Emre İtaat

Hâmd âlemlerin rabbi olan Allah'a mahsustur. Salat ve selam resullerin imamına, ailesine ve tüm ashabı üzerine olsun. Sevgili kardeşlerim, İslam âlimlerinin belirlediği şer'i kaidelerden birisi de "Vacibin ancak kendisi ile tamamlandığı şeyinde vacip olmasıdır." Bilindiği üzere cihad bir vaciptir ve bu vacip birlik ve cemaat olmadan yerine getirilemez. Cemaatin gerekliliklerinin ise bir kişi üzerine uygulanması mümkün değildir. Bunun için birleşme ve ittifak gereklidir. Kâfirlere karşı savaşanların, öncelikle kendi aralarında birlik ve beraberlik içinde olmaları gereklidir. Allah azze ve celle bizleri tefrika ve ihtilaftan sakındırarak şöyle buyurmuştur: "Birbirinizle çekişmeyin başarısızlığa uğrarsınız ve gücünüz gider." Allah yolunda cihad ve kıtal için bir cemaat kurulması dinin vaciplerinden ise; cemaatinde ancak emirlikle olabileceği ve emirliğin de ancak itaat ile olabileceği bilinmelidir. Allah yolunda savaşta emirliğin vacipliğine delalet eden en açık delillerden birisi Allahu teala'nın şu buyruğudur: "İsrail oğullarından olan o ileri gelenleri görmedin mi? Onlar peygamberlerine şöyle demişlerdi: Bize bir kral gönderde Allah yolunda savaşalım!" Ülkelerinden çıkarılan bu insanlar peygamberlerinden kendi düşmanlarına ve din düşmanlarına karşı, sancağı altında savaşacakları bir emir belirlemesini talep etmektedirler. Onların bu halleri şu andaki Müslümanların halleri ile aynıdır. Zayıf ve ezilmişler ve cihadın dışında hiçbir izzet yolları gözükmemektedir. İşte bu cihadın gerekliliklerinden birisi, bir emir seçilmesidir. İmam Müslim’in Cabir b. Abdullah'tan (radiyallahu anh) rivayetinde şöyle demektedir: Nebi'nin (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: Ümmetimden bir grup kıyamete kadar hak üzerine savaşmayı ve galip gelmeyi sürdürecektir. Meryem'in oğlu İsa gökten inecek ve emirleri Ona "Gel bize namaz kıldır" diyecektir. Bunun üzerine Oda ‘Hayır Allah'ın bu ümmete bir ikramı olarak sizler birbirlerininiz emirlerisiniz’ diyecektir. Bu hadis, birçok meseleye delil olmaktadır: - Kıyamete kadar savaşan Taifatul-Mansura’nın var olacağı - Bu taifenin şer'i emirlik olduğu - Emir seçmenin önemi ve gerekliliği - Bunun, Allah tarafından bu ümmete bir ikramı oluşu - Üzerinde emir bulunan herkesin üstüne itaatinin vacip oluşu. Şeyhu'l-İslam İbn Teymiyye (rahimehullah) şöyle der: "İnsanların işlerinin başına birisinin geçirilmesi, dinin en önemli vaciplerindendir. Hatta bunsuz ne dinin nede dünya işlerinin yürütülmesi mümkün değildir. İnsanoğlunun maslahatları, ancak birbirlerinin ihtiyaçları için bir araya gelmeleri ile karşılanabilir. Bunun için ise bir emir gereklidir. Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: "Üç kişi bir yolculuğa çıktığında aralarında birisini kendilerine emir tayin etsinler." Ebu Davud, Ebu Said ve Ebu Hureyre (radiyallahu anhuma) yoluyla rivayet etmiştir. İmam Ahmed Musned'inde ise Abdullah b. Amr (radiyallahu anh) yoluyla şöyle rivayet edilmektedir: “Bir arazide yolculuk yapan üç kişinin, aralarından birisini kendilerine emir tayin etmeleri gerekir." Emirlere itaatin vacipliği ve bu itaat üzerine terettüp eden faydalar Değerli kardeşlerim, geçenlerden, -üç kişi bile olsalar- bir cemaatte savaşan her mücahidin aralarında bir emirleri olması gerektiği anlaşılmaktadır. Emir, ister genel komutan tarafından seçilmiş olsun isterse de kendi aralarında seçilmiş olsun her halükarda itaat edilmesi vaciptir. Geçen Cabir (radiyallahu anh) hadisinde ise emirin kendi üstündeki emire itaatinin vacipliği açıklanmıştı. Bununla ilgili olarak Allah subhanehu ve teala mümin kullarına şöyle seslenmektedir: "Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, resulüne itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de." (Nisa Sûresi: 59. Âyet) Bu ayette, emirlere itaatin, imanın şubelerinden olduğu ifade edilmektedir. Yine ayette emire itaatin vacipliği de ifade edilmektedir. Çünkü Allahu teala bunu emretmiştir, emir ise vacipliği ifade eder. Emirlere itaatte, hem dünya hem de ahiret saadeti vardır. Çünkü bu hakikatte Allah'ın emrine uymaktır ki bunun üzerinde hiçbir saadet olamaz. