu yaparak kaybettiler ve yenildiler. US News and World Report'ta yer alan bir araştırma raporunda şunlardan bahsediliyor: ABD hükümetinin Müslüman dünyanın kalbini ve aklını kazanma çabaları. Bunun terörizmle savaşın ayrılmaz bir parçası olduğu. Savaşın görünmeyen bir kısmının da olduğu ve bunun en az savaş alanında olup bitenler kadar önemli olduğu... ABD hükümetinin, iki şeyi kabul etmeleri halinde Müslüman köktendincilerle oturup beraber çalışmak isteyeceğinden söz ediliyor: Oyunu Demokrasi kurallarına göre oynamak ve terörizmle savaşta rol almak. Sanki şöyle diyorlar: "Eğer ABD demokrasisini kabul etmeye hazırsanız, geçmişiniz için sizi affetmeye hazırız ve Müslüman bir köktendinci olduğunuzu bilerek sizinle masaya oturmaya hazırız. " Böyle bir uzlaşma ve oyun oynama kabiliyetleri var. Bununla birlikte, bu teklifi kabul eden ve birlikte çalışmanın yollarını bulmak için ABD hükümeti ile müzakere eden birçok Müslüman ve İslami örgüt var. Bu İslami hareketlerin gerekçesi, bunu davetin yararı için yapacaklarıdır. Bunlar, herhangi bir durumda (taviz verme amacıyla) kullanılabilecek genel ifadelerden başkası şey değildir, bunlar İslami olmayan meselelerde dahi kullanılabilecek ifadelerdir. Kâfirlerden ne kazanırsanız kazanın, bunun hiçbir değeri yoktur. Allah, izzet ve kuvvet sahibi olmak için insanların O'nun dini hususunda kâfirlerle uzlaşmasına muhtaç değildir. Âlemlerin Rabbinin dininin, kâfirlerin ona yeşil ışık yakması suretiyle güç elde etmeye ihtiyaç duyması gibi bir şeyi akıl alır mı? Allah'ın dini ancak kâfirlerin zelil olmasıyla güç kazanacaktır. Allah kendi dininin böyle kazanmasını ister. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Müşrikler hoşlanmasalar da dinini bütün dinlere üstün kılmak için peygamberini hidayet ve hak ile gönderen O'dur." (Saff, 9) Yine Allah, "Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki Allah, kâfirler hoşlanmasa da nurunu tamamlayacaktır." (Saff, 8) buyurmaktadır. Kâfirlerin hoşuna gitse de gitmese de bu din hâkim olacaktır. Allah'ın dininin hâkim olması için onların onayına ihtiyacımız yoktur ve Müslümanlar olarak bu konuda endişelenmemeliyiz. Davetimizi kabul etmelerine ihtiyacımız yoktur. Eğer kabul ederlerse, elhamdulillah. Kabul etmezlerse, bu bizim hatamız değil. Bu Allah'ın kaderi. Bırakalım da Allah'ın kanununa boyun eğdirildiklerini hissetsinler. Allah şöyle buyurur: "Ehl-i Kitap'tan Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah'ın ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslâm'ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın." (Tevbe, 29) Cahiliye Mekke'si ile bugünkü Batı arasındaki benzerlikler çarpıcıdır. Kureyş kâfirleri Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'e gelerek, "Bizi rahat bırak, biz de seni rahat bırakalım." dediler. Allahu teala "Şayet seni (hakta) sabit kılmasaydık, onlara birazcık meyledecektin." (İsra, 74) diye vahyetti. Mudâhene ve Mudara arasındaki fark Mudâhene, kâfirlere karşı yumuşak davranmak ya da taviz vermek anlamına gelirken, mudârâya ise caizdir. Aralarındaki fark nedir? İbn Hacer ve Kurtubi, Kadi Eyyubi'nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Mudârâ dinin uğruna dünyandan bir kısmını vermen anlamına gelirken, mudâhene ise dünyan uğruna dininden bir kısmını vermendir." Örneğin, bir kâfire davet yapmak için onu yemeğe davet edersiniz. Burada, yiyecek ve benzeri şeyler satın almak için para harcayarak dünyanızın bir kısmından din uğruna vazgeçmiş olursunuz. Buna izin verilmiştir. Bu mubahtır. Ancak, diyelim ki patronunuz gayrimüslim ve maaşınızın onun aracılığıyla geldiğini biliyorsunuz (maaşınız Allah'tan gelse bile). Diyelim ki size geldi ve "Bu cihat da nedir?" diye sordu. "Cihadın ne anlama geldiğini bana açıklayabilir misin?" Siz de ona "Cihat nefsine karşı mücadele etmek demektir. Ve İslam'da şiddet kullanmaya izin veren hiçbir şey yoktur." Burada, dünyanız uğruna dininizden ödün veriyorsunuz. Buna izin verilmez. Bu mudâhenedir. İkisi arasındaki fark budur. 3. Kâfirlere meyletmek Mağlubiyetin üçüncü anlamı, kâfirlere meyletmektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Onlar, bize karşı sana vahyettiğimiz şeyden başka bir şey uydurman için az kalsın seni fitneye düşürecekler ve o takdirde seni dost edineceklerdi." (İsra, 73) Ve Allah şöyle buyurur: "Şayet seni (hakta) sabit kılmasaydık, onlara birazcık meyledecektin." (İsra, 74) Dolayısıyla kâfirlere meyletmek bir tür mağlubiyettir. Allah şöyle buyurur: "Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez." (Hud, 113) Allah burada kâfirlere meyletmenin bizi cehennem ateşine götüreceğine dair sert bir uyarıda bulunuyor. 4. Kâfirlere itaat etmek Mağlubiyetin dördüncü anlamı kafirlere itaat etmektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Kalbini bizi anmaktan gafil bıraktığımız; kendi hevasına ve hevesine uyan ve işi taşkınlık olan kimseye de itaat etme." (Kehf, 28) 5. Umudunu kaybetmek Mağlubiyetin beşinci anlamı, Allah'ın zaferinden vazgeçmektir, umudu kaybetmektir. Bu, imana aykırı bir ruh halidir. Allah'ın el-Kavî ve el-Azîz olduğuna inanırken zaferden ümidinizi nasıl kesersiniz? Bu kâfirlerin bir özelliğidir. Onlar pes edenlerdir. Ama bir Müslüman asla pes etmemelidir. Eğer ruh haliniz kazanmak üzerineyse, eninde sonunda Allah'ın tevfiki ile kazanırsınız. Zaferden ümidini kesmek büyük bir günahtır. Kâfirlerin bugün yürüttüğü büyük askeri kampanya ve medya kampanyası birçok Müslümanın umudunu kaybetmesine neden olmuştır. Bazı Müslümanlar mücahitleri desteklemekten vazgeçmiştir çünkü (onlara göre) bu kaybedilmiş bir davadır. Kendi kendilerine şöyle derler: "Neden paramı bu mücahitlere harcayayım ki? Nükleer silahlara ve daimi ordulara sahip bu güçlü düşmanlara karşı asla kazanamayacaklar. Kâfirlerin güçlü bir medyası varken ve mücahitlerin insanlara ulaşacak bir medyası yokken bu mücahitler nasıl kazanabilir? " Bu karanlık fikirler, bu Müslümanların Allah'tan umutlarını kestiklerini göstermektedir. Bu Müslümanlar zaferi sadece savaş meydanındaki zafer olarak anlıyorlar, bu yüzden umutlarını kaybediyorlar. Bugün ümmet içinde birçok kişinin daha ayağa bile kalkmadan ve savaşmadan düşmana karşı kaybettiğini gördük. Ümmetin her tarafına yayılan bu medya kampanyası, Müslümanların daha denemeden ümitlerini kaybetmelerine neden oluyor. Zihinsel olarak yenilgiye uğradıklarında ise bu yenilgiye İslami gerekçeler bulmaya çalışıyorlar. Ve kendi görüşlerinin doğruluğunu kanıtlamak için delil getirmeye uğraşıyorlar. Düşman ne kadar güçlü olursa olsun, bir Müslüman asla zaferden vazgeçmemelidir, asla. Eğer bu yenilginin kalbimize girmesine izin verirsek, o zaman Allah'ın bize savaş meydanında kaybettiğimizde bile sahip olduğumuzu söylediği üstünlüğü kaybetmiş oluruz. Tıpkı Uhud Gazvesi'nde Allah'ın "Gevşemeyin, üzülmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz." (Al-i İmran, 139) ayetinde buyurduğu gibi. Eğer gerçekten mümin olduğumuzu iddia ediyorsak, o zaman zaferden ümidimizi kesmemiz caiz değildir. 6. Cihat sancağını indirmek Cihat sancağını indirmek mağlubiyettir. Düşman bizden ne ister? Düşman bizim namaz kılmamızı ya da Ramazan ayında oruç tutmamızı umursamaz, bunlar onları rahatsız etmez. Düşmanın durdurmak istediği tek şey cihattır. Cihat istemezler. Eğer onlara bu istediklerini verirsek, o zaman kaybetmiş oluruz. İstedikleri şey budur. Bugün Allah yolunda cihat etmeyen her Müslüman düşmana bu zaferi bedelsiz vererek onu destekliyor demektir. Birçok Müslüman şöyle diyecektir: "Bu kâfirler Allah yolunda cihat etmek istediğinizi öğrendikleri an gözetim altında olacaksınız ve hayatınızı zindan edecekler." Bu bir mazeret değildir. Eğer sizi namaz kılmaktan alıkoyarlarsa, onları dinler miydiniz? Başörtüsü takmanızı yasaklasalar onları dinler miydiniz? Bu nedenle ister akide şeklinde olsun, ister fikir şeklinde olsun, ister silahlarla savaşmak şeklinde olsun, cihadın herhangi bir şeklini terk etmek mağlubiyetin bir işaretidir. 7. Askeri zaferden umudunu kesmek Askeri zaferden umudu kesmek mağlubiyettir. Bu da beşinci maddeye benzer. 8. Düşman korkusu Düşmandan korkmak ölümdür. Allah, "Eğer (gerçek) mü'min iseniz onlardan korkmayın, benden korkun (Al-i İmran, 175) buyurur. Allahu teala, Taifetu'l Mansura hakkında da şöyle buyurur: "(Onlar) hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar." (Maide, 54) Askeri yenilgiden sonra Müslümanlar "Kaybetmemizin nedeni hazırlık yapmamış olmamızdır" dememelidir. Bu konunun açıklığa kavuşturulması gerekse de, Müslümanların hazırlık konusunda ellerinden geleni yaptıklarını varsaydıktan sonra, bu konuyu sadece bir açıdan ele alacağız. Eğer hazırlık konusunda elinizden gelenin en iyisini yaptıysanız, o zaman sonucu hazırlık eksikliğine bağlamak yanlıştır. Neden mi? Çünkü sayılar ve hazırlık (yani silahlar, fiziksel eğitim vb.) zaferin sebebi değildir. Allah şöyle buyurur: "Andolsun ki Allah, size birçok savaş alanında ve Huneyn gününde yardım etmişti. O vakit (Huneyn'de) çokluğunuz sizi böbürlendirmişti, ama size hiç fayda vermemişti. Bunca genişliğine rağmen yeryüzü size dar gelmişti. Nihayet (bozularak) arkanızı dönmüştünüz." (Tevbe, 25)  Müslümanlar sayılarının çok fazla olduğunu ve bariz büyüklükleri nedeniyle kazanacaklarını düşündüklerinde, işte o zaman kaybettiler. İlginçtir ki Müslümanlar sayıca az olduklarında kazanmış, sayıca çok olduklarında ise kaybetmişlerdi. Bu yüzden yenilgiyi sayı azlığına bağlamamalıyız. Allah şöyle buyurur: "Düşmanınıza iki mislini verdirdiğiniz kayıp kendi başınıza gelince 'Bu nereden başımıza geldi?' mi diyorsunuz? De ki: 'O, kendinizdendir.' Doğrusu Allah her şeye kadirdir. (Al-i İmran, 165) Dolayısıyla savaş meydanında kaybetmenin birçok nedeni olabilir: a. Allah sizi sınamak istiyordurb. Allah sizi arındırmak istiyordurc. Günahlarınız yüzünden kaybetmişsinizdir Ancak bunun nedeni sayı azlığı değildir. Afganistan'daki mücahitlerin küresel küfre karşı savaşlarında güçlerini geri çekmelerinin nedeninin sayı ve teçhizat eksikliğinden kaynaklandığını varsaymak bir hatadır. Bu varsayımda bulunmak bir hatadır çünkü Allah mücahitlerin düşmanla eşit miktarda hazırlığa sahip olmalarını gerekli kılmamıştır. Ancak Allah, sahip olabileceğimiz en iyi hazırlığa sahip olmamızı istemiştir. Bu, düşmanın sahip olduklarına eşit, ondan daha fazla ya da çok daha az olabilir. Allah şöyle buyurur: "Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın." (Enfal, 60) Dolayısıyla hazırlık açısından elimizden gelenin en iyisini yapmamız gerekir. Bu, düşmanımızın yüzde 10'u ya da yüzde 100'ü de olabilir. Denklem düşmanın ne kadar çok şeye sahip olduğuna değil, Allah'ın emirlerini yerine getirmeye dayanır ki bu emirler de hazırlanmayı içerir. Hazırlığımızın kapasitesi düşmanın onda biri kadar olsa bile, Allah'ın şeriatında bize yapmamızı emrettiği şeyi yapmış oluruz, daha fazlasından ise sorumlu olmayız. Hülasa Mağlubiyetin 8 şeklini özetleyelim: 1. Dinleri, yaşam tarzları, düşünceleri vb. ne olursa olsun, kâfirlerin yolunu izlemek.2. Kâfirlerin üstünlüğünü kabul etmek. (Oysa ki İslam ile onları zelil kılmamız ve bize yeşil ışık yakmalarını beklemememiz gerekir)3. Kâfirlere meyletmek4. Kâfirlere itaat etmek5. Zafer umudunu yitirmek. Allah'ın her şeye kadir olduğu ve dilediğine zafer kazandırabileceği düşüncesini kaybetmek.6. Cihat sancağını indirmek. (Yasaklamış olsalar oruç tutmaktan vazgeçer misiniz?)7. Askeri zaferden umudu kesmek8. Allah'tan değil düşmandan korkmak Taliban örneği ve sonuç Taliban, düşmanın gücünü bilmesine rağmen diğer Müslümanların yapamadığını yaparak güç hazırlamıştır. Ne olursa olsun bu savaşa girmeye karar vermiştir çünkü zaferin sahip olduğunuz silahlara değil, Allah'ın lütfuna dayandığını anlamıştır. Tartıştığımız bu ilkeler zafere giden yolda ilk adımdır çünkü bu ilkelerin zıttı olan fikirler, ümmeti ihtirası ve gücüyle yok edecek fikirlerdir. Bu nedenle bu fikirlerden tamamen kurtulmamız gerekir. Doğru cihat anlayışına, zihniyetine ve akidesine sahip olmak zafere giden ilk adımdır. Bu olmadan hiçbir şansımız yoktur çünkü bu bir akide savaşıdır, yani hak ile batılın savaşıdır. Sonuçların başarısız olması yanlış bir planın veya yanlış araçların göstergesi değildir. Bir şeyleri doğru planlamanıza rağmen sonuçların farklı olması gayet mümkündür. Sonuç beklediğimiz gibi olmadı diye planımız yanlış diyemeyiz. Bu doğru bir anlayış değildir. Şehid Şeyh Enver El Evlaki rahimullah
2 hafta önce
beyazminare
Gazze için ne yapılmalı ne yapılmamalı?
 "Hoşunuza gitmediği halde savaş üzerinize yazıldı (farz kılındı). Aslında hoşlanmadığınız bir şey belki de sizin için hayırlıdır, sevdiğiniz ve arzuladığınız bir şey de olur ki sizin için şerlidir. Allah bilir, siz bilmezsiniz." (Bakara Suresi, 216'ncı ayet) "İnkâr edenler isterler ki siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gaflet edesiniz de üzerinize bir baskın yapsınlar." (Nisa Suresi, 102'nci ayet) Gazze'de geçtiğimiz yılın Ekim ayından bu yana süren Siyonist vahşet halen tüm Müslümanların bir numaralı gündem maddesi olmaya devam ediyor. Sizler bu yazıyı okuduğunuz sırada İsrail'in Gazze'deki saldırılarında 150 gün geride kalmış olacak. Gazze'de şehid edilenlerin ve kayıpların toplam sayısı 40 bini aşacak. Vahşet ve katliamlar bir an dahi ara vermeden devam edecek. Bu 150 günlük soykırım karşısında pek azı müstesna dünyadaki 1,5 milyar Müslümanın suskunluğu ise, İslam aleminin halini net bir şekilde ortaya koyar vaziyette. Bu 150 günlük süre zarfında, Gazze'de Yahudiler ve Haçlı dostları tarafından kuşatılarak birer birer öldürülen yaklaşık 2,5 milyon Müslüman Filistinli için İslam aleminden neredeyse hiçbir ciddi adım atılmamış olması oldukça acı bir hakikat. Biz Müslümanlar Gazze'deki mazlum ve çaresiz kardeşlerimiz için, kendi geçimimiz ve dünyalığımız için gösterdiğimiz çabaların binde birini dahi göstermedik. Milyonlarca Müslümanı Yahudilerin ve Haçlıların insafına terk ettik. Müslümanların inançlarını her fırsatta istismar etmelerine rağmen, kendi çıkarlarını korumak adına Yahudilere ve Haçlılara karşı hiçbir eyleme girişmeyenlere tek ses edemedik. Buna yol açan şey dünyayı sevme ve ölümü kerih görme hastalığından başka bir şey değildir. Sevban radiyallahu anh'tan rivayetle, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor: "'Yakında diğer milletler, yemek yiyenlerin çanak üzerine toplandığı gibi, sizin üzerinize toplanacaktır!' Adamın biri, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'e: – 'O gün biz az mı olacağız?' dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle söyledi: – 'Bilakis, o gün siz çok olacaksınız! Lakin sizler selin sürüklediği çöp gibi olacaksınız! Allah, düşmanlarınızın göğüslerinden size karşı olan korkuyu kaldıracak ve sizin kalplerinize vehn atacaktır!' Adam, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'e: – 'Ey Allah’ın Rasulü! Vehn nedir?' dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: – 'Dünyayı sevmek ve ölümü sevmemektir.'" (Ebu Davud 4297, Ahmed bin Hanbel Müsned 5/278, Ebu Nuaym Hilye 1/182, Albânî Silsiletu’l-Ehadîsi’s-Sahiha 958) Abdullah bin Ömer radiyallahu anh da, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'i şöyle buyururken dinlediğini haber veriyor: "Iyne yoluyla alışveriş yaptığınız öküzlerin kuyruğuna yapışıp, ziraata hayatınızı hasrettiğiniz ve cihadı terk ettiğiniz zaman, Allah size öyle bir zillet musallat eder ki, dininize dönünceye kadar onu üzerinizden atamazsınız." (Sunen-i Ebu Davud, Kitabu’l-İcare, B. 54, Hds. 3462; Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 2, Sh. 42, 84.) Gazze'de Siyonist vahşetin başlangıcından bu yana her Müslüman ne yapması gerektiğini düşünüyor. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem esasen bizim düşeceğimiz bu hali ve bunun çözümünü tam 14 asır öncesinden apaçık haber veriyor. Ey Müslümanlar! Zillete ve düşmanların istilasına uğradığınız halin çözümü Allah'ın dinine dönmektir, dünya sevgisini ve ölümü kerih görmeyi kalbimizden söküp atmaktır! Maalesef biz Müslümanlar bu 150 günlük süreçte Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellem'in halimize yazdığı bu apaçık reçeteye rağmen, bize zor gelen bu çözümü tatbik etmemek için adeta elimizden gelen her şeyi yaparak kendimizi kandırmaya devam ettik. Zafere ulaşmayacak, bizi çözüme götürmeyecek, kafir işgalcileri korkutup geri çevirmeyecek şeyler yapıp durduk. Rasulullah'ın buyruğunu değil, kendi akıl ve hevamızın gösterdiği sözde "çözüm önerilerini" takip ettik. Bu bize ne getirdi? Yazık ki hiçbir şey. 150 gündür İsrail'in tek bir Müslümanı öldürmesine dahi mâni olamadık. Aç ve susuz kalan bir yavruya bile gıda ve su ulaştıramadık. Hastalık ve acıdan kıvranan bir kardeşimize bir tane ağrı kesici hap bile veremedik. İşgalci İsrail'e atılacak bir mermiyi bile Gazze'ye sokamadık. İsrail'e giden milyon dolarlarca askeri yardımı ve ticaret metaını engelleyemedik. İsrail'e karşı harekete geçmek üzere hiçbir idareyi zorlayamadık. 150 gündür yaptığımız (yahut yaptığımızı sandığımız) şeylerin hiçbirinin İsrail vahşetini önlemiyor olması bizlere şunu net olarak göstermelidir: Yaptığımız şeyler İslami açıdan da dünyevi açıdan da zafer kazanmaya ve düşmanları defetmeye elverişsizdir. Düzenli olarak yazılarımızı okuyan kardeşlerimiz yaklaşık 2.5 sene önce yine bu köşede yazdıklarımızı belki hatırlayacaktır. Bu vesileyle o sözlerimizi tekrar vurgulamış olalım. Müslümanların, aslen faydalı olan fiilleri yanlış kullanmaları sebebiyle başarısız olmaları üzücü bir durumdur. Boykotlar, protesto gösterileri, eylemler, konferanslar, kitap okuma grupları, sabah namazı buluşmaları gibi aslında çok büyük faydalara sahip olan yöntemler yanlış bir usulle ve tek başına kullanıldığı için meyve vermemektedir. Tüm bunlar esasen pasif direniş eylemleri olan, Müslümanları bir araya getirmeyi ve bilinçlendirmeyi amaçlayan, dolaylı yöntemlerdir. Tüm bu fiillerin doğrudan hedefe dönük ve gerçek bir yönteme eklemlenmesi gerekir. Bu da Allah yolunda cihaddır, yani Rasulullah'ın açık bir şekilde bizlere gösterdiği buyruğu yerine getirmektir. Konserler, boykotlar, eylemler, yürüyüşler, kermesler ve insani yardım çalışmaları Gazze'yi kurtaramaz. İsrail'in katliamlarını önleyemez. Bunlar sadece bizim vicdanlarımızı tatmin eder ve pasif bir direniş atmosferi ortaya koyar. Sadece bunları yaparak, bunları birer vasıta zannederek hiçbir yol alınamaz. Bu kesinlikle mümkün değildir. Siyonistler Filistin'i konser vererek, kermes düzenleyerek işgal etmemiştir. Filistin için tüm paralarını, vakitlerini ve canlarını ortaya koyarak bunu yapmışlardır. Okuma yaparak, sosyal medyada paylaşımlar yaparak, yalnızca ilmi birikime odaklı ders halkaları kurarak bu zulmü gidermek gibi bir şey mümkün değildir ve olamaz. Bu tarz fiilleri esas yöntem haline getirirsek, bu pasif direniş yöntemlerinden bir sonuç çıkmayacaktır. Söz gelimi, yalnızca kitap okuyarak ve kendini eğitip ıslah ederek insan hiçbir yere varamaz. Çünkü yeryüzündeki her hareketin başlangıcı, bir hareket ettireni gerektirir. Bir kişi kendi içerisinde ne kadar enerji ve potansiyel biriktirirse biriktirsin, bunların gerçek bir yöntemle hedefe kanalize edilmemesi, ancak ve ancak insan ve zaman israfıyla sonuçlanacaktır. Zaten uzun süredir gördüğümüz gibi bu yöntemler, gündemin yoğun olduğu zamanlarda popüler olmakta ve saman alevi gibi parlayıp sönmekte, kısa bir süre sonra unutulmaktadır. Biz bu satırları bu köşede ilk kez yazdığımızda 2021 yılının Mayıs-Haziran aylarıydı ve İsrail yine Gazze'ye saldırmaktaydı. İslam aleminden gelen tepkiler de bugünle aynıydı. İsrail saldırılarına ara verdiğinde bu tepkiler de sona erdi ve herkes normal hayatlarına geri döndü. Filistin'i, Gazze'yi kurtarma vazifesi unutuldu. Oysa işgal altındaki İslam beldelerini kurtarmak yarı zamanlı bir iş değil, insanın ömrünün tümünü vakfetmesini gerektiren çok uzun vadeli bir meseledir. Allah azze ve celle her ibadete birden çok hikmet bağlamıştır. Örneğin namaz insana bir kulluk disiplini ve tevhidi bir yönelik katar ve onu günahlardan uzak tutar. Oruç insanın nefsini köreltir, onu dünyalıklardan uzaklaştırarak ahirete yönelmeye sevk eder. Kulun bu ibadetleri yapmasıyla ortaya çıkan İslami maslahatlar öylesine büyüktür ki başka hiçbir amel, hiçbir davranış bu maslahatları gerçekleştirmeye muktedir olamaz. İşte Allah yolunda cihad ibadeti de böyledir. Cihad ibadetinin gerçekleştirilmesiyle ortaya çıkan en büyük maslahatlardan biri de İslam memleketlerinin kafir işgalcilerin saldırılarından korunması ve kafirlerin gücünün kırılmasıdır. Bu maslahat Müslümanların özgür ve bağımsız yaşamasını sağlar. Bu sebeple cihad ibadetinin yerine getirilmesiyle ortaya çıkan bu büyük maslahat başka hiçbir ibadetle veya hiçbir amelle yerine getirilemez. Örneğin Müslümanlar eylem yapma maksadıyla bir şehrin meydanına toplanıp her gün akşam namazı kılsalar, bunu Gazze ile dayanışma maksadıyla yapsalar, bu davranış cihad ibadetinin yerini tutamaz. Cihad ibadetiyle ortaya çıkacak olan faydalar böyle bir namaz ibadetiyle ortaya çıkamaz. Yahut Gazze'deki Müslümanlarla dayanışmak ve onların halini anlamak için topluca oruç tutacak olsak bu da cihad ibadetinin hikmetine denk düşemez ve aynı faydaları ortaya çıkarmaz. Ebu Hureyre radiyallahu anh'tan rivayet edildiğine göre, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'e bir adam gelerek: " '− Bana cihada denk olacak bir amelde delillik et.' dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: '− Ben cihada denk olacak bir amel bulamıyorum. Mücahid sefere çıktığı zaman sen mescide girip o dönünceye kadar devamlı namaz kılmaya, iftar etmeden devamlı oruç tutmaya gücün yeter mi?' O kimse: '− Buna kimin gücü yeter ki?' dedi." (Buhari 2634, Müslim 1878, Tirmizi 1669, Nesei 3114) Ebu Said el Hudri radiyallahu anhuma'dan rivayet edildiğine göre Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Allah'ın yolunda cihad eden kimse Allah'ın garantisi altındadır. Allah ya onu mağfiretine ve rahmetine katar veya onu sevap ve ganimetle geri döndürür. Allah'ın yolunda cihad eden kimsenin misali, (mücahid evine) dönünceye kadar gevşeklik etmeksizin (gündüzleri) oruç tutan ve (geceleri) namaz kılan kimsenin durumu gibidir." (İbni Mace 2754, Nesei 3113) Selman radiyallahu anh'tan rivayetle Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Bir gün bir gece (İslam beldesini korumak için) hudutta nöbet beklemek bir ay oruç tutup namaz kılmaktan daha hayırlıdır. Eğer o kimse nöbette ölürse, yapageldiği salih amelleri üzerine yazılmaya devam eder, rızkı da gönderilmeye devam eder ve kabrin fitneye düşürücülerinden emin olur." (Müslim 1913/163, Tirmizi 1671, İbni Mace 2767, Ebu Davud 2500, Nesei 3153) Ebu'd Derda radiyallahu anh'tan rivayet edildiğine göre Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Allah’ın yolunda bir ay nöbet tutmak, ömür boyu oruç tutmaktan daha hayırlıdır." (Taberani, Tergib ve Terhib 3/90) Öyleyse nasıl oluyor da bizler Rasulullah'ın ömür boyu namaz ve oruçla kıyasladığı cihad gibi bir ibadeti bugün konserler ve kermesler düzeyine indirgeyebiliyoruz? Üstelik bu tarz etkinliklerin bazıları Allah azze ve celle'nin hudutlarını resmen, alenen çiğnemekteyken? Bazılarında Rasulullah'ın menettiği çalgı aletlerinin çalındığı, kadın ve erkeklerin bir araya karıştığı bu etkinlikleri gençlere cihad gibi gösteren, böylece cihad kavramının içini boşaltanlar, bugün içerisine düştüğümüz zillet ve acziyetten maalesef bir ölçüde sorumludur. Bugün kafirlerin ve onlara sevimli görünmek isteyenlerin en fazla tahrif etmeye çalıştığı ibadetin Allah yolunda cihad olması bizleri düşündürmelidir. Nasıl ki bugün bazı sapkın kimseler İslam'da namazın olmadığını, "salat" kelimesinin "dua" anlamına geldiğini söylüyorsa, onlara benzer olan bazı diğer kimseler de "cihadın savaşmak değil Allah için genel olarak mücadele etmek" olduğu iftirasını dillendirmektedir. Bunların etkisinde kalan bazı kimseler de çalgı aletleri çalmayı, test çözmeyi, sohbetlere katılmayı, video çekmeyi cihad sanmaktadır. Bu, İslam fıkhına dair cehaletin ve tahrifat maksadının bir ürünüdür. Durum, "dua" ile "namaz" arasındaki fark gibidir. "Salat" kelimesinin dilbilimsel anlamı elbette "dua"dır. Fakat bu kelime İslam'ın fıkhi ıstılahında "namaz kılma" anlamını kazanmış, "tekbir ile selam arasında yapılan hareketleri ve okunanları" ifade etmek için kullanılmıştır. Cihad konusunda da bu böyledir. "Cihad" kelimesinin dilbilimsel anlamı "mücadele"dir. Bu kelime tıpkı "salat" kelimesi gibi İslam'ın fıkhi ıstılahında daha farklı ve belirli bir mana kazanmıştır ki bu mana "Allah yolunda savaşmak"tır. Dört mezhebin fıkıh kitaplarında cihad bahsi böyle işlenmiştir. Çağımızda cihadın müceddidlerinden olan şehid -inşallah- Abdullah Azzam şöyle söylüyor: "Bizim burada söylediğimiz cihaddan maksat dört mezhep âlimi fakihlerin izah ettikleri cihaddır. O da Allah yolunda savaşmaktır. Evet cihad kıtaldir, harptir, savaştır. Nitekim Hanefiler, Safiler, Malikiler ve Hanbeliler cihadı bu manada almışlardır." (Tevbe Suresinin Gölgesinde Cihad Dersleri, Cilt 2) Gazze de dahil olmak üzere İslam memleketlerinin hiçbiri güç kullanılmadan kurtarılamaz. Güç kullanmanın ise iki yöntemi vardır: - Sahip olduğunuz gücü kullanmak. - Başkalarının gücünü kullanmak. Öyleyse yapılacak olan şey Müslümanların kendi güçlerini Allah yolunda kullanmanın yolları için çaba sarf etmesi ve kendileri dışındaki kesimlerin gücünü kendileriyle aynı amaçlara yönelik olarak devreye sokmaya çalışmasıdır. Bu hükümetlere ve diğer çıkar gruplarına baskı uygulamak yoluyla yapılabilir. Bunların dışında hiçbir yol ve yöntemin tek başına, Gazze'de yaşanan Siyonist vahşeti sona erdirmesi mümkün değildir . vesselam. Muhammed Eyyub
2 hafta önce
beyazminare
Yahudiler Yeryüzünde Fesat Çıkardıkları İçin Gazaba Uğrayacaklar
 İsrailoğullarının hidayete ermesi için Allah'ın Hz. Musa'ya gönderdiği bu kitapta, yeryüzünde bozgunculuk yapacakları ve bu yüzden Allah'ın gazabına uğrayacakları belirtilmiştir. Tevrat'taki bu haberde, aynı fiili tekrar edeceklerinden aynı gazaba tekrar uğrayacakları ve daha sonra da her tekrarlamalarında aynı gazaba düçar olacakları beyan ediliyor. Zira bu, Allah'ın hiç değişmeden devam eden ilahi sünnetidir: "İsrailoğullarına kitapta 'Doğrusu yeryüzünde iki defa bozgunculuk yapacak ve kibirlendikçe kibirleneceksiniz.' diye bildirdik" Kimin ne yapacağını ilm-i ezelisiyle bilmekte olan Allahu teala kendilerinin işleyeceği fiili ve bu fiile karşı görecekleri mukabeleyi haber veriyor. Çekecekleri ceza haksız yere verilen bir ceza değildir. Sadece yapacakları bozgunculuğun cezasıdır. Allah ise, hiç kimseye bozgunculuk yapmasını emretmez. O bir ayet-i kerimede Hz. Peygamber'e "De ki: 'Allah fenalığı emretmez" (Araf, 28) buyuruyor. Ancak, Allahu teala olan şeyleri bildiği gibi olacak şeyleri de ilm-i ezelisiyle bilir. Beşer ilmine kıyasla meçhul olan müstakbele ait hadiseler Allah ilminde bilinen şeylerdir. Allahu teala Hz. Musa'ya gönderdiği kitapta İsrailoğullarının yeryüzünde iki defa bozgunculuk yapacaklarını, mukaddes beldede kibirlendikçe kibirleneceklerini, her yükselişlerini bozgunculuk yolunda kullanacaklarını ve nihayet üzerlerine bir takım güçlü kullarını göndererek kendilerini onlar vasıtasıyla perişan edeceğini haber verip bu husustaki hükmünü belirtiyor: "Birinci bozgunculuğunuzun vakti erişince, üzerinize pek güçlü olan kullarımızı salacağız. Onlar memleketlerinizde her köşeyi kontrollerine alacaklar. Bu, yerine getirilecek bir vaattir." Bu birinci merhale: Mukaddes beldede kuvvet ve saltanat sahibi olup kibirlendikçe kibirleniyorlar ve yeryüzünde fesatlar çıkarıyorlar. Bunun üzerine Allah, pek güçlü olan bir takım kullarını kendilerine musallat ediyor. Bunlar kuvvet ve azametlerini darmadağın edip memleketlerinin her köşesine hakim oluyorlar. Acımadan, feryat ve figanlarına kulak vermeden zilletin en acı günlerini yaşatıyorlar. "Bu, yerine getirilecek bir vaattir." Şaşmaz ve yalan çıkmaz. İsrailoğulları bu acı mağlubiyet, zillet ve felaketleri tattıktan sonra Rablerine dönüyorlar. Başlarına gelenlerden ibret alarak hallerini düzeltiyorlar. Nihayet Allah, onları bu hale getiren galipleri mağlup duruma düşürüyor, kendilerine acıyarak kuvvetliyi zayıflatıp zayıfı kuvvetlendiriyor: "Bunun ardından sizi onlara galip getireceğiz, mallar ve oğullarla size yardım edecek ve sizin sayınızı artıracağız." Daha sonra aynı hikaye tekrar ediliyor!.. Fakat ayet-i kerime bundan sonraki hadiselere geçmeden önce amellere ve amellerin karşılığına ait temel prensibi açıklıyor: "İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz o da kendinizedir." Dünyada da âhirette de değişmeyen bir prensiptir bu. Yaptığı şeylerin neticesinden bizzat insanın kendisi mesuldür. Yaptığı her şeyin semeresini ya ceza olarak yahut da mükafat olarak muhakkak görecektir. İnsanoğlu yaptığı iyiliğin veya kötülüğün karşılığıyla yüz yüze geldiği zaman başkasını suçlamaya hakkı yoktur. Her şeyin sebebini kendi nefsinde aramalıdır. Ayet-i kerimede bu temel prensip belirtildikten sonra tekrar mevzuya dönülüyor: "İkinci bozgunculuğunuza karşı vadedilen cezanın vakti erişince yüzlerinizi kararta kararta kötülük yapmaları, önceden mescide girdikleri gibi yine girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz." Ayette İsrailoğullarının yeryüzünde tekrar çıkardıkları ikinci bozgunculuk beyan edilmiyor. Zira daha önceki ayette bu beyan edilmişti: "Doğrusu yeryüzünde iki defa bozgunculuk yapacaksınız" İkinci bozgunculuklarında Allah'ın kendilerine musallat edeceği korkunç durum belirtiliyor: "İkinci bozgunculuğunuza karşı vadedilen cezanın vakti erişince yüzlerinizi kararta kararta kötülük yapmaları için..." Anlaşılan, başlarına musallat olan millet kendilerine o kadar katı ve acı davranışlarda bulunuyor ki, bu yüzden içlerini kaplayan siyahlık yüzlerine kadar aksediyor. Yahut da karşılaştıkları kötülük ve zilletin yüzlerinde bir kara olarak belirdiği bu cümle ile ifa de ediliyor. Üzerlerine gönderilen kimseler bütün mukaddes varlıklarını da istila ve tahrip ediyorlar: "Önceden mescide girdikleri gibi yine girmeleri için..." Ele geçirdikleri yerlerle birlikte her şeyi harap ediyorlar: "Ve ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz." Bu, her şeyi tarumar eden, hiç bir şeyi sağlam bırakmayan büyük ve şümullu bir felaketin tasviridir. Allahu teala'nın haber verdiği bu hadiseler vukua gelmiş ve O'nun değişmeyecek vaadi yerini bulmuştur. İsrailoğullarının birinci defaki bozgunculuklarında olduğu gibi ikinci defaki bozgunculuklarında da onları terbiye edecek bir milleti üzerlerine göndermiş, memleketlerini bütün varlıklarıyla harap ettirmiştir. Kur'an'da İsrailoğullarının üzerine gönderilen milletin hangi ırktan olduğu açıklanmıyor. Zira mühim olan husus hadisenin cereyan etmesi, hadiseden ibret alınması ve Allah tarafından tatbik olunan nizamın bilinmesidir. Müteakip ayette, bu felaketlerin Allah'ın rahmetine vesile olabileceği kaydediliyor: "Tövbe ederseniz Rabbinizin sizi esirgeyeceğini umabilirsiniz." Tabii olup bitenlerden ibret alıp kendinizi düzelttiğiniz takdirde... Ve şayet İsrailoğulları yeryüzündeki bozgunculuklarına devam ederlerse, değişmeyen Allah nizamının da devam edeceği ve cezanın hazır olduğu bildiriliyor: "Tekrar bozgunculuğa dönerseniz biz de sizi cezalandırmaya döneriz." Nitekim bilahare aynı bozgunlukları tekrar yapmışlar ve Allah da Müslümanlar vasıtasıyla bütün Arap Yarımadası'ndan sürülüp gitmelerini sağlamıştır. Daha sonraları da onlar bozgunculuklarına devam etmişler, Allah da çeşitli kulları vasıtasıyla cezalarını verdirmiştir. Nihayet son asırda İsrailoğullarına Allah'ın musallat ettiği kullarından biri de Hitler olmuştur. Bu gün İsrail ismi altında bozgunculuklarına tekrar dönmüşler ve vatanın sahibi olan Araplara kan kusturmuşlardır. Şaşmadan kıyamete kadar devam edecek olan Allah'ın hüküm ve nizamı bu gün de caridir. Sünnet-i ilahi bir gün tecelli edecek ve Allah'ın onlara musallat kılacağı bir milletin eliyle cezalarını kat kat çekeceklerdir. Ve bilelim ki o günler uzak değildir. Bozgunculuk çıkaranlarla kafirlerin ahiret cezaları aynı cinsten olduğu için ayet-i kerimenin son cümlesi kafirlerin ahiretteki durumunu tasvir ediyor. "Biz cehennemi kafirlere bir zindan yaptık." Cehennem onların hepsini içine alıp çepeçevre kaplayacaktır. Seyyid Kutub( Rahimullah), Fi Zilali'l Kuran, İsra Suresi 4-8'inci ayetlerin tefsiri
2 hafta önce
AFGANİSTAN
Afganistan'daki İslam Emirliği yönetiminin lideri Şeyhu'l Hadis Mevlevi Hibetullah Ahundzade, Ramazan Bayramı dolayısıyla bir tebrik mesajı yayınladı. Ahundzade'nin mesajı İslam Emirliği yönetimi sözcüsü Zebihullah Mücahid tarafından sosyal medya üzerinden servis edildi. Başta Afganistan halkı olmak üzere dünyadaki tüm Müslümanların yaklaşmakta olan Ramazan Bayramı'nı tebrik eden Ahundzade "her şeyden önce, hayatın doğruluk ve mukaddes ilkelerle yönlendirildiği İslam şeriatı sistemini bize bahşettiği için Allah'a şükretmeliyiz" ifadelerini kullandı ve sözlerini şöyle sürdürdü: "Yüce Allah bize İslam şeriatı sistemini, barışı, kardeşliği ve birliği bahşetmiştir. Tüm bunlar onlarca yıldır mahrum kaldığımız nimetlerdir. Şimdi Allah bize bu nimetleri hatırlattığına göre şükretmek, onları kabul etmek, desteklemek, uygun şekilde ıslah etmek ve iyilik için çabalamak bizim görevimizdir." Ahundzade, alimlere de çağrıda bulunarak, "bu kişilerin Afganistan halkını ve yetkililerini Allah'a kulluğa yönlendirmek için büyük bir sorumluluk taşıdığını" vurguladı. Ahundzade'nin mesajında Afganistan'da uygulanan şeriat sisteminin muhafaza edilmesine vurgu yapıldı: "İslam'da Allah yolunda cihat, İslam şeriatını tatbik etmek için çok önemli bir araçtır. Ayrıca, mücahitler tarafından yapılan fedakarlıkları korumak ve toplumun korunmasını sağlamak temel hedeflerdir. Bu hedeflere ulaşmak için adaletin sağlanması, şeriat temelli yasal sınırların ve cezaların uygulanması ve şeriat ilkelerine bağlılığın sağlanması gibi çeşitli stratejiler kullanılmıştır. Ayrıca, baskıya direnmek ve ezilenleri savunmak zorunludur." Ahundzade'nin bayram mesajında vurgulanan bir diğer husus da eğitimdi. Yeni neslin eğitimi için çabaların sürdüğünü kaydeden Ahundzade şunları söyledi: "Yeni neslin dini ve modern eğitimi için Eğitim Bakanlığı tüm il ve ilçelerde geniş bir yapıya sahiptir ve yüzlerce dini ve bilimsel merkezi faaliyete geçirmiştir. Ayrıca, çeşitli illerde ve bazı ilçelerde tüm yetimlere günlük bakım, eğitim ve sponsorluk sağlamayı amaçlayan yetimhaneler de kurulmuştur ve bunlar bağımsız bir yönetim tarafından idare edilmektedir. Çocuklarına iyi bir terbiye, eğitim ve dini bilgi edinmeleri için fırsatlar sağlamak her Müslümanın sorumluluğudur." Afganistan'da güvenliği sağlamak için önemli bir çaba gösterildiğine vurgu yapan Ahundzade, Afgan halkına İslam Emirliği yönetimiyle güvenliği koruma hususunda iş birliği yapmaları çağrısında bulundu. Ülke ekonomisinin geliştirilmesine yönelik çabalara da değinen Ahundzade şu ifadeleri kullandı: "İslami sistemde, halkın ekonomisini geliştirmek şer'i bir sorumluluktur. İslam Emirliği, istihdam ve ekonomik fırsatlar sağlamak için işletmelerin kurulmasını ve kamu refahı faaliyetlerini teşvik ederek, imkanlar dahilinde halkının ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmaktadır. Ayrıca boş oturmamak gerekir. Bireysel ve toplu olarak çalışma fırsatları sağlamaya çalışılmalı, yeni işletmeler kurulmalı, tarımsal ticaret teşvik edilmeli, endüstriyel çalışma için fırsatlar oluşturulmalı, hükümetle iş birliği yapılmalı ve ülke ekonomisi güçlendirilmelidir. İslam Emirliği de buna elverişli bir ortam sağlayacaktır. Çiftçilerin, zanaatkarların ve fabrika sahiplerinin işlerini kurmaları ve büyütmeleri için adil bir zemin sağlayacaktır. ve ortak çabaların bir sonucu olarak ekonomimiz büyüyecektir. Allah'a iman edin ve rızkınızı kazanmak için tüm meşru yolları takip edin, gayrimeşru işlerden kaçının, helal gelir elde edin ve açgözlü olmayın." Ahundzade'nin açıklamasında Afganistan'ın bölge ülkeleriyle ilişkilerinden de bahsedildi. Diğer ülkelerle iyi ilişkiler kurulmak istenildiği kaydedilen açıklamada şu ifadelere yer verildi: "Afganistan İslam Emirliği, İslami ilkeler doğrultusunda, diğer ülkelerle karşılıklı saygı ve anlayışa dayalı iyi ilişkiler kurmaya çalışmakta ve herkesi İslam Emirliği'nin iyi niyet ve samimiyetinden şüphe duymamaya davet etmektedir. Afganistan'ın egemenliğine, bütünlüğüne ve haysiyetine saygı gösterilmesini, her türlü anlaşmazlığın diyalog yoluyla ve karşılıklı saygı çerçevesinde ele alınmasını bekliyor ve talep ediyoruz. Uluslararası ilişkiler alanında, yüce İslam dini ışığında dengeli ve ekonomi odaklı bir politika izlemeyi hedefliyoruz. Afganistan'ın güvenliği, istikrarı ve refahının diğerleri için elverişli bir fırsat olmasını sağlayarak tüm milletlerle diplomatik ve ekonomik ilişkiler kurmaya çalışıyor, uluslararası toplumu İslam Emirliği ile iyi ilişkileri sürdürmeye ve karşılıklı fayda anlayışı içinde stratejiler benimsemeye çağırıyoruz." Ahundzade'nin açıklamasında Gazze Şeridi'nde 7 Ekim'den bu yana devam eden İsrail saldırılarından da bahsedildi. Filistin halkının İslam ülkeleri tarafından mümkün olan her şekilde desteklenmesi gerektiğini belirten Ahundzade şu ifadeleri kullandı: "Filistin meselesi gerçekten de tüm İslam ümmetini ilgilendiren bir konudur. İsrail saldırganlığı ve işgaline karşı Gazze halkıyla dayanışma içindeyiz. Mazlum Filistinlilerin içinde bulunduğu kötü durumu ele almak ve İsrailli işgalciler tarafından işlenen her türlü adaletsizliği ve saldırganlığı toplu olarak kınamak İslam ümmetinin görevidir. Kaynaklarımızı seferber etmeli ve acılarını hafifletmek ve çatışmanın adil bir şekilde çözülmesi için çalışmak üzere Filistin'i mümkün olan her şekilde desteklemeliyiz. Uluslararası toplumun Filistin halkının karşı karşıya kaldığı adaletsizlikleri etkili bir şekilde ele almakta yetersiz kalması üzüntü vericidir. İnsan haklarını koruma iddialarına rağmen, devam eden zulmü engellemek ve bu adaletsizliklerin faillerini sorumlu tutmak için anlamlı bir eylem eksikliği söz konusudur. Bu durum gerçekten de derin bir üzüntü kaynağıdır ve tüm sorumlu tarafların bu vahim durumu ele alma konusundaki yükümlülüklerini yerine getirmelerine duyulan acil ihtiyacın altını çizmektedir." İslam Emirliği lideri Ahundzade, ülkede uygulanan uyuşturucu yasağına da vurgu yaparak, ülkenin uyuşturucudan tamamen temizlenmek istenildiğini vurguladı: "İslam Emirliği, uyuşturucu yasağını sıkı bir şekilde uygulayarak ve uyuşturucu ekimi, üretimi ve kaçakçılığını ortadan kaldırmak için etkili önlemler alarak ülkedeki İslami yükümlülüklerini yerine getirmeye kararlıdır. İslam Emirliği, uyuşturucusuz bir Afganistan'a duyulan ihtiyacı vurgulayarak, kendi halkından destek ve iş birliği talep ederek, bu önemli görevi kesin bir azim ve kararlılıkla yerine getirmeye kararlıdır. Ayrıca Kabil ve diğer vilayetlerde uyuşturucu bağımlılarını rehabilite etmek ve topluma güvenli bir şekilde geri dönmelerini sağlamak için çalışmalar devam etmektedir. İslam Emirliği bu sorumluluğu ciddiye almakta ve bağımlılığın hem bireyler hem de aileler üzerinde yol açtığı acı ve ızdırabın farkındadır. Afganistan halkı, kararnamenin uygulanmasında mücahitlerle iş birliği yaparak bu sorunun üstesinden gelmekle yükümlüdür." Ahundzade mesajının sonunda İslam Emirliği yönetimi yetkililerine de seslendi. Ahundzade açıklamasında yetkililere halka yumuşak davranmaları, kendi aralarında iyi geçinmeleri, ahirete önem vermeleri, adaletli olmaları uyarısında bulunarak şunları kaydetti: "Güvenlik, sert olmaktan değil şeriat ve adaletten kaynaklanır. Adaletsizlik ve şeriata karşı davranmak güvenliği kaldırır. Bu nedenle her yetkilinin ve her bireyin kendi kendini düzeltmelidir zira bunların yaptığı yanlışlar tüm sistemi olumsuz etkilemektedir. Zulmün hüküm sürmesine izin verilirse, sonunda bu tüm sistemi yozlaştıracaktır. Bu nedenle, bir kişi zulme maruz kaldığında, mazlum ile Allah arasında bir perde olmadığından, bu durum tüm sistemin bütünlüğünü etkiler. Bu çağda, gelecek nesillere iyi bir tarih, sağlam yasalar ve güçlü ilkeler ile olumlu bir miras bıraktığımızdan emin olmalıyız. Ahirete daha fazla önem vermeli ve Allah'ın rızasını aramalıyız. Koruyan gerçekten de Allah'tır. Rızkınızı belirleyen yalnızca Allah'tır. Allah'ın dilemesi dışında kimse rızkınızı artıramaz, eksiltemez ve ömrünüzü uzatamaz. Bu nedenle iman edin ve Allah'ın rızasını arayın."