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın bana emrettiği beş şeyi bende size emrediyorum: Cemaat, işitme, itaat, hicret ve cihad" İmam Ahmed ve Tirmizi rivayet etmiştir. Emirlere itaat Nebi'nin (sallallahu aleyhi ve sellem) vasiyetlerindendir. Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor: "Size, Allah'tan korkmanızı ve Habeşli bir köle bile olsa işitip itaat etmenizi vasiyet ediyorum." Muslim'in Ebu Hureyre'den (radiyallahu anh) rivayetinde ise şöyle demektedir: "Bana Halilim/dostum, burnu kesik Habeşli bir köle bile olsa, işitip itaat etmemi vasiyet etti." Umul-Husayn (radiyallahu anha) Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) veda hutbesinde şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Başınıza sizi Allah'ın kitabı ile yöneten bir köle bile atansa, onu dinleyin ve itaat edin." (Muslim) Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) emire itaati o derece önemsemiştir ki Buhari'nin Enes (radiyallahu anh) rivayetinde şöyle buyurmuştur: “Başı üzüm tanesi gibi olan Habeşli bir köle bile başınıza gelse, işitip itaat edin." İşitip itaat eden bir mücahide ise hem uyumasının hem de uyanıklığının ecri verilir. Muaz b. Cebel'den (radiyallahu anh) rivayet olunduğuna göre Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah'ın rızasını uman, emirine itaat eden, değerli şeylerini infak eden, ortağına yardım eden ve fesattan kaçanın, uykusu da uyanıklığı da hepsi ecirdir. Riya, gösteriş ve kibir için savaşan, emirine isyan eden ve yeryüzünde fesat çıkaran ise hiç bir şey elde edemeden geri döner." (Ebu Davud ve Nesai rivayet etmiştir.) Emirlere itaat Nebi'ye itaattir. Emirlere isyan ise Resulullah’a isyandır Ebu Hureyre'den (radiyallahu anh) rivayet olunan muttefakun aleyh bir hadiste Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: "Bana itaat eden Allah'a itaat etmiştir. Bana isyan eden ise Allah'a isyan etmiştir. Emirine itaat eden bana itaat etmiştir Emirine isyan eden ise bana isyan etmiştir." Önemli bir uyarı: İtaat maruftadır, masiyette değildir. Ali'den (radiyallahu anh) rivayet olunduğuna göre, bir gün Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir ordu gönderir, başlarına bir emir tayin eder ve onlara da emirlerini dinleyip itaat etmelerini söyler. Emirleri bir ateş yakar ve onlara ateşe girmelerini emreder. Bazıları ateşe girmeyi kabul etmeyerek "Bizler zaten ateşten kaçtık" derler. Bazıları da ateşe girmeye niyetlenirler. Olay Resulullah'a aktarılınca şöyle buyurur: "Eğer ona girmiş olsalardı bir daha oradan çıkamazlardı. Allah'a isyanda itaat yoktur. İtaat ancak maruftadır." (Buhari ve Ebu Davud rivayet etmiştir.) Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) "Allah'a isyanda itaat yoktur" buyruğuna bir kaç örnek verecek olursak: Emirin suçsuz olan mümin bir cana kıyılmasını, yol kesmeyi, zulüm ile insanların mallarını almayı, yalan ve iftira ile bazı mücahidlerin gıybetinin yapılmasını ve onlara haset edilmesini emretmesi veya bunların dışında Allah'ın kitabında nehyettiği ve Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) hadislerinde yasakladığı diğer münkerleri emretmesi... "İtaat ancak maruftadır" buyruğuna birkaç örnek verecek olursak: Emirin, cihadı, zalimin zulmünün engellenmesini, teşkillere gidilmesini, hak edenlere had uygulanmasını, emri bil-maruf nehyi anil-munkeri, kardeşlere hizmeti ve şeran maruf olan diğer şeyleri emretmesi bunun örnekleri olabilir. Mahlûkatın en hayırlısı Muhammed'e ailesine ve tüm ashabına salat ve selam. Tercüme: Muhammed Atta Afganistan İslam Emirliği


İslam Tarihi
EDİTÖRÜN SEÇİMİ
beyazminare
Münafıkların 50 Alâmeti : 3-İnsanlar tarafından Konulmuş Kanunlar ile Hükmederler !