Kazakistan Taliban’ı ‘yasaklı örgütler’ listesinden çıkardı

4 ay önce Kazakistan yönetiminin Taliban'ı ülkede yasaklı olan örgütler listesinden resmi olarak çıkardığı bildirildi. Kazak yetkililer Taliban'ı yasaklı örgütler listesinden çıkarma kararı aldı. Kazakistan Dışişleri Bakanlığı Resmi Sözcüsü Aybek Smadyarov kararı Kazinform Haber Ajansı'na verdiği demeçte açıkladı. Smadyarov, Kazakistan'ın ulusal yasaklı terör örgütleri listesini güncel tutmak amacıyla düzenli olarak gözden geçirdiğini ve Taliban'ın bu listeden çıkarılmasına karar verildiğini kaydetti. Sözcü Smadyarov, Taliban'ın Birleşmiş Milletler'in terör listesinde de yer almadığını hatırlattı. Ancak Smadyarov, Kazakistan'ın bölgedeki siyasetinin, Afganistan'a ve Taliban'a ilişkin BM Güvenlik Konseyi ve Genel Kurulu tarafından kabul edilen kararlar paralelinde süreceğini vurguladı. Kazakistan bu yılın Nisan ayında, Afganistan'daki İslam Emirliği yönetiminin ülkedeki diplomatlarını akredite etmişti. Kazak yönetimi, bu kararın İslam Emirliği yönetimini diplomatik olarak tanımak anlamına gelmediğini belirtmişti. Öte yandan, kararın ardından Kazakistan'ın Afganistan Büyükelçisi Alim Han Yasin Galdiyev, başkent Kabil'de Afganistan Dışişleri Bakanı Emrhan Muttaki ile bir araya geldi. Kazakistan'ın kararını memnuniyetle karşıladıklarını belirten Muttaki, Afganistan ve Kazakistan arasındaki ilişkilerin mevcut seyrini her iki ülke için de olumlu ve faydalı olarak nitelendirdi.

Taliban: Kızlar medreselerde eğitim alıyor

4 ay önce Taliban her yaştan Afgan kız çocuğuna geleneksel olarak yalnızca erkek çocuklara yönelik olan dini okullarda eğitim görmesine izin verildiğini açıkladı. Eğitim Bakanlığı sözcüsü Mansor Ahmad AP'ye yaptığı açıklamada, kızların devlet kontrolündeki veya özel medreselerde eğitim görebildiğini söyledi.

BM: Afganistan’da Taliban’ın yönetime gelmesiyle afyon üretimi yüzde 95 düştü

4 ay önce Birleşmiş Milletler tarafından Pazar günü yayınlanan bir rapora göre, daha önce dünyanın en büyük uyuşturucu tedarikçisi olarak gösterilen Afganistan'da afyon üretimi, Taliban yönetiminin geçen yıl uyuşturucu ekimini yasaklamasından bu yana ciddi bir düşüş gösterdi. BM Uyuşturucu ve Suç Ofisi (UNODC), afyon ekiminin ülke genelinde bir önceki yıl 233.000 hektardan sadece 10.800 hektara (26.700 dönüm) düştüğünü ve üretimin yüzde 95 azalarak 333 tona gerilediğini açıkladı. UNODC İcra Direktörü Ghada Waly yaptığı açıklamada, "Önümüzdeki aylarda Afganistan, Afgan çiftçilere afyondan uzak fırsatlar sunmak için sürdürülebilir geçim kaynaklarına güçlü bir yatırıma şiddetle ihtiyaç duyuyor" dedi. Waly, “Bu durum, kaçak afyon pazarına ve hem yerel hem de küresel ölçekte yol açtığı zarara karşı uzun vadeli sonuçlar elde etmek için gerçek bir fırsat sunuyor." dedi.

AFRİKA
Sudan'ın şiddetli karşı devrimini yürütmekten sorumlu olan iki askeri güç şimdi birbirine düşmüştü. Sudan'ın demokratik devrimci hareketini acımasızca bastırırken müttefik olan ordu ve RSF birbirlerine karşı cephe almıştı. Başkent sokaklarında insanlar tüm bunların şiddete dönüşüp dönüşmeyeceğini ya da ne zaman dönüşeceğini merak ediyordu. İnsan hakları gruplarına ve çatışma süresince Middle East Eye'a konuşan bir dizi kaynağa göre, Nisan ayında çatışmalar başladıktan kısa bir süre sonra RSF savaş suçları işliyor, siyahi Afrikalı Massalit halkını hedef alıyor, onları infaz ediyor ve kadınlara cinsel saldırıda bulunuyordu. Haziran ayına gelindiğinde Batı Darfur'daki El Geneina şehri çürüyen cesetlerden oluşan bir şehir haline gelmiş, ölüler sokaklara yığılmıştı. Yerel bir yardım görevlisi o dönemde MEE'ye 15 Nisan ile Haziran ayının son haftası arasında kasabada yaklaşık 1.500 kişinin öldürüldüğünü söyledi. Bunların en az 1.000'inin kadın ve çocuk olduğunu söyledi. Yardım görevlisi, RSF ve müttefiki Arap milisleri kastederek, "Şimdiye kadar 700 civarında ceset topladık ve bu sayının iki katı hala sokaklarda ve bazı evlerin içinde, ancak milislerin yoğun ateşi nedeniyle onlara ulaşamıyoruz" dedi.

Savaşın şiddetlendiği Mali’nin kuzeyinde neler oluyor?

4 ay önce Mali'nin kuzeyinde son haftalarda şiddetli çatışmalar yaşanıyor. Çatışmalarda Mali cuntası ve Rus Wagner güçlerinin yanı sıra ayrılık yanlısı Tuareg güçler ve cihat yanlısı gruplar da yer alıyor. Afrika üzerine araştırmalarıyla bilinen Wassim Nasr, bölgede devam eden çatışmaları France24'e değerlendirdi. yaşanmıştı. Bu cuntaların liderleri arasında yeni bir ittifak mı doğuyor? Evet, ancak bu daha ziyade sembolik, anlarsınız ya. Elbette 15 Eylül'de bir anlaşma oldu, ancak bilmek gerekiyor ki bu anlaşma Rus himayesinde yapıldı. Mali, Burkina Faso ve Nijer'den heyetler Bamako'da Rus temsilcileriyle bir araya geldi. Anlaşma da 15 Eylül'de ilan edildi. Aynı gün ABD yönetimi de Nijer'deki operasyonlarının devam ettiğini ilan etmişti. Bu, Burkina Faso ve Mali'de Fransa ile aynı hataları yapan Amerikan politikasına büyük bir darbe niteliğinde. Bu hata, terörle mücadele çabalarını sürdürmek için yeni cuntalara, yeni darbelere açık olma düşüncesi. Ancak bugün cuntaların farklı ajandaları olduğunu görüyoruz. (15 Eylül'de yapılan) Anlaşmada ilginç olan şey ise 5'inci ve 6'ncı maddeler. Bu maddelere göre ülkelerden biri başka bir ülke tarafından saldırıya uğrarsa diğerleri de ona yardım etmek için seferber olacak. Akıllara elbette Nijer'de devrik lider Muhammed Bazum'u göreve yeniden getirmek için askeri bir hamlede bulunabilecek olan ECOWAS geliyor. Ancak 6'ncı maddede de ülkelerden birinde isyan çıkarsa diğer ülkelerin de oraya müdahil olabileceği belirtiliyor. Bu da aklımıza büyük ölçüde Mali'de bugünkü Tuareg isyanına diğer ülkelerin müdahil olabileceğini getiriyor. Ancak bir kez daha söylemek gerekiyor ki bu anlaşma daha ziyade sembolik. Zira üç ülkenin de zaten çok fazla sorunu var. Sınırlarını kontrol edemiyorlar, topraklarının büyük bir bölümünü kontrol edemiyorlar. Bu sebeple anlaşma daha ziyade sembolik. Anlaşmanın neler getireceğini ilerleyen günlerde göreceğiz.

Birleşmiş Milletler himayesinde Eş-Şebab’a karşı mücadele etmek üzere Somali’de bulunan İtalyan ordusunun subayları, Somali cumhurbaşkanı ile görüştü.

6 ay önce Eş-Şebab'ın sürekli yenilgiye uğramasına ve operasyonun tüm aşamalarının başarısızlıkla sonuçlanmasına rağmen Somali ordusu, Amerikan desteğiyle Somali'nin güneybatı bölgelerinde operasyonlara başlayacak. Bu bölgeler aynı zamanda Tevhid sancağı altında binlerce insanın yaşadığı Eş-Şebab'ın karargâhı olarak da değerlendiriliyor.

Somalinin orta bölgesi Hiran’da hükümet güçleri ve Eş-Şebab

6 ay önce Somalinin orta bölgesi Hiran'da hükümet güçleri ve Eş-Şebab mücahitleri arasında çıkan şiddetli çatışmada hükümetten 11 asker öldürüldü ce 16'dan fazla asker yaralandı.İki asker esir alındı.Ganimet olarak silahlar ve askeri araç ele geçirildi..

BİLİM & TEKNOLOJİ
Türkiye'de kullanılmaya başlanan özellikle birlikte WhatsApp kullanıcıları takip etmek istedikleri kişi ve kurumlara ait kanallara katılabilecek. WhatsApp kanal özelliğinin en dikkat çeken yanı ise kişisel hiçbir bilginin kanaldaki diğer katılımcılar tarafından görülemiyor olması. Bilindiği gibi WhatsApp uygulamasındaki gruplarda her katılımcı gruptaki diğer tüm katılımcıların telefon numaralarını görebiliyordu. WhatsApp kanallar özelliğinin ilerleyen günlerde gelecek güncellemelerle birlikte tüm kullanıcıları hizmetine sunulması bekleniyor.

Android telefonlar, sizi izleyen AirTag’leri tespit ederek uyaracak

9 ay önce Google, Apple'ın ürettiği AirTag'lerin Android cihazlar üzerinden anlık olarak konum izleme özelliğinin engellenebileceği açıkladı. Ayrıca, Android kullanıcıları takip edilen AirTag'leri tespit ederek uyarı alacaklar. Bu yeni özellikle birlikte, kullanıcılar AirTag'ler tarafından izlenmekten kaçınabilecekler. Google, AirTag'lerle çalışan "Bilinmeyen Takipçi Uyarıları" sunacak ve diğer takip cihazı üreticileriyle işbirliği yaparak kapsamı genişletmeyi planlıyor. Eğer sahip olmadığınız bir AirTag, sizinle birlikte seyahat ederken tespit edilirse, sahibinin konumunu gösteren bir bildirim alacaksınız. Bu bildirime dokunduğunuzda, takip cihazının hareket ettiği rota üzerinde bir harita açılacak. Google, bu konum verilerinin şifrelendiğini ve kullanıcılarla asla paylaşılmadığını vurguluyor. Ayrıca, AirTag'i telefonunuzun arkasına getirirseniz (NFC alanının içinde), bazı takip cihazlarının sahipleri hakkında "telefon numaralarının son dört hanesi gibi" bilgileri görüntüleyebileceğini belirtiyor. Takip cihazlarını devre dışı bırakmak için Google, kullanıcılara bir bağlantı sağlayarak nasıl yapılacağına dair bilgiler verecek. Bu adımlarla kullanıcılar, takip edilme konusunda daha fazla kontrol sahibi olacaklar.

ChatGPT’nin Android sürümü piyasaya sürüldü: Hangi ülkelerde mevcut?

9 ay önce Microsoft destekli bir yapay zeka (AI) firması olan OpenAI, ChatGPT uygulamasının Android sürümünü yayınlayarak chatbot erişilebilirliğini genişletti. Ancak uygulama henüz Türkiye'de kullanıma sunulmadı. Mayıs ayında iOS uygulamasının piyasaya sürülmesinden sonra gelen bu Android lansmanı, ChatGPT uygulamasının OpenAI'nin web sitesi dışında ilk kez tüm dünyadaki kullanıcılar tarafından erişilebilir olmasını sağlıyor.ChatGPT Android uygulaması, kullanıcı geçmişini cihazlar arasında senkronize etme yeteneği, ses girişi ve anında yanıtlar, öneriler, e-posta veya sunum taslakları için sohbet botuna hızlı erişim ve daha fazlası gibi çeşitli özelliklerle birlikte geldi.Kullanıcılar, OpenAI'nin dahili ses tanıma özelliğini kullanarak, çeşitli konularda soru sormak, yanıt almak ve yardım almak için üretici yapay zeka ile etkileşime girebiliyor. ChatGPT Plus uygulaması, en az bir Android 6.0 sürümü gerektiriyor ve aboneler, ihtiyaçlarına göre GPT-3.5 ve GPT-4 dil modelleri arasında geçiş yapabiliyor. HANGİ ÜLKELERDE KULLANIMA AÇILDI?OpenAI, Android'in en popüler mobil işletim sistemi olduğu veya Android için ChatGPT uygulamasını başlatarak bilgisayar kullanımının sınırlı olduğu yerlerde yapay zeka teknolojisi kullanılabilirliğini genişletmeyi amaçlıyor.Android için ChatGPT uygulamasına Brezilya, Bangladeş, Hindistan, ABD, Arjantin, Kanada, Almanya, Fransa, Endonezya, İrlanda, Japonya, Meksika, Filipinler, Nijerya, İngiltere ve Güney Kore'de erişilebilir.Önümüzdeki hafta OpenAI, erişilebilir olduğu ülke sayısını artırmayı planlıyor.

Güney Koreli bilim insanlarından çığır açacak bir iddia: Oda sıcaklığında çalışabilen süper iletken keşfedildi.

9 ay önce Güney Koreli bilim insanları 1911'den beri çare aranan bir zorluğun üstesinden gelerek, oda sıcaklığında çalışan ilk süperiletkeni geliştirdiklerini duyurdu. Keşif, normal koşullarda laboratuvar dışında çalışabilen bir süperiletkenin kullanıma girmesini sağlayabilir. Uzmanlar bunun devrim niteliğinde bir gelişme olacağını söylüyor. 1911'de Hollandalı fizikçi cıvanın -269 dereceye kadar soğutulduğunda elektriği hiç direnç göstermeden ilettiğini keşfetmişti. Fizikçi buna "cıvanın süperiletken hali" adını vermişti. Süperiletkenlerde elektrik akımını oluşturan elektronlar, atomların arasında hiçbir atoma çarpmadan akıp gidiyor. Böylece havada adeta uçarak saatte 500 kilometreden hızlı giden maglev trenleri veya uçan kaykaylar gibi yenilikçi teknolojilerin önü açılıyor. Öte yandan bilim insanları 1911'deki keşiften beri daha yüksek sıcaklıklarda süper iletken hale gelen malzemeler geliştirmeye çalışıyor. Kuantum Enerji Araştırma Merkezi'nin CEO'su Sukbae Lee'nin de aralarında yer aldığı bir grup araştırmacı, bu sorunun üstesinden gelerek oda sıcaklığında süperiletken hale gelen bir malzeme geliştirdiklerini bildirdi. Hakem değerlendirmesinden geçmeyen ve internet sitesi ArXiv'de erişime açılan makalede bu malzeme LK-99 diye adlandırıldı. Araştırmacılar, LK-99'un 127 derecelik sıcaklıkta bile süperiletkenliğini koruduğunu öne sürdü. Öte yandan, LK-99 oda sıcaklığında süperiletken hale geldiği öne sürülen ilk malzeme değil. Birkaç yıl önce saygın bilimsel dergi Nature'da yayımlanan bir makalede, 15 derece sıcaklıkta süperiletken hale gelebilen bir malzeme geliştirildiği duyurulmuştu. Ancak bu malzemenin çalışması için 2,5 milyon atmosferik basınç gerekiyordu ve bu da uygulanmasını yine zorlaştırıyordu. Ayrıca bazı hesap hatalarının tespit edilmesi üzerine makale yeniden yayımlanmak üzere geri çekilmişti. Araştırmacıların bildirdiğine göre LK-99, süperiletken olmak için yüksek basınç da gerektirmiyor. Araştırma makalesinde, "Tüm kanıtlar ve açıklamalar, LK-99'un oda sıcaklığında ve ortam basıncında süperiletken hale gelen ilk malzeme olduğunu gösteriyor" ifadeleri yer aldı: LK-99; mıknatıslar, motorlar, güç kabloları, maglev trenleri ve hatta kuantum bilgisayarlar gibi çeşitli uygulama alanlarına sahip olabilir. Diğer yandan, araştırmacıların makalesine şüpheyle yaklaşanlar da var. Bilim yazarı ve Birleşik Krallık'ın Eski Lordlar Kamarası Üyesi Matt Ridley de o kişilerden biri. Ridley, The Spectator'da kaleme aldığı yazıda, "Makale, alanında çok az deneyime sahip, yeni kurulan bir enstitüdeki tanınmamış bir ekipten geldi. Hakem incelemesinden de geçmedi" dedi: Ancak bu olgunun kendisinin bir gün mümkün olabileceğini düşünmek için iyi nedenler var. Fiziksel açıdan imkansız bir şey değil.

DÜNYA
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun büyük bir baskı altında olduğu günlerin üzerinden henüz çok fazla zaman geçmedi. World Central Kitchen'dan yedi yardım görevlisinin 1 Nisan'da Gazze'de İsrail ordusu tarafından öldürülmesinin ardından ABD Başkanı Joe Biden nihayet sorunlu müttefikine karşı sabrını yitirmiş görünüyordu. Aynı gün İsrail, Şam'daki İran diplomatik yerleşkesine saldırarak üst düzey bir generali ve en az altı subayı öldürdü ve elçiliklere saldırıyı yasaklayan yasal sözleşmeleri ihlal etti. İsrail, inandırıcı olmayan bir şekilde, İran'ın yıktığı konsolosluk binasını askeri bir karakola dönüştürerek bu korumayı kaybettiğini iddia etti. İran misilleme yapacağına söz verdi ama üst düzey komutanlara yönelik daha önceki saldırılar eylemden çok laf üretmişti. İran dışında Şam'a yönelik saldırı, ABD merkezli bir yardım kuruluşu olan World Central Kitchen ekibinin öldürülmesinin yarattığı kızgınlığın gölgesinde kaldı. Beyaz Saray, Başkan Biden'dan öfkeli bir açıklama yayınladı. " Öfkeli ve kalbi kırıktı". Bu tek başına bir olay değildi. İsrail yardım görevlilerini ya da Filistinli sivilleri korumak için yeterince çaba göstermiyordu. Başbakanla yaptığı öfkeli bir telefon görüşmesinde büyük tavizler talep etti. Gazze insani yardım yağmuruna tutulmalı. İsrail daha fazla sınır kapısının yanı sıra Gazze'nin kuzeyinde açlıktan ölmek üzere olan çocuklara bir saatten az bir mesafede bulunan Aşdod'daki konteyner limanını da açmalı. Başbakan Netanyahu işlerin değişeceği sözünü verdi. Buna rağmen İsrail kamuoyunu oyalıyordu. Netanyahu, Beyaz Saray'dan gelen baskının yanı sıra, İsrail parlamentosundaki destekleri sayesinde koalisyonunu iktidarda tutan aşırı milliyetçilerin de baskısı altındaydı. Gazze'ye yardım götürülmesine karşı çıkmakla kalmıyorlar. Savaşın İsrail'e Gazze'deki Yahudileri yeniden yerleştirmek için paha biçilmez bir fırsat sunduğuna inanıyorlar. Bölgedeki Yahudi yerleşimleri İsrail tarafından 2005 yılında bölgeden tek taraflı çekilmenin bir parçası olarak boşaltılmış ve yıkılmıştı. Geçen haftanın sonunda ABD baskıyı arttırmaya başladı. Perşembe günü ABD'nin en üst düzey insani yardım görevlisi Samantha Power, kıtlığın Gazze'nin bazı bölgelerini etkilemeye başladığının "inandırıcı" olduğunu söyledi. İsrail'in altı aydır Gazze'ye uyguladığı kuşatmanın dünyanın en acil gıda krizine yol açtığı hem dostları hem de düşmanları için açıktı. ABD'nin İsrail'e tedarik ettiği silahların kullanımına koşul getireceğine dair bir başka spekülasyon patlaması daha yaşandı. Cumartesi sabahı, İran'ın İsrail'e saldırısından saatler önce, The New York Times, özellikle ABD Kongresi'ndeki önde gelen Demokratlar arasında derinleşen öfkeyi yansıttı. İsrail'e silah sevkiyatının durdurulması çağrısında bulundu ve Binyamin Netanyahu'ya yüklendi. "İran Netanyahu'ya can simidi sundu" Gazetenin yayın kurulu "İsrail'e Askeri Yardım Koşulsuz Olamaz" başlığı altında Netanyahu ve hükümetindeki sertlik yanlılarını Amerika ile aralarındaki "güven bağını" kopardıkları için eleştirdi. ABD'nin İsrail'e olan bağlılığının ve kendini savunma hakkının, Başkan Biden'ın "Bay Netanyahu'nun alaycı ikili oyunlarını oynamaya devam etmesine izin vermesi gerektiği" anlamına gelmediği belirtildi. Ardından İran'ın İsrail'e yönelik ilk doğrudan saldırısı başbakana bir can simidi sundu. ABD ve diğer Batılı müttefikler, askeri işbirliğinin olağanüstü bir başarısı olarak, İsrail'in İran tarafından fırlatılan 300'den fazla insansız hava aracı ve füzeyi düşürmesine yardımcı oldu. Hiçbir Arap lider İsrail'in Gazze'deki savaşını Ürdün Kralı Abdullah kadar sert bir şekilde eleştirmedi. Ancak Ürdün'ün hava kuvvetleri operasyona katılarak İsrail'e yönelen füze ve insansız hava araçlarını düşürdü. İsrail'e yapılan askeri yardımların şarta bağlanması çağrıları yerini dayanışma ifadelerine bıraktı. Başbakan Netanyahu'nun önüne yeni siyasi fırsatlar çıktı. Gazze en azından bir ya da iki günlüğüne manşetlerden düştü. Ancak başbakanın üzerindeki baskı değişti. Baskı ortadan kalkmadı. İsrail'in bir sonraki hamlesi bu baskıyı daha da arttırabilir. Başkan Biden bundan sonra ne olması gerektiğini düşündüğünü çok açık bir şekilde ifade etti. İsrail bu olayda zafer ilan etmeli, "kazanmayı kabul etmeli" ve karşılık vermemeli. Biden, Amerika'nın İsrail'e desteğinin "demir gibi sağlam" olduğunu bir kez daha ilan etti. Bu, 7 Ekim'deki Hamas saldırılarından bu yana izlediği tutarlı politikaya uygundu. Başkan ve yönetimi, İsrail'e Gazze'de yıkıcı ve ölümcül bir etkiyle kullanılan büyük miktarda silah sevkiyatı yaparken bile Ortadoğu'da daha geniş çaplı, topyekün bir savaşı engellemek için çok çalıştı. Ekim ayından bu yana İsrail silahları ve onlara eşlik eden diplomatik desteği kabul etti ve Joe Biden'ın savaş kanunlarına saygı gösterilmesi ve sivillerin korunması yönündeki giderek daha çaresiz ve öfkeli hale gelen çağrılarını görmezden geldi. "İran'a karşılık verilmemeli" Müttefiklerinin İran'a karşı eşi benzeri görülmemiş askeri işbirliğinden sadece birkaç gün sonra, İsrail bir kez daha sadece Joe Biden'ın misilleme yapmama tavsiyesini değil, Cumartesi gecesi yardım eden diğer ülkelerin de benzer duygularını görmezden gelmeye kararlı görünüyor. Tıpkı Joe Biden gibi, İngiltere Başbakanı Rishi Sunak ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da savaş uçakları gönderdi, her ikisi de İran'ı kınadı ve her ikisi de İsrail'i karşılık vermemeye çağırdı. İsrail'de uzun süredir devam eden inanç ve içgüdülerle karşı karşıya geliyorlar. Bunlardan biri İsrail'in hayatta kalmasının saldırılara ezici bir güçle karşılık vermeye bağlı olduğuna dair derin inanç. Bir diğeri ise Binyamin Netanyahu'nun iktidarda olduğu yıllar boyunca pek çok kez dile getirdiği, İran'ın İsrail'in en tehlikeli düşmanı olduğu ve Yahudi devletini yok etmeye kararlı olduğu görüşü. Pek çok İsrailli de bu görüşü paylaşıyor. Şimdi, 1979'daki İslam Devrimi'nden bu yana yıllarca süren düşmanlığın ardından İran ilk kez İsrail'e doğrudan bir saldırı düzenledi. Uzun süredir gizli yürütülen bir savaş gölgelerden çıktı. İsrail, sorunun karşılık verip vermeyeceği değil, ne zaman ve nasıl karşılık vereceği olduğunu söyledi. Savaş kabinesi topyekün bir savaşı ateşlemeden bunu nasıl yapacağını tartışıyor. Ancak sonuçta herhangi bir saldırı, İran'ın da kapsamlı bir savaş istemediği ve buna göre karşılık vereceği kumarını oynayacak. Bu tehlikeli bir varsayım. Her iki taraf da diğerinin niyetini şimdiden fena halde yanlış değerlendirmiş durumda. Binyamin Netanyahu ve hükümeti bir kez daha İsrail'e düşmanlarına karşı yardım etmek için elinden geleni yapan müttefiklerinin isteklerini görmezden gelmeye kararlı. Aşırı milliyetçi müttefikleri İran'a ezici bir saldırı yapılmasını talep ediyor. İçlerinden biri İsrail'in "çılgına dönmesi" gerektiğini söyledi. Aynı zamanda Gazze'deki insani felaket de devam ediyor. Uluslararası dikkatler Gazze'den uzaklaştı ama geri dönecek. İsrail ordusu hala Gazze'de operasyon yapıyor ve sivilleri öldürmeye devam ediyor. Batı Şeria'da Filistinliler ve Yahudi yerleşimciler arasındaki ölümcül şiddet yeniden tırmanışa geçti. İsrail'in Hizbullah ile sınır savaşı hızla tırmanabilir. İran, İsrail'in saldırması halinde daha güçlü bir şekilde misilleme yapma sözü verdi. İran Silahlı Kuvvetler Genelkurmay Başkanı Hüseyin Bakıri, İsrail'e yönelik saldırının "sınırlı" olduğunu söyledi ve İsrail'in misilleme yapması halinde "çok daha büyük" bir karşılık verecekleri sözünü verdi. Amerikalılar İsrail'in İran'a saldırması halinde yardım etmeyeceklerini söylediler. Ancak Joe Biden'ın İsrail'in güvenliğine "demir gibi" bağlılık tanımının, İran'ın bir İsrail saldırısına kendi saldırısıyla karşılık vermesi durumunda ABD'yi kenarda tutacağına inanmak zor. Orta Doğu'da daha büyük bir savaşa ve daha derin bir küresel krize doğru kayış devam ediyor.

İran’ın İsrail’e Yönelik Misilleme Saldırısını Başlattığı Bildirildi.

2 hafta önce İran'ın İsrail'e yönelik uzun süredir beklenen misilleme saldırısını başlattığı bildirildi.Yerel kaynakların aktardığı bilgilere göre İran'dan fırlatılan çok sayıda Shahed (Şahid) drone'u İsrail'e doğru ilerlemeye başladı.Kamikaze drone'ların birkaç saat içerisinde İsrail'e ulaşabileceği kaydedildi. İsrail kamu yayın kuruluşu Kan da saldırının başladığını doğruladı.Öte yandan bu saldırı mevcut Tahran rejiminin kurulduğu günden bu yana İsrail'e yönelik ilk saldırı girişimi olarak kayıtlara geçti

İran’da İsrail istihbaratı Mossad adına çalışmakla suçlanan 4 kişinin idam edildiği bildirildi

4 ay önce İran yargı erkine bağlı Mizan haber ajansı, İran'ın Cuma günü İsrail istihbarat servisi Mossad ile bağlantılı "sabotajcı" olmakla suçladığı biri kadın dört kişiyi idam ettiğini açıkladı.İdamlar Batı Azerbaycan eyaletinde bu sabah gerçekleştirildi.Aralık ayı ortasında İran, Belucistan'da da Mossad ajanı olmakla suçladığı bir kişiyi idam etmişti.İdam edilen dört kişinin Vafa Hanareh, Aram Omari ve Rahman Parhazo ile Nasim Namazi adlı kadın olduğu belirtildi.İran'ın resmi ajansı IRNA'da yer alan yargılama videosunda, idam edilen kişilerin Türkiye'de bir Mossad ajanıyla iş birliği yaptıklarını itiraf ettikleri anlar yer aldı.İdam edilen kişiler yaptıkları işlerin adam kaçırmak, isimsiz hedefleri tehdit etmek, araçlarını ve evlerini ateşe vermek ve cep telefonlarını çalmak olduğunu belirtti.İdam edilen kişilerin gerçekten suçlu olup olmadıkları ise belirsizliğini koruyor. İran'ın daha önce de başta Beluçlar, Kürtler, Azerbaycan Türkleri ve Araplar olmak üzere idam ettiği muhalifleri işkence altında çeşitli suçları itiraf etmeye zorladığı biliniyor.