بِسْــــــــــــــــــــــمِ ﷲِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيم أَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَالصَّلَاةُ وَالسَّلامُ عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَصَحْبِةٍ أَجْمَعِين . Münafıkların en bariz sıfatlarından birisi devekillerin veya öncekilerin görüşlerinden yahut geçmiş kanun ve anayasalardan oluşturulan beşeri görüşlerle hükmetmeleridir. Kitap ve sünneti terk ederek arkalarına atan münafıklar, insanların ellerine tutuşturdukları, fikirlerinin çöplüklerinden ibaret olan bu kanunlar ilehükmederler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in asrında bu şekilde Allah’ın ve rasulünün hükmünden yüz çevirip insanların görüşleriyle hükmetmek istiyorlardı.İşte onlar bugünde önceki münafık babalarının yolunu izleyerek,Allah’ın hükmünü terk ediyor ve beşeri hükümlere koşuyorlar.Allah şöyle buyururken ne de doğru söylüyor; “Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğut'a inanmamaları kendilerine emr olunduğu halde, Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Hâlbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor. Onlara:Allah'ın indirdiğine (Kitab'a)ve Resûl'e gelin (onlara başvuralım),denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.”(Nisa 60-61) Eş-Şevkanî,diyorki;“Burada kendilerinin Allah’ın rasule indirdiği Kuran’a ve ondan önceki peygamberlere indirilenlere iman ettiklerini iddia eden bu kimselerin haline Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şaşırması söz konusu ediliyor.Bu iddiaları boşa çıkarılıyor ve onların hiçbir esas üzere olmadıkları açıklanıyor. Zira onlara Allah rasulüne indirilene ve ondan öncekilere müracaat etmeleri emredilmişken, onlar tağuta muhakeme olmak istemekle küfretmiş oluyorlar.İbn Cerir, “(Bazı insanlar:)" Allah'a ve Peygamber'e inandık ve itaat ettik" diyorlar; ondan sonrada içlerinden bir gurup yüz çeviriyor.Bunlar inanmış değillerdir.Onlar,aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Peygamber'e çağırıldıklarında, bakarsın ki içlerinden bir kısmı yüz çevirip dönerler. ”(Nur47-48) ayetleri hakkında şöyle der; “Münafıklar,"Allah'a ve Peygamberine iman ettik ve onların emirlerine itaat ettik."derler. Sonrada içlerinden bir gurup yüz çevirerek uzaklaşır.Böylece sözleri davranışlarına uymaz.Yapmayacakları bir şeyi söylerler.Bu sebeple onlar,mümin değillerdir. Bu münafıklar, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in,aralarında hüküm vermesi için, Allah'ın kitabına ve Resulünün hakemliğine davet edildikleri zaman, içlerinden bir gurup hakkı kabulden yüz çevirir ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in verdiği hükme razı olmaz… ”Onların beşeri kanunlarla muhakeme olma istekleri durmadı, hatta insanları bu kanunlara muhakeme olmaya çağırır hale geldiler. Allah’ın Kitabı ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sünneti ile muhakeme olmak isteyenlere engel oldular. Bunun neticesinde yönetenlerin ve yönetilenlerin çoğunun müslüman olduğu bugünlerde, Kitap ve sünnet ile muhakeme olma hususunda müslümanın akidesi ayak altına alınır oldu. Olan oldu,dünya başkalaştı, asır değişti,Kitap ve sünnet ile hükümvermek arkaya atıldı.Modern dünyanın alay konusu oldular. Bu sözlerin sahipleri küfre düştüler.Allah bizlere Kitab’ında başka bir şekil daha gösteriyor;“(Bazı İnsanlar:)" Allah'a ve Peygamber'e inandık ve itaat ettik"diyorlar; ondan sonrada içlerinden bir gurup yüz çeviriyor. Bunlar inanmış değillerdir. Onlar, aralarında hüküm Vermesi için allah'a ve peygamber'e çağırıldıklarında, bakarsın ki içlerinden bir kısmı yüz çevirip dönerler. Ama eğer (Allah ve Rasûlünün hükmettiği) hak kendi lehlerine ise,ona boyun eğip gelirler. Kalplerinde bir hastalık mı var;yoksa şüphe içindemidirler yahut Allah ve Rasûlünün kendilerine zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, asıl zalimler kendileridir!” (Nur47-50)Onların hali bugün böyledir ve hatta daha da şiddetlidir. “Yoksa onlar(İslâm öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar?İyi anlayan bir topluma göre,hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır?” (Maide 50) Okunanlar, onların münafık babalarının gidişatıdır.Ayetler onlar hakkında inmiştir.Zira onlar bu minval üzere yola almışlardır.Hâlbuki Allah’ın Kitab’ında şunları da okurlar;“Hayır,Rabbine and olsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın(onu)tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa 65) Evet, onlar bu ayetleride okuyorlar lakin nifak ve dine tuzak kurmak için, ahirete karşı dünyayı tercih ederek okurlar!