Irak ABD askerlerini ülkeden çıkarmaya hazırlanıyor

4 ay önce Bağdat hükümeti Başbakanı Muhammed Şiya es Sudani 28 Aralık Perşembe günü yaptığı açıklamada, ABD liderliğindeki koalisyon güçlerinin ülkedeki varlığına son vermek için çalıştıklarını söyledi. Irak'ı ziyaret eden İspanya Başbakanı Pedro Sanchez ile ortak bir açıklamada konuşan Sudani, ABD öncülüğündeki koalisyon güçleriyle ilişkilerini yeniden yapılandırmaya kararlı olduklarını belirtti. Sudani, "Kapasite sahibi Irak güçlerinin varlığıyla, Irak hükümeti uluslararası koalisyon güçlerinin varlığını sona erdirmeye doğru ilerliyor" ifadelerini kullandı. Öte yandan Sudani, Irak'ta ABD güçlerine ev sahipliği yapan üslere yönelik saldırıları da kınadı. Ancak Bağdat hükümeti Başbakanı, yabancı güçlerin Irak güvenlik güçlerini eğitme ve onlara danışmanlık yapma görevine sadık kalması gerektiğini de vurguladı. ABD bu hafta Irak'ta hava saldırıları düzenlemiş, Bağdat hükümeti söz konusu saldırıları kınamıştı

FİLİSTİN
Konuyla ilgili bilgi sahibi ABD'li kaynaklar, Dışişleri Bakanlığı'nın İsrail ordusuna bağlı "Netzah Yehuda" taburuna işgal altındaki Batı Şeria'da işlediği insan hakları ihlalleri nedeniyle yaptırım uygulama kararını askıya aldığını ve İsrail'in son günlerde verdiği bilgiler ışığında konuyu gözden geçirdiğini söyledi. Söz konusu gözden geçirme, ABD ile İsrail arasında imzalanan bir anlaşmada belirtilen istişare sürecinin bir parçası. Ancak Dışişleri Bakanı Antony Blinken İsrail hükümeti, Kongre üyeleri ve bazı üst düzey Biden yönetimi yetkilileri tarafından olası yaptırımların yeniden gözden geçirilmesi için yoğun baskı altında. Biden yönetimi, Netzah Yehuda taburundan ABD askeri yardımını ve eğitimini kesmeyi planlıyordu ki bu iki ülke arasındaki ilişkilerin tarihinde benzeri görülmemiş bir adımdı. O dönem Senatör olan Patrick Leahy tarafından 1997 yılında kaleme alınan bir yasa, ABD dış yardımlarının ve Savunma Bakanlığı eğitim programlarının, insan hakları ihlalleri yaptığı iddia edilen yabancı güvenlik, askeri ve polis birimlerine aktarılmasını yasaklıyor. Geçtiğimiz Cumartesi günü Axios, Blinken'in Leahy yasası kapsamında Netzah Yehuda birimine yaptırım uygulamayı planladığını bildirmişti. Planlanan yaptırımlar İsrailli liderleri şaşkınlığa uğrattı ve Başbakan Binyamin Netanyahu ile muhalefet lideri Yair Lapid'den öfkeli tepkiler aldı. Her ikisi de Biden yönetimini bu hamleyi hayata geçirmemeye çağırdı. İsrailli yetkililer, bu görüşmelerde İsrail'in mesajının, Biden yönetiminin Netzah Yehuda taburuna yaptırım uygulama niyetini yeniden gözden geçirmesi gerektiği yönünde olduğunu söyledi. Perde arkası İsrailli ve ABD'li yetkililer, son günlerde İsrail ordusu ve İsrail Dışişleri Bakanlığı avukatları ile Dışişleri Bakanlığı yetkilileri arasında birkaç telefon görüşmesi yapıldığını ve bu görüşmelerde İsrail'in Netzah Yehuda taburu hakkında yeni bilgiler paylaştığını söyledi. İsrailli bir yetkili yeni bilgilerin, taburdaki askerlerin kendilerini Filistinli tutuklulara kötü muamelede bulunurken görüntüledikleri 2022 tarihli bir TikTok videosuna odaklandığını söyledi. İsrailli yetkili, videonun ABD'nin tabura yönelik iddiasının temel bir parçası olduğunu ve İsrail'in Dışişleri Bakanlığı'na olayla ilgili soruşturmalar ve atılan disiplin adımları hakkında bilgi verdiğini kaydetti. İsrail, Filistinliler tarafından herhangi bir şikayette bulunulmadığı için askerlere karşı herhangi bir hukuk davası açılmadığını açıkladı. İsrailli yetkili, görüşmeler sırasında İsrail'in, Dışişleri Bakanlığı'nın Netzah Yehuda taburunun Batı Şeria'da İsrail ordusu tarafından “gerçekleştirilmeyen" insan hakları ihlallerinde bulunduğuna karar vermesinin Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin İsrailli asker ve subaylar hakkında tutuklama emri çıkarma ihtimalini arttıracağı yönündeki ciddi endişelerini dile getirdiğini söyledi. İki İsrailli ve ABD'li yetkiliye göre Blinken ayrıca Temsilciler Meclisi Başkanı Mike Johnson, ABD'nin İsrail Büyükelçisi Jack Lew ve yönetimdeki diğer üst düzey yetkililer de dahil olmak üzere Kongre üyelerinin yoğun baskısıyla karşı karşıya kaldı. Son durum Blinken birkaç gün önce Johnson'a bir mektup göndererek Netzah Yehuda taburuyla ilgili sürecin Kongre'den geçen İsrail'e ek yardım paketini etkilemeyeceğini belirtti. Blinken'in mektubu ilk olarak ABC News tarafından yayınlandı. Bir kopyası Axios tarafından ele geçirilen mektupta Blinken, İsrail'e yapılacak yardımın Kongre'de kabul edilen ek yardım paketini etkilemeyeceğini belirtti. Blinken, "İsrail hükümeti bu birliğin durumuna ilişkin yeni bilgiler sundu ve biz de bu birliğin etkin bir şekilde iyileştirilmesi için bir yol belirlemek üzere devreye gireceğiz" diye yazdı. Üst düzey bir ABD'li yetkili Blinken'in Netzah Yehuda Taburu'nun Batı Şeria'da ağır insan hakları ihlalleri gerçekleştirdiği yönündeki tespitinin değişmediğini, ancak İsrail'in bu konuda adım atıp atmadığını incelemek üzere konuyla ilgili bir istişare sürecinin başlatıldığını söyledi. ABD'li yetkili, bu adımların Leahy yasası uyarınca tatmin edici olmaması ve İsrail'in asker ve subayları sorumlu tutmadığı ve ihlallere yol açan koşulları düzeltmediğinin görülmesi halinde, ABD'nin yasayı uygulayacağını ve bu birliğe yardımı keseceğini söyledi. Netzah Yehuda nedir? Netzah Yehuda ilk olarak 1999 yılında kuruldu. Başlangıçta Nahal Heredi olarak biliniyordu ve sadece 30 İsrail askerinden oluşuyordu. Tamamı erkeklerden oluşan askeri birlik, İsrail'in kurulduğu 1947 yılından bu yana zorunlu askerlikten muaf tutulan ultra-Ortodoks Haredi erkeklerin dini ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulmuştur. Birlik, Yahudi olmayanları dışlar, katı dini kurallara sahiptir ve katı cinsiyet ayrımını muhafaza eder (üslerine sadece subay eşleri kabul edilir). Şu anda birliğin yaklaşık 1.000 askeri bulunmaktadır. Tabur, İsrail ordusundaki diğer birliklerden rutin olarak geri çevrilen Hilltop Youth hareketine mensup sağcı yerleşimcileri sık sık bünyesine katıyor. Maryland Üniversitesi'nde İsrail çalışmaları profesörü olan Marwa Maziad Middle East Eye'a yaptığı açıklamada "Tabur, Yahudi dini yorumlarını milliyetçi militarizmle birleştiren dindar siyonistleri kendine çekiyor" dedi. Maziad, ultra Ortodoks İsraillilere tanınan muafiyet nedeniyle birliğin askere almak yerine gönüllülerden faydalandığını söyledi. Maziad, "Bu muafiyet şu anda İsrail'de tartışılıyor” dedi ve ekledi: "Bu gayri resmi yasadışı yerleşimcilerin Haredi askerler olarak resmen hizmet vermeye başlayacak olması... bir zamanlar laik olan [İsrail ordusunun] daha da dinselleştirilmesi ve teokratikleştirilmesi yönünde önemli bir adımdır." Tabur, İsrail ordusunun işgali altındaki Batı Şeria'da "Filistin terörizmine karşı savaşın ön saflarında" yer aldığını belirttiği Kfir Tugaylarını oluşturan beş birlikten biri. Netzah Yehuda, Batı Şeria'nın Ramallah ve Cenin kentlerinde faaliyet gösteriyor.

İsrail Batı Şeria’da 7 Filistinliyi katletti

1 hafta önce İsrail güçlerinin işgal altındaki Batı Şeria'da bulunan Nur Şems mülteci kampına yönelik saldırıları ikinci gününe girdi. Saldırıda şimdiye dek 7 Filistinli hayatını kaybederken çok sayıda kişi de yaralandı. Hayatını kaybedenler arasında bir çocuk da bulunuyor. Görgü tanıkları, İsrail güçlerinin Filistinlilerin cesetlerini alıkoyduğunu ve ambulans ekiplerinin bölgeye ulaşmasını engellediğini doğruladı. İsrail ordusu Perşembe gecesi mülteci kampına karşı geniş çaplı bir saldırı başlatmıştı. İki buldozerin eşlik ettiği ordu güçleri kampa giden tüm yolları keserek bölgeyi abluka altına aldı. İsrail buldozerleri kampın içindeki ana caddeleri, ara sokakları, su ve atık su şebekelerini tahrip etti ve kamptaki duvarları, dükkanları ve bazı evleri yıktı. Kampın girişlerini toprak yığınlarıyla kapatan İsrail güçleri ayrıca kampın bitişiğindeki Nablus Caddesi boyunca elektrik direklerini ve tellerini hedef alarak bölgenin bazı kısımlarında elektrik kesintilerine neden oldu. Saldırı sırasında çok sayıda ev basıldı ve onlarca Filistinli alıkonuldu. Bölgede çatışmaların sürdüğü ifade ediliyor.

İsrail’in Refah’taki tehcir planının detayları belli oldu

1 hafta önce İsrail, Refah işgali öncesinde sivilleri tehcir etmeye yönelik planlarını ABD ile paylaştı. Planlarda, yerlerinden edilen sivillere gıda ve su yardımı sağlamaya ilişkin herhangi bir detay yer almaması dikkat çekti. Institute for the Study of War (ISW) tarafından yapılan son değerlendirmede, 18 Nisan günü ABD ile İsrail arasında Refah işgaline dair yapılan görüşme ele alındı. Kuruluşun raporuna göre İsrail'in ABD ile paylaştığı askeri planlar "gıda, su ve diğer sivil hizmetlere erişim kavramlarını" içermiyor. İsrail'in Refah'taki sivilleri Mevasi bölgesi başta olmak üzere kuzey bölgelere göndereceği ifade ediliyor. Taraflar arasındaki görüşmelerin devam etmesi bekleniyor. Refah bölgesinde yaklaşık 1.5 milyon insan yaşıyor. İsrail'in bölgeye yönelik saldırısının insani felaketi derinleştirmesinden endişe ediliyor.

Gazze’de can kaybı 33 bin 970’e yükseldi

1 hafta önce İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik saldırılarında hayatını kaybeden sivillerin sayısı artıyor. Gazze'deki Filistin Sağlık Bakanlığı'nın açıklamasında, İsrail saldırılarında 7 Ekim'den bu yana 33 bin 970 kişinin hayatını kaybettiği belirtildi. Saldırılarda 76 bin 770 kişi de yaralandı. Sağlık Bakanlığı, çok sayıda yaralının halen enkaz altında ve yollarda olduğunu, ambulans ve sivil savunma ekiplerinin ise yaralılara ulaşamadığını kaydetti. İsrail ordusu ve siyasi otorite her ne kadar saldırıların Hamas'ı hedef aldığını öne sürüyor olsa da açıklanan veriler ve görüntüler ışığında yapılan değerlendirmelerde, İsrail'in bölgede sivilleri doğrudan hedef aldığı anlaşılıyor. Ölenlerin yüzde 70'inin kadın ve çocuklar olduğu belirtiliyor. 7 Ekim'de Gazze Şeridi'ne yönelik hiçbir hedef gözetmeyen ağır bir bombardıman başlatan İsrail, 27 Ekim tarihinde bölgeyi karadan işgal etmeye başlamıştı.

İSLAM DÜNYASI
Beyaz Minare Medya ekibi olarak tüm müslüman kardeşlerimizin bayramını kutlarız. Allah hepimizin Salih amelerini, itaatleri, orucunu, namazlarını ve infaklarımızı kabul etsin. Rabbimiz Subhanehu ve Teala bizleri tevhid sancağı altında yaşayacağımız bayramlarda bir araya getirsin. Allah bizlere bir sonraki bayramı, İslamı yeryüzünde intişar etmiş olarak idrak ettirsin.Bugün özellikle bizler ehlimizin ve çocuklarınızın yanında bayram ederken sınır boylarında; Gazze'de, Suriye'de, Somali'de, Arakan'da ve dünyanın diğer beldelerinde düşmanları gözetleyen mücahid kardeşlerimizin özellikle bayramını tebrik ederiz.

Cezayirli darbeci general Halid Nezzar öldü

4 ay önce Cezayir'de adı, başta 1992 darbesi olmak üzere sivillere yönelik ihlaller, işkenceler ve diğer suçlarla anılan emekli Tümgeneral Halid Nezzar öldü. 86 yaşındaki Nezzar'ın uzun süren hastalığı neticesinde 29 Aralık Cuma günü öldüğü açıklandı. 1937 yılında Cezayir'in Batna bölgesinde doğan Halid Nezzar Fransa ve Rusya'da eğitim görmüş, Fransız ordusunda yer almış, Cezayir Kurtuluş Savaşı'nda Fransızların emrinde Cezayirlilere karşı savaşmış bir isimdi. Nezzar, 1962'de Cezayir bağımsızlığını kazanırken şaibeli bir biçimde taraf değiştirdiğini iddia edip yeni kurulan Cezayir ordusunda yer almıştı. Seküler görüşlere sahip olan Nezzar, yeni kurulan Cezayir'in de bu doğrultuda şekillenmesinde rol oynadı. Nezzar, 1992 yılında İslami kesimi hedef alan darbe esnasında Cezayir'in Savunma Bakanı'ydı.

Kassam Tugayları Sözcüsü Ebu Ubeyde, 28.12.23 Tarihli Son Açıklamasında Nelere Değindi?

4 ay önce Ebu Ubeyde: 83 gündür süren savaşın ardından en büyük selamı, Gazze'deki kararlı halkımızın dışında kimse hak edemez. Kassam Tugayları halkımızla aynı siperde, bir lokma ekmeği ve bir yudum suyu paylaşıyor. Aksa Tufanı, Siyonist Rejimi yok olma yoluna soktu. İşgalci İsrail'e yüzyılın darbesini indirerek, hak ve hürriyet talep eden bir millet olduğumuzu tüm dünyaya haykırdık. Cihad etmeye ve hazırlanmaya devam ettik çünkü haklarımız elimizden alındı. 83 gündür süren saldırının ardından hâlâ düşmana karşı sahadayız. Şu ana kadar İsrail'e ait 825 araç imha edildi.Son iki günde işgalcilerin 3 helikopterini hedef aldık. Mücahitlerimizin düşman askerlerini ve araçlarını hedef aldığını ispatlayan birçok belge yayınladık ama bu, buzdağının yalnızca görünen kısmıdır. Milletimize yönelik saldırılar durmadan hiçbir takas anlaşmasını kabul etmeyeceğiz. Düşmanı başarısızlığa uğratan şey halkımızın ve mücahitlerimizin sahadaki kararlılığıdır. Gazze, savunmasız halklara karşı insan hakları kılıcını taşıyan tüm yalancıları açığa çıkardı.

Endonezya’da Arakanlı mültecilere saldırı

4 ay önce Endonezya'nın batısındaki Açe eyaletinde yüzlerce üniversite öğrencisi Müslüman Arakanlı mültecilerin kaldığı geçici bir kampı basarak mültecilerin sınır dışı edilmesini talep etti. 27 Aralık günü protestocular 100'den fazla Arakanlıyı, Banda Açe kentindeki merkezden zorla çıkardı. Farklı üniversitelerin amblemlerini taşıyan ceketler giyen öğrenciler, baskın düzenledikleri sırada Arakanlı mülteciler aleyhine sloganlar attı. Öğrencilerin yerde oturan ve korku içinde ağlayan Rohingyalı erkek, kadın ve çocukların eşyalarını tekmeledikleri görüldü.

SAĞLIK
"Tıbbın İfsadı", küresel tuğyanın her alanda olduğu gibi tıp, gıda, sağlık alanlarında da insanları köleleştirme ve kapitalizm çarkları arasında ezme projelerine dair detaylı bilgiler, açıklamalar içeren göz açıcı bir kitap. Doğal ve helâl tedavilerin savunucusu olan Dr. Bekir Tok'un kaleme aldığı bu kitabı küresel tuğyanın hipnozundan uyandırmak istediğiniz yakınlarınıza okutmalısınız. Geçtiğimiz yıllarda sahnelenmiş olan Covid plandemisinde de kınayıcıların kınamasından çekinmeden hakkı haykıran, bağımsız ve vicdan sahibi doktorlardan olan Bekir Tok'un tıp dünyasının işleyişi ve iç yüzüne dair dile getirdikleri can kulağıyla dinlenmeli. Kitabın özünde, şeytan aleyhillâne ve avaneleri tarafından kurulmuş ve yönetilmekte olan dünya düzeninin; insanlığı maddi ve manevi olarak sömürmek, tevhid üzere yaratılmış olan fıtratlarını bozmak, köleleştirmek ve Allah subhanehu ve teâlâ'ya şirk koşturmak üzere tasarlandığı vurgulanıyor. Bu şeytani oyunlara kanıp da şirk bataklığına düşmemek için ise okumamız, araştırmamız, sorgulamamız gerekiyor. Dünyada ve ülkelerde kurulu şeytani sistemden elinden geldiğince teberri etmeye çalışan kullarına Allah Tebareke ve Teâlâ yardım edip kolaylaştıracaktır. Kitaptan bazı alıntılarla okurlarımızı baş başa bırakıyoruz. Tüm altını çizdiğimiz kısımları paylaşmak isterdik lakin şimdilik bu kadarla iktifa ediyoruz. Kitabın son sayfalarını mutlaka okumalısınız. 285. sayfadan başlayan "Şifa Kavramı" ve bir sonraki bölüm olan "Ölçüler ve Sonuç" kısımları mutlaka okunmalı. Kitaplığınızda bu kitap mutlaka yer almalı. Eşe dosta tavsiye etmeli, ödünç vermelisiniz. Çocuklarınıza anlayacakları dilde anlatmalısınız. -ALINTILARIN BAŞLANGICI- "Rockefeller ailesini duymuşsunuzdur.; 19. yüzyılın sonlarında kurdukları Standard Oil şirketi ile adlarını duyuran bu aile, buradan yola çıkarak; tarım, eğitim, siyaset, tıp gibi bir çok alanda ahtapot gibi kolları dünyayı sarmış, ülkeleri ve yöneticilerini istediği gibi parmaklarında oynatmıştır. Bunun gibi Rothschild ailesi ile Bill Gates gibi isimler ve son meşhur isim Elon Musk gibiler; dünya siyasetini ellerinde bulundurdukları servet ve güç ile istedikleri gibi yönetir olmuşlardır. Bugün hangi taşı kaldırsanız, hangi şirketi araştırsanız bu aileler karşınıza çıkmaktadır. Görünen o ki, şeytani düzeni kuran, devam ettiren, birçok alanda istedikleri gibi at koşturan isimler bunlar. Asrımız ulus devletleri bu isimlerin yeryüzündeki emellerini rahatça gerçekleştirebilmek için onlara maşa görevi görüyor." (s. 45) "Doğa gezilerinin yerini AVM gezileri aldı. Saatsiz ve penceresiz AVM'lerde sinema, yemek, mağaza üçgeninde dolanarak mutlu olunur sandık. Sinemada beynimizi, yemekte bedenimizi, mağazada nafakamızı kirlettik. Dağda, ağaç altında temiz bir nefese, AVM'nin esans kokularını ve radyasyon dalgalarını tercih ettik." (s.65) "Son yüzyılın fesad düzeni; şeytanın on binlerce yıllık tecrübesi ve ustalığı ile hazırlandı. Kendi vurup kendi ağlayan, sahneyi yazıp oyuncuyu eleştiren bir düzen bu; tavşana kaç, tazıya tut diyen... Nasıl mı? Faizi serbest bırakır, her köşe başına banka açar, bankaya uğramayacak birini bile maaş bahanesiyle bankayla barıştırır; sonra faiz bataklığına batan insanları camilerde 'Faiz haramdır.' diye uyarır. Kumar 'Milli Piyango' adı altında bizzat devlet tarafından oynatılır. Her yerde kumar resmi-gayrı resmi yaygınlaştırılır, sonra televizyonda kumarın haram olduğunu anlattırır düzenin hocalarına. Kadını kadınlıktan, erkeği erkeklikten çıkarır; diziler ve filmler aracılığıyla şiddete, çıplaklığa ve zinaya özendirir, kadını her yerde ticari obje olarak kullanır... Sonra 'Kahrolsun kadına şiddet' diye bağırır televizyonlardan... Genelevlerini resmi olarak işletir, polislerini başına diker, doktorları ile düzenli muayenelerini yaptırır... Sonra 'Aile toplumun yapı taşıdır.' der... Uyuşturucu baronlarını alttan alta destekler, milyar dolarlık ticaret ağlarına göz yumar, arada bir baskınla devede kulak denebilecek bir miktarı yakalayıp 'Uyuşturucu ile mücadele ediyoruz' der... Memleketi küresel dev firmalar parsellerken, çıkıp televizyonlarda 'yerli üretim' nutukları attırır bu düzen... Memleketin her karışına askeri üsler inşa edilirken, bağımsızlığın ne kadar önemli olduğu yazar okul ders kitaplarında... Ekini ve nesli ifsad ederken, 'Biz ıslah ediciyiz' der kısaca bu düzen... İşte bu düzenin sistemsel bir parçası olan 'demokrasi' ile, tüm insanlığa bu projelerin ve ifsadın bir parçası olma yolu açılır. İnsanlık, seçtiği vekilleri aracılığıyla istemeden de olsa bu düzenin bir parçası hâline gelir. İslâmi söylemlerle yöneticiliğe vekâlet istense bile, bu kara deliğe girişin cicili ambalajla süslenmiş bir paketidir bu yöntem. Zira bu sisteme biat etmeden en ufak taşraya bile yönetici olmanıza katiyen izin verilmemektedir." (s.74) "Yeni Dünya Düzeni; Allah'ın şu son birkaç yüzyılda, insanları imtihan etmek için mücrimlere 'es-Sabur' ismiyle verdiği mühletin neticesinde kurulmuş ifsad düzeni... Allah azze ve celle insan bu mühleti verince tüm âlem çamurdan yaratılan basit bir varlığın ne kadar azgınlaşabileceğini, ne kadar ileri gidebileceğini daha iyi görmüş oldu. Sonuçta bu kadar karmaşık bir düzenin temelinde basit bir gerçek yatmaktadır: dünya hırsı... Sonsuz yaşama arzusu, daha çok kazanma duygusu; hiç şüphesiz aynı vaadlerle atamız Âdem (as)'ı kandıran şeytanın bu düzenin mimarı olduğunu gösterir." (s.75-76) "Yediğimiz içtiğimiz ürünlerin mümkün olduğunca piyasadakilerin en doğalı olmasına özen gösterelim. Bunu ibadetlerden zevk alabilmek, dünyevi ve uhrevi görevlerimizi daha zinde ve kolay gerçekleştirebilmek için yapmamız gerek. ... İçinde muhtemelen haram maddeler bulunan ve dolayısıyla yenmesi de şüpheli olan maddeleri tükettiğimiz ve bu problemi de önemsemediğimiz hâlde ne kadar takvadan söz edebiliriz?" (s.133) "Çocuklarının ufacık burnu aksın, ufacık ateşi çıksın soluğu hastanede alan aileler çocuklarına büyük kötülük yapıyor." (s.149) "İnsan hayatta yaşadığı zorluklar, kötü anılar, eziyetlerle vardır. Kiminin imtihanı ağır, kimininki hafiftir, Düşünsenize Peygamberimiz Muhammed (sav)'in hayatı boyunca çektiği sıkıntıları? Sahabenin... Onlar da mı antidepresan kullanmalıydı? Hayır, tam da yukarıda bahsettiğim gibi, her iki dünyada da insanı mutlu edecek ve çektiği zahmetleri ona rahmet kılacak olan doğru temeller üzerine oturmuş bir inançtır. Bu olduktan sonra Eyyub (as) gibi en ağır hastalıklara da müptela olsanız, çoluğunuzu çocuğunuzu kaybetseniz, siz yine de sığınacağınız kapıyı bulabilirsiniz." (s. 178) "Adı üstünde bunlar 'ruh sağlığı' hastalıkları. Maddi hastalıklar değil. Bunlar tavuklar gibi insanların köleleştirilmesi, idealsizleştirilmesi, doğal yaşamından ve ortamından koparılması, hep kendisinden üstte olan yaşamlara özendirilmesi, fıtratına en uygun din olan İslâm'ın terbiyesinden uzak kalınması neticesinde ortaya çıkan hastalıklar olduğu için öncelikli olarak bu kısır döngüden kurtulmanın yollarına bakmak gerek." (s.179) "Hep bahsettiğimiz gibi tüm bozgunların sebebi şeytan. Bozgun/fesad, bir zincir şeklinde ona tabi olanlar aracılığıyla ilerlemekte. İnsanlık topluca Allah'ın ipine sarılmak yerine şeytanın tahakkümüne razı olduğunda çorap söküğü gibi topraktan semaya tüm varlıklar ifsad çarkını döndürmeye başlamakta." (s.187-188) "Şeytanın en büyük amacı ne para, ne insanların kısır olması, ne de mülk mevki vb.dir. Şeytanın en büyük amacı daha çok insan Allah'a kendisi gibi başkaldırsın, daha çok insan Allah'ın ebedi azabında kendisine arkadaş olsundur." (s.189) "Buraya kadar yeryüzünde şeytanın temsilciliğini yapan bu güçler kazandı, insanoğlu onların köleliğini yaptı, hatta insanlığı zehirledikleri ürünleri imal eden fabrikalarda bile onlara kölelik etti. Doğal olarak -manevi anlamda- kalbi kararan insanoğlunun sağlığı da bozuldu. Bu sefer sağlığı düzeltmeyi, hastalıklara şifa dağıtmayı da sözde üstlenen bu sistem; bir çark da bu büyük çarka ekledi, böylece hem insanların fıtratını bozarken, hem de onları iyileştirdiğini iddia ederek servetler kazandı. Keşke iyileştirseydi, ama amacı iyileştirmek de değildi, çünkü iyi ve sıhhatli olan insanlar onlara müşteri değildi. Bu yüzden ilaçlar, tedavi etmesi için değil; anlık olarak rahatlatıp, hastalığı sürdürecek şekilde tasarlandı." (s.189) "Devlet bir şekilde ya 'sağlık' adına ya da başka kalemler adına halktan topladığı milyarları bu ilaç firmalarına dolaylı yoldan ulaştırmış oluyor. Neden her içtiğimiz, yediğimiz, giydiğimizin yarısı vergi; neden aldığımız arabaya yüzde yüzden fazla vergi konuluyor ve neden yakıtı bu kadar pahalı kullanıyoruz sorularının cevabı burada yatıyor. Vergi adı altında bir de 'kutsal' ibaresi yapıştırılarak sağlık sektöründe olduğu gibi her sektördeki para babaları bu şekilde zavallı halkların sırtlarından adeta bir sülük gibi geçiniyorlar." (s.208) "Kızamık aşısı olmayan çocukta en ufak kızarıklık görse çocuk doktorları hemen 'Gördün mü bak çocuğun kızamık oldu, şimdi bundan dolayı ölse ne olacak?' deyip, 'Hemen kızamık aşısı yapmalıyız.' diyerek aileyi baskı altına alması çokça duyduğum yaşanmış olaylar. Bu tarz olaylarda yanlış teşhis söyleyerek aileyi korkutma, kızamık gibi bir hastalığın ölüm oranı çok daha düşük olmasına rağmen sanki her hasta olan ölüyormuş izlenimi uyandırma, tıbbi bir uygulamayı psikolojik baskı ile dayatma gibi birçok yanlış var. Teşhis doğru olsa bile hastalık anında tekrar aşı yapmanın gereksiz olması da ayrı bir facia. Tıbbın çoğu zaman 'dogma'lara bel bağladığı ve bağnazca savunulan gelenekleri barındırdığını gösteren bir sahnedir bu." (s.213) "Modern tıp, organların bozulmasını önlemek ya da bozulmuşu tedavi etmek yerine, yerinden çıkarmayı çoğu zaman tercih ediyor." (s.213) "Türkiye'de ilaçların etkinliklerini ve fiyatlarını, gerekli olup olmadığını kim, nasıl denetliyor, denetleyenlerin yetkinlikleri nasıl ve bunları etkileyen, suistimale zorlayan odakların olup olmadığı karanlıktır." (s.229) (Not: Bu konu hakkında delilleriyle gerçekleri görmek isteyenler Soner Yalçın'ın SAKLI SEÇİLMİŞLER ve KARA KUTU isimli kitaplarını okuyabilir) "Bir de şu algı vardır ki, empati yapmakta fayda var: Koca koca tıp kitaplarında gribal enfeksiyonların tedavisinde ada çayı bahsedilmezken, halkın gelip de 'Kullanalım mı?' sorusu cahilce(!)dir. Ne yani koskoca bilim bunu bulamamış da basit bir köylü mü iyi geleceğini iddia ediyor. Oysa bitkilerle ilgili veya diğer geleneksel tedavilerle ilgili çalışma yapan bağımsız kaynaklar da vardır; ancak tıp kitaplarını ve protokollerini belirleyen camialar bunları dikkate alacak kadar saf değildir. Bunun bir sebebi tabiatta doğal hâlde bulunan bir bitkinin patentlenemeyeceği gerçeği ve buna bağlı olarak Allah'ın arzında birçok yerde biten bu bitkilerin kazanç kapısı olmamasıdır." (s. 235) "Dağda kendi başına hayvanlarını otlatan yaşlı kadını 'Neden maske takmıyorsun?' diyerek uyaran jandarmanın videosu oldukça trajikomikti. Akşama kadar toz, toprak, salya, sümük ile şekilde şekle giren maskenin içine nasıl oluyorsa sadece koronavirüs giremiyordu!" (s.241) "Sonuç olarak, dünyayı ifsad etme, insanları daha kolay yönetilebilir köleler hâline getirme amacındaki dünya ekâbirlerinin amaçlarına ulaşabilmek için tıbbı ve sağlığı en büyük silah olarak kullanmaları mide bulandırıcıdır. Asıl üzücü olan ise, bu zayıf hileleri ile peşlerinden sürüklediği milyarlarca düşünmeyen, akletmeyen insan yığını ile aynı gemide olmaktır." (s. 244) "Aşı bilim dünyasının kutsallarındandır. Aşı ile hastalığı önleme mantığı aslında bir teoriden öteye gitmese de yine de bu teoriye karşı gelen doktorlar; çalışmalarına, uzmanlıklarına bakılmadan tıp dünyası tarafından alaya alınır, aforoz edilir. Aşı dokunulmazdır, yoruma açık değildir. Aşı hakkında soru sormak bile cehalettir birçoğunun gözünde. Ama bir kere merak edip 'Neler dönüyor?' sorusunu sorabilmek önemlidir." (s. 261) "Yalnız aşılar kendi başlarına sadece mikroptan oluşmuyordu. İçerisinde bu zayıflatılmış mikrobun üretilerek aşıda kullanılabilmesi için maymun, domuz, inek, tavuk gibi hayvanların hücrelerinin bulunduğu kültürler kullanıldı. Üretilen mikroplar kültürden alınıp aşı flakonuna aktarılırken, kültüre ait DNA parçaları da numuneye karışır. Dolayısıyla kişiye zerk edilen aşının içerisinde bu hayvanlara ait DNA parçaları da kana verilmiş oldu. Ayrıca yine koruyucu olması ve etki etmesine yardımcı olmak amacıyla civa, alüminyum gibi ağır metaller de aşıların içerisine katıldı. Burada sorunlar baş göstermeye başladı." (s.260) "Çocuklarımızın televizyonlarla nasıl hipnoz edilip yönetildiğini görmüyor muyuz? Aşıdan önce, çocuklarımızın beyinlerini dumura uğratan, çöp tenekesine çeviren eğitim sistemlerini sorgulamalıyız. Çocuk ağlamasın diye ağzına cips, eline akıllı telefon verdikten sonra, aşıların çocukların zihinlerini etki altına aldığını konuşmak tutarsızlık..." (s.270) "Özgür bir şekilde düşünmeye izin verilmiyor. Devlet kontrolünde tek tip eğitim, diyanet kontrolünde din, yine üstten kontrol edilen tek tip medya ile tek tip zihinler oluşturulmak isteniyor. Böylece yığınlar 'köle' isminin rahatsız edici tınısına takılmadan hizmet etmeye devam ediyorlar. İşte buna modern kölelik diyoruz. İnsanlık belki zincirlerle bağlanmıyor, bir yerlerde hapsedilmiyor ancak günlerinin tamamını çalışmakla geçiriyorlar, düşünmeye fırsat bulamıyorlar, bu kadar çalışmalarının karşılığında verilen az miktar para, ağır vergilerle kendilerinden geri alınıyor. Böylece bu yalancı döngü ile insanlar gizli köleler hâline getiriliyor." (s.271) "Aşk diye bir terim kutsallaştırıldı. Sahi Müslüman olduğunu iddia eden herkese sormak gerek, 'aşk' kavramını hangi ayet ya da hadiste duydunuz? Tüm çizgi filmler, sinema filmleri, diziler, tiyatroların vazgeçilmez teması 'aşk' değil mi? Gözümüzün içine yıllardır o kadar soktular ki, artık evli olmayan bir çiftin el ele tutuşması hemen herkes için normal bir hâle geldi. Normalleştirme aşama aşama devam etti., her çıkan film 'daha cesur' idi. Bu şekilde toplum dönüştürüldü, zina yaygınlaştırıldı. Yıl 2022 olduğunda, sokakta alenen zina edenleri medyada her gün duymaya başladık. Kıyametin alametlerinin birer birer önümüze çıkması sürpriz değil." (s. 274-275) "Hayatın her alanında fıtrata en uygun düzen bellidir: Allah azze ve celle'nin emrettiği ve Resul'unun örneklendirdiği aile hayatı...'Atalarımın yolunda giderim, geleneklerden şaşama' zihniyetinde olan aileler gibi, her daim moda akımların peşinden gitmeye çalışan sözde modern aileler de bu dengeyi gözetmediği sürece yanılmaya ve hata etmeye devam edeceklerdir." (s.282) "Gerçek bilgelik, sunulan moda akımları takip ederek istenilen formda sürekli güncellemek değil, şeytanın ve uşaklarının tuzaklarına karşı, kendisini ve ailesini koruyabilecek dik duruşu gösterebilmek, bunun için de bu tuzakları en iyi şekilde fark ederek kendisinden ve etrafından def edebilmektir." (s. 283) "Doğru olan Allah azze ve celle'nin hastalıkları ya bunu kullarını imtihan etmek adına sebepsiz yere ya da kullarının yaptıkları cürümleri affetmek adına bir vesile olarak vermesiydi. Emanet olarak kendilerine bahşedilen vücuda kendi elleriyle hunharca davranmaları da çoğu zaman hastalık için sebepti. Aynı şekilde şifayı da Allah azze ve celle verirdi ve bu bölüştürülebilen, başka varlıklara da lütfedilmiş bir yetki değildi. Eğer insan şifayı başka kaynakta ararsa Allah azze ve celle'ye şirk koşmuş, haram olan nesnelerde ararsa Allah'a isyan etmiş olurdu. Şeytan için vazgeçilmez bir alandı sağlık alanı bu yüzden." (s.285) "İşte maddeci anlayışın dünya hayatına ve maddeci tıbbın da alt başlık olarak insan sağlığına bakışı bu denli sakattır. Oysaki doğru olan anlayış; kurulmuş muazzam sistemde oynamalar olduğunda, yani hastalıklar ortaya çıktığında, başka yerleri de oynayıp işi içinden çıkılmaz hâle getirmek değil, bu düzeni nahif bir elle, hafif dokunuşlarla ve sistemin sahibinin de yardımını alarak eski hâline getirme çabasıdır." (s.288) "Sihirbazların bir toplumdaki en önemli görevi eğriyi doğru, doğruyu eğri göstererek, yapmadıklarını yapmış gibi göstererek insanları aldatmak, kendilerine hayran bırakmak, etkilemek ve bu yolla da zihinlerini kontrol altına almaktır. Kralların en sevdiği yardımcılarındandır sihirbazlar.... Eğer birisi bir gün beş dakika tefekkür eder de: ' Bu kral da bizim gibi bir insan, yemek yer, defi hacet için tuvalete gider' gibisinden "terörist" düşüncelere kapılır da kralın insanlara uygun gördüğü 'dini' sorgulamaya başlarsa, bu krallığın akıbeti açısından tehlike oluşturacağından hiç hoş görülmez. Sihirbazların devreye girdiği nokta da budur. Nitekim tağutların Kur'an'daki temsili olan Firavun'un da yardımcılarından en gözde makamlardan birini bu sihirbazlar dolduruyordu." (s.293-294) "Sahi vücutlarınız sahte gıdalarla hasta edilirken hasta bedenler ve zihinlerle Allah'ın sizin için çizmiş olduğu idealleri gerçekleştirebileceğinizi mi zannediyorsunuz? Bizleri köle olarak gören, iş gücümüzden faydalanan her türlü ticaretimize ortak olup bizle beraber asalak gibi kazanan, vergilerle sırtımızı ezen Firavunların size layık gördükleri ama kendileri yemedikleri besinlere, hürriyete rağmen tamah mı edeceksiniz?" (s.312) -ALINTILARIN SONU-

Kedi Kadar Kıymeti Olmayan Bebekler

4 ay önce Türkiye'de "Parasetamol", yurtdışında "Acetaminophen" olarak bilinen ağrı kesici ve ateş düşürücü olarak piyasaya sürülmüş Rockefeller tıbbı firmalarının insanları zehirlemede kullandığı toksik maddelerden biri hakkında bilim dünyası uyarıda bulunuyor. Türkiye'de etken maddesi Parasetamol olan ilaçlar arasında en bilinenleri ve en yaygın olarak kullanılanları Parol, Minoset, Calpol, Vermidon, A-ferin, Gripin, Panadol, Tylenol (Tylol)'dur. Esas problem; bebek ve çocuklarda ateş, soğuk algınlığı vb. durumlarda doktorların sıklıkla reçete ettiği, anne babaların ise son derece rahat bir şekilde çocuklarına verdiği parasetamol içerikli ilaçlarda, örneğin Parol ve Calpol'dedir. Güncel bağımsız bilimsel çalışmalar göstermektedir ki; PARASETAMOL ZEHRİ BEBEK VE ÇOCUKLARDA NÖROLOJİK HASARA SEBEP OLMAKTA, GELİŞİM GERİLİĞİ, DİKKAT EKSİKLİĞİ VE HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU VE OTİZM SPEKTRUMU HASTALIKLARINA YOL AÇMAKTADIR. Bilimsel makale için tıklayın. Günümüzde hemen her çocukta görülen bu nörolojik hastalıkların bu kadar artmasının başlıca sebeplerinden biri çocukluk çağı aşıları olmakla beraber, diğer sebebi ise; her hastalıkta, her ateşte ve her ağrıda çocuklara kaşık kaşık içirilen Parasetamol içerikli ilaçlarıdır (Parol, Calpol, Tylol). Bebekliğinden beri her hastalığında, her ateşte bu ilaçları alan çocukların beyinleri geri dönülemez şekilde hasar görmekte ve yukarıda sayılan çağımızın belası nörolojik hastalıklar (Otizm, DEHB vb) çığ gibi artmaktadır. Bilimsel makale için tıklayın. Çocukları bu hastalıklardan muzdarip olan gelen ebeveynler şu ayeti kerime'yi tefekkür etmeliler. "Başınıza gelen her musibet, ellerinizle kazandığınız (günahlar) sebebiyledir. Hem (Allah) çoğunu da affeder." (42-Şûrâ:30) Konunun kedilerle ilgisi ise aşağıdaki gibi açıklanmaktadır. Kedilerde "glucuronidation" (glukuronidasyon) adlı metabolik proses yetersizdir. Bu metabolik proses, "parasetamol" denen zehrin vücut tarafından işlenerek atılması için gerekli olan bir prosestir. Dolayısıyla kedilere "parasetamol" içeren bir ilaç verildiğinde vücutları bunu işleyemez ve ilacın oluşturduğu toksisite sonucu ciddi hastalıklara maruz kalabilirler ve hatta ölebilirler. (Bilimsel makale için tıklayın.) Veterinerler bu bilgiye sahip olduklarından, kedilere asla Parasetamol kullanmazlar. Yenidoğan bebekler ve küçük çocuklar da tıpkı kediler gibi, Parasetamol'ü işleyip vücuttan atılmasını sağlayan "glucuronidation" (glukuronidasyon) adlı metabolik proses açısından son derece yetersizdir. Yetişkinliğe ulaştıkça bu proses tam olarak gelişmektedir. Dolayısıyla Parasetamol kullanımı yetişkinlere, çocuklarda olduğu kadar zarar vermemektedir. Ne yazık ki, içinde yaşadığımız küresel tuğyanda bebeklerin kedi kadar kıymeti olmadığından; veterinerler kedilere "zarar görürler" endişesiyle parasetamol vermezken, 1980'li yıllardan itibaren çocuk doktorları gönül rahatlığı ile doğumdan itibaren bebeklere Parasetamol vermektedir. Sorgulamayan, araştırmayan ve doktorlara körü körüne itaat eden anne babaların katkısıyla nesiller ifsad olmakta, nesiller hastalanmaktadır. Bunun önüne geçmede en büyük görev yine anne babalara düşmekte olup; bilgiye erişimin son derece kolay olduğu çağımızda, reçete edilen ilaçları çocuklarına kullanmadan önce anne babaların bu ilaçların yan etkileri üzerine araştırma yapıp, mümkün olduğunca doğal ve helâl tedavilere yönelmeleri sağlıklı nesiller için elzemdir.