3 gün önce
beyazminare
Münafıkların 50 Alâmeti : 2 – Müminlere Değil de Kafirlere Dostluk
بِسْــــــــــــــــــــــمِ ﷲِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيم أَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَالصَّلَاةُ وَالسَّلامُ عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَصَحْبِةٍ أَجْمَعِين . Müminlere gösterilmesi gereken bütün dostluk görüntülerini, münafıkların kâfir kardeşlerine yönlendirmesi ile iş bütün açıklığıyla ortaya çıkıyor.Şayet bizler bütün Müslümanların yöneticilerini düşünürsek, Allah’ın merhamet ettikleri dışında onlardan hiçbirinin kâfirlere dostluk sıfatlarından geri kalmadıklarını buluruz. Allah Teala buyuruyor ki; “Münafıklara,kendileri için acı bir azap olduğunu müjdele! Müminleri bırakıp dakâfirleri dost edinenler,onların yanında izzet(güç ve şeref)mi arıyorlar Bilsinler ki bütün izzet yalnızcaAllah'a aittir.”(Nisa138-139)İbn Cerir,“Müminleri bırakıp da kâfirleri dostedinenler,”kavli hakkında diyor ki; “Allah peygamberine münafıkların sıfatlarından haber vererek diyor ki; “Ey Muhammed ! Müminleri bırakıp da bana kâfir olan ve dinime karşı çıkan kâfirleri dostlar yani yardımcılar edinen münafıkları azapla müjdele,izzeti onların yanında mı arıyorlar?Bana iman edenleri bırakıp da güç ve kuvveti onları dost edinmekle mi istiyorlar? Şüphesiz bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.Kâfirleri dost edinenler izzeti onların yanında arıyorlar.Hâlbuki onlar zillet ehlidir.İzzet ve gücün sahibi olan Allah katında ki izzeti,güç, kuvvet ve yardımı Müminleri dost edinerek isteyemezler mi? Hâlbuki Allah dilediğini aziz,dilediğini zelil eder.”El-Kurtubî ayet hakkında şöyle der; “Kâfirlerle dostluk yasaklandığı gibi,din ile ilgili işler hususunda onları yardımcı edinmek de yasaklanmaktadır.Sahih’te Âişe radıyallahu anha’dan rivayet edildiğine göre, Müşriklerden birisi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte çarpışmak üzere arkadan yetişti. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona: "Geri dön.Çünkü biz hiçbir müşrikten yardım istemeyiz"diye cevap verdi.” Lakin nifak,bu ayetlere aldırmayan pek çok kimsede ortaya çıkmaktadır. Hüccetleri gördükleri zaman ağızlarından çıkan mazereti,fiillerinden önce kalpleri yalanlar. Onların şöyle dediklerini görürsün; “Böyle yapmak zorundayız çünkü bu siyasetin gereğidir.”Bir diğeri; “Dünyadan el etek çekmemizi mi istiyorsunuz?” der.Bir başkasıda; “Şöyle yapsaydık ne dersiniz” Allah Teala’nın buyurduğu gibi; “Ey İman Edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar).İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır.Şüphesiz Allah,zalimlertopluluğuna yol göstermez. Kalplerinde hastalık bulunanların: "Başımıza bir felâketin gelmesinden korkuyoruz" diyerek onların arasına koşuştuklarını görürsün.Umulur ki Allah bir fetih,yahut katından bir emir getirecek de onlar,içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olacaklardır. ” (Maide51-52) İbn Cerir, ““Ey iman edenler! Yahudileri veHıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar”ayeti hakkında der ki; “Kim müminleri bırakıp Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinirse onlardandır.Kim müminlere karşı onlara dostluk