Çocukluk Çağı Aşıları Tip 1 Diyabete Sebep Oluyor

4 ay önce 13 yaşındaki bir oğlan çocuğu. Spor faaliyetlerinde bulunuyor. Son derece sağlıklı. Rutin doktor kontrolüne gittiğinde idrarda kan şekeri ölçümü yapılıyor. Her şey normal. Aynı gün Difteri-Boğmaca-Tetanoz aşısı (Tdap) ve Menactra adlı menenjit aşısı vuruluyor.  Aşıdan 40 gün sonra 614 mg/dL kan şekeri ve 12.4 HbA1C değeri ile Diyabetik Ketoasidoz Komasına girerek ölümden dönüyor; ama ölene dek ilaç endüstrisinin ürettiği GDO'lu sentetik insülinlere muhtaç olacak şekilde Tip 1 diyabetli bir engelli hâline geliyor. Bu olayın "toksik aşıların" yan etkisi dışında başka bir açıklaması yok. Çünkü aşıyı olmadan birkaç dakika önce çocuğun idrarında kan şekerine bakılıyor ve normal seviyede çıkıyor. Aşıyı vurulduktan 40 gün sonra ise çocuğun son haftalardaki ortalama kan şekerini gösteren HbA1C değeri, normalde 5-6 olması gerekirken, 12 çıkıyor. Tıp sanayisine hizmet eden hemşire ve doktorların hiçbir açıklaması yok. Putları olan aşılara toz kondurmamak için kırk takla atıyorlar. Sadece DBT (Tdap) değil, MMR (Kızamık-Kabakulak-Kızamıkçık), çocuk felci, su çiçeği, mRNA ve bebekler-çocuklar için üretilen daha hangi toksik enjeksiyonlar var ise hepsi bu hastalığı ve daha fazlasını tetikleyebilir, çocuğunuzu öldürüp sakat bırakabilir. Bir modern (!) çağ hastalığı olan Tip 1 Diyabet vakalarının en azından %75'inin çocukluk çağı aşıları sebebiyle çıktığını ortaya koyan makale için buraya tıklayın. Bu makalede, çocuklara aşı yapmayan ABD'deki özel bir pediyatri kliniğinde 25 yıldır tek bir çocukta dahi Tip 1 Diyabet çıkmamış olmasından bahsediliyor. Ve yine aşılı çocuklarda Tip 1 Diyabet çıkma ihtimalinin hiç aşı olmayan çocuklara göre 4.7 kat daha fazla olduğu da yapılan geniş çaplı anketlere dayanarak tespit ediliyor.  Tesadüf mü? Elbette değil! AŞI YOKSA HASTALIK YOK! Yıllara göre bazı ülkelerde Tip 1 Diyabet oranları. 1960'lı yıllarda ve öncesinde Tip 1 Diyabet hastalığı diye bir şey neredeyse hiç yokken, sonrasında, yıllar geçtikçe, çocuklara uygulanan aşıların sayısı 6-7 taneden 50-60 taneye yükseldikçe, hastalık grafiğinin nasıl da yükseldiğine iyi dikkat edin. Günümüzde SMA'dan tutun da ismini sadece birkaç yıl öncesine kadar hiç duymadığımız türlü türlü hastalıkları duymaya başladığımıza da dikkat edin. "İnsanlardan öylesi vardır ki; dünya hayatına dair söyledikleri senin hoşuna gider/sözleriyle seni etkiler. O, kalbinde olanın (iyilik, güzellik, ıslah) olduğuna dair Allah’ı şahit tutar. Oysa o, düşmanın en beter olanıdır.  (Bir işin başına yönetici olduğunda ya da) yanınızdan ayrıldığında yeryüzünde bozgunculuk yapmak, ekini ve nesli yok etmek için çalışır. (Oysa) Allah, bozgunculuğu sevmez." (2/Bakara: 204-205) Aşılardan sonra Tip 1 Diyabet teşhisi almış olan çocuğun annesiyle yapılmış 30 dakikalık röportaj: https://rumble.com/v36plwy-mother-of-child-who-got-type-i-diabetes-from-vaccine-injection-speaks-out.html https://rumble.com/v36plwy-mother-of-child-who-got-type-i-diabetes-from-vaccine-

SURİYE
Suriye Sivil Savunma Ajansı, Esed rejimi ve müttefikleri Rusya ile İran'ın 2023 yılı boyunca Suriye'nin kuzeybatısındaki okul, hastane ve kamu tesislerine 1232 saldırı düzenlediğini gösteren istatistikleri yayınladı. Ajansın 26 Aralık Salı günü yayınladığı verilere göre, 2023 yılında 397 sivil ev, yerinden edilmiş kişilerin kaldığı 16 kamp ve 24 okul hedef alındı. Ayrıca yıl içerisinde Suriye'nin kuzeybatısında 13'ten fazla halk pazarı bombalanırken, 6 tıbbi tesis ve hastane ile Suriye Sivil Savunma'ya (Beyaz Baretliler) ait 4 merkez de hedef alındı. İstatistiklere göre Esed rejimi ve müttefikleri İran ile Rusya'nın saldırılarında 12 cami ve 6 su istasyonu da hedef alındı. Sivil Savunma, istatistiklerin 1 Ocak-17 Aralık 2023 tarihleri arasında ekiplerinin müdahale ettiği saldırıları kapsadığını belirtti.

Rusya ve İran destekli Esed rejimi İdlib kent merkezinde sivil katliamı yaptı

4 ay önce Rusya ve İran tarafından desteklenen Esed rejimi güçleri Suriye'nin kuzeyindeki İdlib kent merkezine bombardıman düzenledi.Yerel kaynakların aktardığı bilgilere göre İdlib kent merkezi Esed rejimi tarafından yüksek kalibreli toplarla bombalandı.Kent merkezindeki sivil yaşam alanlarının hedef alınması sonucu ilk belirlemelere göre 4 sivil hayatını kaybederken 20'den fazlası yaralandı.

İsrail’in Suriye’deki hava saldırısında 11 İran Devrim Muhafızları mensubu öldü

4 ay önce İsrail, Suriye'yi hedef alan saldırılar hakkında nadiren açıklama yapıyor. Cuma günü Al Arabiya'ya konuşan kaynaklar, İsrail'in Perşembe günü geç saatlerde Şam Uluslararası Havalimanı'nı hedef alan hava saldırısında İran Devrim Muhafızları Ordusu'nun 11 mensubunun öldüğünü bildirdi. Kaynaklar, Suriye'nin doğusundaki İran destekli güçleri denetlemekten sorumlu olan Devrim Muhafızları'nın hedef alınan üyelerinin üst düzey bir heyeti karşılamak üzere havaalanında bulunduklarını söyledi. Esed rejimine bağlı medya ve rejimin Savunma Bakanlığı daha önce de İsrail'in Suriye'nin güneyinde ve Şam yakınlarında hava saldırıları düzenlediğini açıklamıştı

Suriye’de Esed rejimi, mülklere el koyarak geri dönüşleri engellemeye çalışıyor

4 ay önce Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR), Suriye'nin orta kısmındaki Humus iline yönelik rapor hazırladı. Kamuoyuna açıklanan raporda, Suriye yönetiminin, Humus ilinde çatışmaların yoğun olduğu Baba Amer Mahallesi ile Kuseyir ilçesindeki on binlerce ev, arazi ve mülke el koymaya çalıştığı savunuldu. Raporda, Suriye yönetiminin öldürülen en az 500 bin sivil ile kaybolan yaklaşık 112 bin 713 sivilin yanı sıra yerinden ettiği 12 milyon Suriyelinin mal varlıklarına el koymak için çalışma yürüttüğü bilgisi yer aldı. Rejimin çıkardığı yasa ve kararnamelerle mülklere el koymaya çalıştığı vurgulanan raporda, yerlerinden edilen ve zorla tahliye edilenlerin mülkiyet haklarının yok sayıldığı belirtildi.

TÜRKİYE
Geçtiğimiz 10 Kasım günü gerçekleşen olayda Emrullah Akdoğan, başka bir kullanıcının paylaştığı “Sefih, rezil, ayyaş, katil, İngiliz casusu diktatörü lanetle anıyoruz” yazılı mesajı retweet edince, Atatürk’e hakaret suçlamasıyla hakkında dava açıldı. 5816 sayılı Atatürk’ü koruma kanunu gereği 2 yıl hapis cezasına çarptırılan Akdoğan, tutuklanarak cezaevine gönderildi. Sosyal medyada olay, Akdoğan’ın retweet ettiği söz konusu paylaşımda Atatürk’ün isminin dahi geçmediği, sadece bir retweet sonucu hırsızların, adam yaralayanların almadığı cezaya çarptırıldığı yorumlarıyla eleştirildi.

Asgari ücret 17 bin 2 lira oldu

4 ay önce Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, yeni asgari ücrete ilişkin, "Yeni miktarla çalışanlarımızı enflasyona ezdirmeme sözümüzü bir kez daha yerine getirmiş olmanın memnuniyeti içerisindeyiz." dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan yeni asgari ücret ülkemize ve milletimize hayırlı olsun Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "2024 yılında asgari ücret yüzde 49 artışla net 17 bin 2 Türk lirası olarak uygulanacaktır. Ülkemize ve milletimize hayırlı olsun" değerlendirmesinde bulundu.

Mustafa Kemal’e rahmet okunmasına tepki gösteren genç 35 gündür cezaevinde

4 ay önce 10 Kasım Cuma günü bir camide okunan hutbede imam, hutbe metni dışına çıkarak, Mustafa Kemal'e rahmet dilemiş, bunun üzerine cuma namazına katılanlardan biri imama tepki göstererek camiyi terk etmişti. Camiyi terk eden Ahmet Bostancı isimli genç sosyal medya hesabından yayınladığı bir videoda hutbede Mustafa Kemal'e rahmet okunmasına tepki göstermişti. Videonun sosyal medyada hedef gösterilmesinin ardından Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı olaya ilişkin soruşturma başlatmıştı. Gözaltına alınan Bostancı, "Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun'a muhalefet'' ve ''Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti devletini, devletin kurum ve organlarını aşağılama" suçları kapsamında savcılığa sevk edilmiş ardından ise tutuklanmıştı.

Van’da Gazze katliamları ve yılbaşı kutlamalarına dikkat çeken afişler Valilik tarafından toplatıldı

4 ay önce Van İslami Dayanışma Platformu (VİDAP) kent merkezinin farklı bölgelerindeki reklam panolarına asılan afişlerin Valilik ve belediye tarafından toplatıldığını açıkladı. Platform tarafından yapılan açıklamada her yıl yılbaşı kutlamalarına dikkat çekmek amacıyla kentin farklı noktalarına reklam şirketi ile yapılan anlaşma sonrası asılan afişlerin Van Büyükşehir Belediyesi Basın Yayın Müdürlüğü tarafından toplatıldığı ifade edildi. Afişlerin kaldırılmasıyla ilgili kendilerine herhangi bir uyarı yapılmadığını ifade eden VİDAP yetkilileri, reklam şirketi ile yapılan görüşmede afişlerin toplatılmasıyla ilgili kararın Van Valiliği tarafından alındığının kendilerine aktarıldığını belirtti.

YAŞAM
Cihat yanlısı hareketin en önde gelen isimlerinden, Batılı uzmanlarca "küresel cihat hareketinin babası" olarak adlandırılan Filistinli Abdullah Azzam gerek siyasi, gerek fikri, gerekse askeri açıdan yakın tarihte önemli bir yer işgal etmektedir. Gençliği ve ilk eğitimi Günümzde Filistin sınırları içerisinde kalan Sile el Harisiyye'de 1941 yılında doğan Abdullah Yusuf Azzam, çocukluğundan itibaren fikri yönüyle ön plana çıktı. İlk gençlik yıllarında, eğitim hayatı sürerken Müslüman Kardeşler'in Ürdün koluna katıldı. Azzam'ın Müslüman Kardeşler teşkilatı ile olan bağı ilerleyen yıllarda da sürdü ve Azzam hareketin Filistin yapılanmasının kurulmasında da rol oynadı. Azzam ve ailesi, 1967 savaşının ardından Filistin'i tamamen terk etmek zorunda kalarak Ürdün'e yerleşecekti. Şam yılları ve Filistin İlk düzey öğrenimini Filistin ve Ürdün'de sürdüren Abdullah Azzam, 1963 yılında Şam Üniversitesi'nda Şeriat Fakültesi'ne başladı. 1966 yılındaki mezuniyetine dek Azzam Şam'da Muhammed Edip Salih, Said Havva, Ramazan el Buti, Mervan Hadid gibi önemli isimlerle tanıştı. Mezuniyetinin ardından ülkesinde dönen Azzam, İsrail'e karşı paramiliter savaşa dahil olsa da, Filistin'de savaşı yürüten Filistin Kurtuluş Örgütü'nün ulusalcı ve Marksist yapısından uzak durdu. Müslüman Kardeşler'in Filistin'deki yapılanması içerisinde kalmayı ve bu oluşum içinde İsrail'e karşı savaşmayı tercih etti. Bu tutumu daha sonra Hamas'ın teşkilinde rol oynamasına sebep olacaktı. Abdullah Azzam ve babası Mısır ve Ezher eğitimi Azzam, bir süre sonra eğitimini sürdürmek üzere Mısır'a, el Ezher Üniversitesi'ne gitti. Burada Şeriat alanında yüksek lisans yapan Azzam tekrar Ürdün'e dönerek Amman Üniversitesi'nde akademisyenliğe devam etti. Akademisyenliğe 1971'de el Ezher'de devam eden Abdullah Yusuf, 1973 yılında Fıkıh Usulü dalında doktorasını tamamladı. Tekrar ülkesine dönmesine rağmen "radikal" görülen fikirleri nedeniyle burada kariyerine devam edemedi. O yıllarda Suriye, Lübnan, Ürdün, Mısır gibi birçok ülkeden sürülen eğitmen ve akademisyenleri kabul eden Suudi Arabistan'a giderek akademik hayatını 1979 yılına kadar burada sürdürdü. Cidde Kral Abdulaziz Üniversitesi'nde öğretim üyeliği yaptığı esnada, burada öğrenciliğini sürdüren Usame bin Ladin ile tanıştı. Afganistan 1979 yılı, tüm İslam dünyası için olduğu gibi Abdullah Azzam için de bir dönüm noktası oldu. İran Devrimi, Afganistan savaşı, Kabe Baskını gibi olaylar, dünyada yeni bir devrin başladığını gösterir nitelikteydi. Özellikle Kabe Baskını'nın ardından Suudi Arabistan, "radikal" fikirleri bünyesinden uzaklaştırmaya hız verdi. Abdullah Azzam da, bu kapsamda üniversiteden uzaklaştırıldı. Bunun ardından Azzam, 25 Aralık 1979'da Sovyetler Birliği işgaliyle farklı bir boyuta evrilen Afganistan savaşını yakından takip etmek üzere Pakistan'a gitme kararı aldı. Bu esnada, "Müslümanların Topraklarının Müdafaası" isimli bir fetva kaleme alarak "işgalcilere karşı savaşın her Müslümana farz olduğunu" ifade etti. İlk olarak İslamabad Uluslararası İslami Üniversitesi'nde akademisyenliğe başlayan Azzam, daha sonra Afganistan'a daha yakın olma düşüncesiyle Peşaver'e geçti. Bu yıllarda Peşaver, Afganistan'da süren savaşın yankısının en net şekilde duyulduğu, "mücahit" güçlerin cephe gerisini oluşturan en önemli merkezdi. Abdullah Azzam, bu yıllardan sonra akademik hayatını bir kenara bırakarak, kendisini sadece Afganistan'daki savaşa adadı. Azzam artık bölgede Arap ağırlıklı yabancı savaşçıların sevk ve idaresini yürüten kişi olarak öne çıkacaktı. Mekteb el Hidamat İlk olarak, bölgeye akın eden yabancı savaşçıları yerleştirmek, finanse etmek, eğitmek ve idaresini sağlamak üzere Mekteb el Hidamat'ı teşkil etti. Mekteb el Hidamat, on binlerce yabancı savaşçının Afganistan'a gönderilmesi ve Afganistan savaşının maddi olarak desteklenmesinde rol oynadı. Usame bin Ladin'in 1981 yılında Azzam'a yardım etmek üzere bölgeye gelmesi, Mekteb el Hidamat'ın aktivitesini artırdı. Bin Ladin gerek finansal, gerekse lojistik açıdan Mekteb el Hidamat'a yardım etti. Afganistan'daki savaşın Sovyetler Birliği'nin yenilgisiyle sonuçlanmasında büyük bir rol oynayan Azzam, bu savaşla beraber artık tüm dünyada adını duyuran cihat yanlısı akımın önderi olarak görülmeye başlandı. Afganistan'a gelen yabancı savaşçıların organize edilmesi, bugüne kadar uzanan küresel çatışma ortamının da temelini teşkil etti. Ayrıca bu sırada Azzam, başta Filistin olmak üzere dünyanın geri kalanıyla da irtibatı sürdürdü. Filistin'de Hamas'a kurulma sürecinde ve sonrasında yardımda bulundu. Bu doğrultuda Hamas'ın Batı Şeria'daki silahlı kanadına "Şehid Abdullah Azzam Tugayları" ismini verecekti. Batı Şeria ve Gazze'deki birliklerin "Şehid İzzeddin el Kassa Tugayları" adı altında birleştirildiği 1990'lı yılların başlarına kadar bu isim korundu. Sovyetler Birliği'nin 15 Şubat 1989'da Afganistan'dan çekilmesi, 10 yıldır süren savaşın artık yeni bir döneme evrileceğinin işaretiydi. "Mücahit" gruplar sahayı domine etmiş, ülke büyük oranda onların eline geçmiş, Sovyetler Birliği yenilmişti. Bu durum aynı zamanda çoğunluğu Arap olan yabancı savaşçılar için de yeni bir yol, yeni bir ufuk çizmek demekti. Suikast Sovyetler Birliği'nin uzantısı olan rejimin devrilmesi için gün sayılırken ve yeni hedefler için tartışmalar sürerken, Afganistan'daki en üst düzey isimlerden olan Azzam'a yönelik bir suikast gerçekleştirildi. Abdullah Azzam, suikaste uğradığı günlerde, "mücahit" gruplar arasındaki ayrılığı sona erdirmek için çalışmalar yürütüyordu. Abdullah Azzam'ın bombalı saldırıya uğrayan aracı 24 Kasım 1989 günü, Peşaver'in batısında bir camide hutbe vermek üzere yolda olan Abdullah Azzam'ın arabası patlayıcıyla hedef alındı. Araçlarının patlamaya hedef olması sonucu Abdullah Yusuf Azzam ve iki oğlu yaşamını yitirdi. Azzam ve oğulları Peşaver'e defnedildi. Azzam suikastinin ardından Afganistan'da gerek yerel gruplar gerekse yabancı savaşçılar arasında ayrılıklar daha da derinleşti ve ülke bir iç savaşa sürüklendi. Azzam suikastı için herkes farklı bir odağı suçlasa da failler bulunamadı. Cenaze namazı esnasında Abdullah Azzam'ın naaşı taşınıyor Usame bin Ladin ve Eymen ez Zevahiri'ye yönelik suçlamalar ispatlanamadı ve ikilinin Azzam ile oldukça yakın olan ilişkileri nedeniyle bu iddia yalnızca bir söylenti olarak kaldı. Abdullah Azzam'ın, Afganistan'dan sonra hedefi Filistin olarak görmesi başta olmak üzere birçok sebepten ötürü, suikasttan ABD, İsrail ve Ürdün istihbaratları sorumlu tutuldu. Ancak olay bugüne dek aydınlatılamadı.

Yahudilere göre Mesih’in gelmesi için birçok alamet gerçekleşti

4 ay önce Dindar Yahudiler son yıllarda "ahir zaman" ve "Mesih'in gelişi" konusunda birçok alametin gerçekleştiği görüşünde. Yahudilerin kutsal kitaplarında yazıldığı ifade edilen birçok alametin son yıllarda gerçekleştiği öne sürülüyor. Jerusalem Post'ta yer verilen haberde söz konusu alametlerden üçüne değinildi. Bunlardan ilki, Yahudi inancına göre 2 bin yıldan bu yana İsrail'de ilk kez tamamen kızıl ve "lekesi olmayan" bir buzağının doğması. 2017 yılında doğduğu öne sürülen buzağının doğumu ve kurban edilmesi, Kudüs'te Yahudilerin kutsal saydığı "Üçüncü Tapınak"ın inşasına işaret olarak görülüyor. Tapınağın inşası sonrasında da Mesih'in geleceği düşünülüyor. Yahudilerin ikinci alameti ise Ölü Deniz'de (Lut Gölü) yaşamın ortaya çıkmaya başlaması. Aşırı derecede tuz içerdiği için yaşam bulunmayan Ölü Deniz'in derinliklerinde son yıllarda yaşam formları görülmeye başlandı. Daha önce yaşamın bulunmadığı bilinen gölde 2011 yılında yaşam formları keşfedilmişti. Son yıllarda ise Ölü Deniz'de balıkların ortaya çıkmaya başladığı ifade edildi. Yahudilerin inancına göre "ahir zaman"da Ölü Deniz'de yaşam ortaya çıkacağına inanılıyor. Üçüncü alamet, Yahudilerin "Ağlama Duvarı" olarak nitelediği Burak Duvarı içerisinden bir yılan çıkması. Bu olay da 2018 yılında gerçekleşti. Yahudilerin ibadet ettiği sırada duvar içerisinde bir yılan görüldü ve bölgedeki Yahudilerin korkmasına yol açtı. Dindar Yahudiler tüm bu alametlerin "ahir zaman"ın gelişini ve "Mesih'in ortaya çıkışını" işaret ettiği görüşünde.

Malcom X kimdir?

4 ay önce Malcolm X, ABD''de yaşadığı dönemde ırkçılıkla mücadelenin sembol isimleri arasında yer aldı. Asıl adı Malcolm Little olan Malcolm X, henüz 5 yaşıdayken babasını faili meçhul bir cinayete kurban verdi. Annesi ise bu olayın ardından akıl hastanesini kapatıldı. 21 yaşındayken hırsızlık suçlamasıyla hapse mahkum edilen Malcolm X, cezaevinden çıktıktan sonra Nation of İslam isimli harekete katıldı. Malcolm X adını Nation Of İslam isimli harekete katıldıktan sonra alan Little, Afrikalı atalarının soyadını temsil etmesi nedeniyle X soyadını kullanmaya başladı. Altı yaşındayken babası öldürüldü. On üç yaşına geldiğinde, annesi akıl hastanesine yerleştirildi ve kendisi koruyucu aileye verildi. Yaşamına bir süre bu şekilde devam etti. 1946 yılında (21 yaşındayken), hırsızlık ve hâneye tecavüz suçlarından hapishaneye girdi. Hapishanede, "İslam Ümmeti" (İngilizce: Nation of Islam) isimli siyahî harekete katıldı. 1952 yılında şartlı tahliye edildi. Tahliye edildikten sonra kısa zamanda hareketin liderlerinden biri hâline geldi. Bu hareketin en meşhur siması olduğu yaklaşık 12 yıl içinde, siyâhî üstünlüğüne inandığı İslam Milleti öğretileri doğrultusunda, siyah ile beyaz Amerikalılar''ın ayrılması gerektiğini savundu ve sivil haklar hareketinin ırksal bütünleşme vurgularına karşı alaycı tavırlar sergiledi.

NAMAZ VAKİTLERİ
İMSAK 04:46
GÜNEŞ 06:08
ÖĞLE 13:02
İKİNDİ 16:53
AKŞAM 19:58
YATSI 21:19
BU HAFTANIN FETVASI
Günümüz Yöneticilerin Durumu

SORU Selamun aleykum hocam, Allah ilminizi arttırsın. Bu zamanlarda çıkan yeni bir konu ile karşı karşıyayız ve bu konuda çoğu ilim ehli insanlar, görüş ve fetvanın peşinden gidiyor ve onlara tabi olanlarda ve bu konuda bende arayıştayım bu konuda ayet ve hadis ışığında delilleri ile bizi aydınlatır mısınız? Sorum şu olacak malum ülkemizde geriye dönük 12 yıla bakacak olursak şuan ki, yönetim için bazıları Abdülaziz bin baz, İbni Useymin, Albani ve Ebu Basir Tartusi’yi delil getirerek küfür sözü söylese de, Allah’ın kanunları dışında beşeri yasalar çıkartsa da ehveni şer dediğimiz olay ile ve müslümanların yolunu açıp bir takım yerlere gidilmesi için yolları kapatmaması, hatta gizliden onlara yardım etmesi yani Suriye’deki ve genelde Müslümanlara yardım etmesi Myanmar’daki, Filistin’deki, Afrika’daki insanlara yardım etmesi erzak göndermesi ve daha başka yardımlar etmesini delil getirerek ve buna zülmü kaldırmak, adaleti getirmek Müslümanları korumak adı altında tevili de dillerine dolayıp devlet başkanlarını ve cumhurbaşkanlarını, eğer bunlar baştan düşerse Müslümanların son kalesi olan Türkiye düşerse ümmet yıkılır ve daha kötüye gideriz mantığıyla tekfir etmiyorlar. Bize bunu delilleriyle ve kaç âlim tekfir ediyor sayısı isimlerini yazarsanız seviniriz. Allah ilminizi arttırsın. CEVAP Aleykum selam ve rahmetullahi ve berekatuhû. Hamd âlemlerin rabbi olan Allah’a, salât ve selam efendimiz Rasûlullah’a, ehli beytine, ashabına ve yolunu takip eden mü’minlere olsun. Rabbim bizlere basiret versin, hakkı hak olarak görüp tabi olmayı, batılıda batıl görüp ondan uzaklaşmayı cümlemize nasip ve müyesser etsin. Muhterem kardeşim sana kısaca şuan Allah’ın yardımıyla küfür kanunlarıyla hükmeden devlet yöneticilerinin küfürlerini anlatacağım. Ardından tekfir edilmemeleri iddiasının şüphelerini gidermeye çalışacağım. Günümüzün Demokrasiyle hükmeden devlet yöneticileri sadece bir kapıdan değil onlarca kapıdan küfre girmektedirler: Doğu ve batı tağutlarını ve tağuti sistemleri redetmiyorlar, onları inkar etmiyorlar ve beraatlerini açığa vurmuyorlar. Bilakis onları, kalplerini bilmiyoruz ama dilleriyle övüp yüceltiyorlar ve saygılarını ifade ediyorlar. Ne arap tağutlarını, ne doğu tağutlarını, ne batı tağutlarını nede yerel tağutları red etmiyorlar. Bilakis onlarla oturup sevgi ve saygı çerçevesinde antlaşmalara varıyorlar, birbirlerine destek veriyorlar, medya önünde dostluklarını pekiştirici pozlar veriyorlar. Bir insanın Müslüman olabilmesi için sadece Allah’a iman etmesi yetmez. Allah’ın dışında ibadet edilen, ilahlaştırılan tağutlarıda red etmesi gerekmektedir. Lailahe illallah sözünün iki rüknü vardır. Allah’a iman etmek ve tağutları yani sahte ilahları reddetmek. Allah’ın diniyle, kanun, şiar ve değerleriyle alay etmek veya hafife almak. Belki bu saydığın devlet yöneticileri alay etmiyorlar ama alay eden, dalga geçen, hakaret eden kuruluşlara, medyayı oluşturan televizyon, radyo, dergi, gazete, kitap, internet ve tiyatro gibi vasıtalara izin ve ruhsat verilmekte, hatta korunmaktadır. Allah’ın dinini hafife alan bir kuruluşa eliyle münkeri değiştirmek isteyen Müslüman, bu ülkede cezalandırılmaktadır. Sahabeleri hafife alan kişiler hakkında Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Eğer onlara, (niçin alay ettiklerini) sorarsan, elbette, biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk, derler. De ki: Allah ile, O'nun âyetleriyle ve O'nun peygamberi ile mi alay ediyordunuz? (Boşuna) özür dilemeyin; çünkü siz iman ettikten sonra tekrar kâfir oldunuz.” (Tevbe, 65-66) Bu ülkede var olan açık küfürlerden biri, İslam dininden irtidat etmek, din değiştirmek, haça, şeytana ve her türlü nesneye tapmak veya tamamıyla inkar etmek ateist olmak serbesttir. Vatandaşların özgürlükleri vardır, kimse karışamaz, karışanlar devlet kanunlarıyla cezalandırılmaktadır. Kâfirleri dost edinmeleri, onların küfür düzenlerinin ve otoritelerinin gerçekleşmesi için yardım etmeleri, imkan sunmaları ve müslümanlara olan savaşlarında destek vermeleri. ABD’nin Türkiye’de üs kurması, İslam’a ve müslümanlara savaşlarında Türkiye’den yardım aldığı, Natoya bağlı olması sebebiyle Afganistan’da ABD ile beraber asker bulundurması ve birçok siyasi askeri ekonomik ve kültürel yardımlaşmaların olduğu kör olmayanlara malum olan bir durumdur. Müslümanlara karşı PYD’ye ve Peşmergelere destek verdiği herkesin malumudur. Dostluk içinde oldukları ABD, İsrail ve yüzlerce küfür devletlerinin elemanlarının ve maslahatlarının korunduğu herkese ayan beyan olan şeylerdir. Yakalanan mücahitlerin hapse atılması, yabancı mücahitlerin ülkelerine teslim edilmeleri, anıt kabire gidip saygı duruşunda bulunmaları, övücü sözler söylemeleri, Alevilerle kardeşlik mesajlarının verilmesi yakın uzak herkesin bildiği bir gerçeklerdir. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” (Maide, 51) Demokrasinin İslam şeriatı yerine kabul edilmesi ve tatbik edilmesi, uymayanların cezalandırılması. Demokrasi ve laikliğin teminatı olduklarını beyan etmeleri… Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” (Ali İmran, 85) Koymuş oldukları kanunlarla kendilerini Rabbül Alemin seviyesine çıkarmaları. Kanun koyma, teşri yapma sebebiyle kendilerini ilahlaştırmaları. Şuan bu düzende maalesef Allah’u Teâlâ’nın ve Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in talimatları, kanunları bir şey ifade etmiyor. Mahalle muhtarı haşa Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den daha yetkilidir. Ama kendilerinin kanunları her şeyin üstündedir. Allah-u Teâlâ müşrikleri bahsederken ahirette şu sözü söyleyeceklerini beyan ediyor: “Vallahi, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz. Çünkü biz sizi âlemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk.” (Şuara, 97-98) Müşrikler sahte ilahlarına bu sözleri söylerken yaratmada, rızık vermede, diriltmede eşit tutardık kastetmiyorlar, onların kasıtları itaatte, yasamada, sevgi ve korkuda Allah’a eşit tutardık diye kastediyorlar. Kanun koymaları, yasamada bulunmaları, hakimiyet hakkını kendilerine ve millet vekillerine vermeleri. Bunların düzenlerinde “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” Bizim dinimizdede “Egemenlik (kayıtsız ve şartsız) Allah’ındır.” (Yusuf, 40) Kanun koymak ilahlık taslamak demektir. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var?” (Şura, 21) Allah’ın haram kıldığı şeyleri, helal kılan müşriklere itaatin şirk olacağı ayetle sabittir: “Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de Allah'a ortak koşanlar olursunuz.” (En’am, 121) Var olan, konmuş küfür kanunlarıyla hükmetmeleri. “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.” (Maide, 44) Küfür törenlerine katılıp, küfrü ve kâfirleri övmeleri, hergün küfür gerektiren onlarca söz ve eylemde bulunmalarına şahit olmaktayız. Tabi bu küfür söz ve eylemler bir iki kere veya bir iki günlük meseleler değil senelerce devam eden ve bunlar için mücadele edinilen meselelerdir. İşte bu vasıflardaki devlet yöneticilerinin kâfir olduklarına inanıyoruz. Rabbani cihadi âlimlerimiz bu vasıflarda olan devlet yöneticilerini tekfir ederler. Tekfir etmeyenler büyük bir yanlış içindedirler. Bunlar hakkında tekfir manilerini işletirsek, elle tutulur bir mani yoktur. İkrah dersek bu yöneticiler ikrah altında değiller. Bu makama isteyerek, gönüllü gelmişler, hatta gelmek için senelerce her şeylerini feda ederek ve mücadele ederek gelmişler. Bu makamı bırakmak isterlerse, seve seve tağutlar istifalarını kabul ederler. Hata (kasıtsızlık) dersen bir kerelik bir anlık olan şeyler değil bir dil sürçmesi meselesi değildir. Cehalet dersen, bu kimseler cahil değiller. Yeni İslam’a girmiş veya dağ başında yaşayan veya ilimden ve ulemadan uzak diyarlarda yaşıyorlar denmez, bilakis onlara hakkı beyan eden Müslümanları hapsediyorlar ve onlara karşı mücadele veriyorlar. Hakka ulaşma imkanları kısıtlı değildir. Kasten öğrenmiyorlar veya öğrendikleri halde yüz çeviriyorlar. Tevil dersen haydi bir meselede yırttılar ikincisini, üçüncüsünü… onlarcasını nasıl yırtacaklar. Tevilinde bir usulü bir üslubu ve kabul edilecek yönü vardır. Tamamıyla sonuna kadar tevil kapıları açık veya kırık değildir. Maslahat meselesine gelince, Şeyh Ebu Muhammed Elmakdisi’nin (Rabbim esaretini çözsün) güzel sözleri var diyor ki: Bu yöneticilere sorarız: Dinin ve Müslümanların maslahatlarını en bilen kimdir? Eğer “Biz biliyoruz” derlerse, deriz ki: “Biz sizin taptıklarınıza tapmayız. Sizde bizim taktıklarımıza tapmıyorsunuz. Sizin dininiz sizin, bizim dinimizde bizimdir.” Çünkü Allah-u Teâlâ kuranı kerimde hiçbir şeyi eksik bırakmamıştır. Bizleri başıboş yaratmamıştır. Eğer maslahatı en iyi bilen Allah-u Teâlâ’dır derlerse deriz ki: Allah-u Teâlâ en büyük maslahatı tevhidi ve dini koruma olarak beyan emretmemiş midir? Allah-u Teâlâ şirki reddetmek ve Allah’ı birlemek için insanları yaratmış, kitaplar indirmiş, Rasûller göndermiş, cihadı farz kılmış ve Tevhid uğruna öldürülmeyi en şerefli makam kılmamış mıdır? Dinin maslahatını insanların maslahatı önünde gördüğü için cihadı farz kılmıştır. Cihadta evler, binalar yıkılır, en değerli insanlar öldürülür, kadınlar dul çocukları yetim bırakılır, en değerli mallar uğruna harcanır. İnsanların dünya maslahatları din maslahatının önüne geçmiş olsaydı cihad farz kılınmazdı. Ehli Sünnet menhecinde, hiçbir âlim kişiyi küfürden engelleyen dört maniden başka mani getirmemişlerdir. Yukarıda bahsettiğim gibi, mükellef için küfre engel olan ya muteber bir ikrah veya muteber bir cehalet veya muteber bir tevil veya kasıtsız bir hatadan başka engel yoktur. Hiçbir âlim, Müslümanlara hizmet etmek veya faydalı işler yapmak veya yardıma muhtaç Müslümanlara yardım etmek veya namaz kılmak veya eşinin sözde başörtülü olması tekfirin önünde mani olabilir dememişlerdir. Dünya genelinde kendisini İslam’a nisbet eden her bir tağutun bazı İslami, faydalı ve güzel amelleri vardır. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in amcası Ebutalib, İslamın hak bir din olduğunu biliyordu. Efendimize ve Müslümanlara çok büyük faydaları olmuştu. Sahabenin çektikleri sıkıntıları oda çekti. Üç sene boyunca ambargoya oda tabi tutuldu. Ölmeden önce Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e: “Vallahi kavmim beni utandırmayacaklarından emin olsaydım seni sevindirecek sözü (şehadet kelimesi) söylerdim” demişti ama küfürden kurtulamadı. Bizler, günümüzün tağutlarının yapmış oldukları iyilikleri bahsederken yaptıkları tahribatlarıda bir bir saymalıyız. Bu tağutlar İslam adına geldiler ama İslam’ı tavizleriyle, tahrifleriyle baltaladılar. Samimi duygu ve çalışmalarıyla yıkılmaya yüz tutmuş küfür düzenini güçlendirdikçe güçlendirdiler. Müslümanlara vela ve bera diye bir şey bırakmadılar. Demokrat İslam diye bir din uydurup yaydılar. Küfrü her geçen gün güneş gibi görünmeye başlamış olan Suud rejiminin müftülüğünü yapmış, ABD kuvvetlerinin mübarek olan Hicaz topraklarına girme fetvası vermiş, ABD’li askerlere saldırmış mücahitlerin idamına onay vermiş İbni Baz’dan, devlete yakınlığı bilinen İbni Useymin’den, İman küfür konularında irca fikri taşıyan Elbani’den tağutların hükmü sorulmaz, çünkü bu konuda onlardan sağlıklı bir cevap gelmez. Ama başka İslami konularda şüphesiz engin olan ilimlerinden faydalanabiliriz. Şeyh Ebu Basir’in ağzından işitmedim ama gerçekten eğer bu yöneticileri tekfir etmiyorsa, bana göre kitapları ve bu konudaki tutumu çelişki arz eder. Ama ben ne ağzından nede yazılarından tekfir edilmeyeceklerine dair bir şey görmedim. Hangi âlimler tekfir ediyor? sorusuna şunu söyleyebilirim: Güvendiğimiz selefi, cihadi bütün âlimlerin kitaplarından yukarıda saydığım küfür sıfatlarını taşıyan devlet yöneticilerini tekfir ettikleri rahatlıkla görülebilir. Şu bir gerçektir neredeyse akidede yazılmış hiçbir kitapta isimlerle “falan tağut, filan tağut kâfirdir” diye yazmazlar. Yazılarından kimler kastedildiği rahatlıkla anlaşılır. Bu âlimlerin her birisine rahatlıkla ulaşamıyoruz. Çoğu cihad meydanlarında ve hapishanelerdedirler. Bir kısmı şehit düşmüştür. Rabbim şehadetlerini kabul etsin. O sebeple teker teker isim sayamam. Tağutların tekfir meselelerini daha iyi anlamak istersen Şeyh Ebu Muhammed Elmakdisi, Ebu Katade, Abdülkadir Bin Abdulaziz, Ebubasir, Ali Elhudeyr, Nasır Elfehd, Ahmed Elhalidi, Süleyman Nasır Ulvan, Ebu Yahya, Atiyyetullah, Şeyh İsa ve daha nicelerinin kitap ve sesli derslerine bakabilirsin. Rabbim şehitlerini kabul etsin, esir olanları kurtarsın. Onları muhafaza etsin. Allah’a hamd ve Rasûlü Muhammed’e salât ve selam olsun. Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd etmektir. Musa Ebu Cafer

BU HAFTANIN MAKALESİ
Asrın Projesi

"Asrın projesi", İslam'ı devletsiz yaşatma projesidir. Kafirler biliyorlar ki her devirde muhakkak İslam'ı yaşayacak birileri var olacaktır. Fakat İslam'ı yaşayacak birilerinin var olması, onları tedirgin etmiyor. Onları tedirgin eden şey, müslümanların Kur'an anayasası ile kurulmuş bir İslam devletinin varlığı ile, İslamlarını - dinlerini yaşama arzudur. Ve İslam düşmanları biliyorlar ki, müslümanların Kuran'a dayalı kurulmuş bir İslam Devleti ile dinlerini yaşama arzusunun gerçekleşebilmesinin tek hakikati de kendilerine karşı yürütülecek olan cihattır. İşte kâfirlerin kurguladıkları asrın projesinin altında yatan gerçek. CİHADSIZ İSLAM….! Çünkü, cihattan ve cihadın hedefi olan Kur'an ve Sünnete dayalı bir İslam devleti kurmaktan soyutlanmış. Ve kendi yönetimleri içerisinde yaşatılacak. Ve Ümmetin büyük bir çoğunluğu tarafından kabul görmüş bu İslam, kendileri için en tehli̇kesi̇z İslam'dır. Öyleyse ey Müslüman! Nerede olursan ol, hangi konumda bulunuyorsan bulun, daveti̇n - tebli̇ği̇n - çaban - gayreti̇n İslam ümmeti̇ni̇ Kur'an ve sünnete dayalı İslam devleti̇ni̇ kurmak amacıyla ümmeti̇ ci̇hada teşvi̇k üzere olsun. Çünkü asrın projesi̇ olan İslam'ı devletsi̇z yaşatma projesini bozmanın tek çözümü de ümmetin tekrar cihat projesi içerisinde yer almasıdır. Ve şimdi Kuran'ın şu emrine kulak verelim. "Ey peygamber! Onları cihada teşvik et!"(Enfal:65) Neden Cihat…! Çünkü küfrün Zulmünden, İslâm devleti̇ ile İslam'ın adaleti̇ne geçi̇ş yapabi̇lmeni̇n tek şartı ci̇hattır. Ve bu cihadı müslümanlara zorunlu kılan şey. Kâfirlerin zulüm maskelerini ortaya çıkaracak olan İslam devleti̇ne ve onda tezahür edecek İslam adaleti̇ne tahammül edemeyişleridir. Öyleyse farz - ayn olan ci̇hattan soyutlanmış bi̇r İslam, peygamberleri̇n mi̇rasına yapılmış bi̇r i̇hanetti̇r. Ebu Zer

...
Ne İçin ve Nasıl Cihad Ediyoruz?

Abdullah el Muhaciri (Kuteybe Türki) | 36 sayfa | PDF’yi Aç & İndir