ederseonların dinindendir.Zira herkes ancak dininden olanla veya üzerinde olduğu şeye razı olarak dostluk eder.Onun dininden razı olduğu zaman onun muhalifine de düşmanlık etmiş olur.Böylece onunla aynı hükme dâhil olur.Bu yüzden bazı âlimler, Tağliboğullarının kestikleri, kadınlarının nikâhlanması ve benzer hususlarda onlarhakkında Hıristiyanlar gibi hüküm vermişlerdir . Nesepleri ve dinlerinin aslı farklı olsa da,İsrail oğullarına dostluklarından, onlardan razı ve onlara yardım etmelerinden ötürü böyle hüküm verilmiştir. Bu açıkça,kim bir kimsenin dinini din edinirse onunla aynı hükümdedir şeklindeki sözlerimizin doğrulunu göstermektedir…” Eş-Şevkanî, “Kalplerinde hastalık bulunanların: "Başımıza bir felâketin gelmesinden korkuyoruz"diyerek onların arasına koşuştuklarını görürsün. ”Kavli hakkında şöyle der;“yani;kalplerinde nifak hastalığı olmasının sebebi,onlarla dostluk etme suçunu işleyerek küfre düşmeleridir. ”Onların elinde hüccet çoktur . Lakin göğüslerinde gizledikleri daha büyüktür. Yaptıkları şeyler, bu hüccetlerini yalanlamaktadır. Sevgi, muhabbet ve kardeşliğinaralarını pekiştirdiğini görürsün. Hatta o hadde gelmiştir ki,onlardan biri, üç dinin aslının bir olduğu iddiasıyla Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanların kardeş olduklarını nida eder. Lailaheillallah! Dinin garipliği ne hale geldi? Bu ayan beyan Müslüman dinleyicilerden hiçbir tepki görmeden oluyor! Müslümanların yöneticilerinin çoğu kâfirlere mahkûmdur. Bu sınırda da kalmadıkları gibi Müslümanlardan uzaklığı artırmışlardır. Müslümanların çoğu kâfirlere muhabbet ederler.Hatta dostluklarının en düşük mertebesi, onların temsilcilerinden özür dileyerek sevgi göstermeleridir. Onlar Allah’ın emirlerine uygun yaşayan veya saklarından sakınan bütün Müslümanlara buğz ve düşmanlık ederler.Müslümanları mahkûm eden pek çok yöneticinin yaptığı gibi onlardan uzak olduklarını açıklarlar. Bu günlerde dostluk ediş mantık dengelerini dereceye gelinceye kadar değişmiştir. Zannederim ki,kâfirlere dostluk edip müminlere buğz etmeyen kimseler ancak çok az kimselerdir. Onlar hakikatlerin şuurunda olmayan, kalpleri kapalı insanlar arasındaki şuurlu gariplerdir.O halde münafıkların kâfirlere ve Yahudilere dostlukları yenideğildir.Bilakis o öncülerinin amelidir.Allah Teala’nın şu ayetlerini okumadın mı?“Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmedin mi ? Onlar ne sizdendirler ne de onlardan.Bilerek yalan yere yemin ediyorlar.Allah onlara çetin bir azap hazırlamıştır.Gerçekten onların yaptıkları şey çok kötüdür! Onlar yeminlerini kalkan yapıp Allah'ın yolundan alıkoydular. Bu yüzden onlara küçük düşürücü bir azap vardır.Onların malları da oğullarıda Allah'a karşı kendilerine bir fayda vermez.Onlar cehennem ehlidirler.Orada ebedî kalacaklardır.O gün Allah onların hepsini yeniden diriltecek,onlarda dünyada size yemin ettikleri gibi, O'na yemin edeceklerdir. Kendilerinin bir şey (hakikat) üzerinde olduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar gerçekten yalancıdırlar. Şeytan onları etkisi altına aldı da kendilerine Allah'ı anmayı unutturdu.İşte onlar şeytanın yandaşlarıdır. İyi bilin ki şeytanın yandaşları hep kayıptadırlar.”(Mücadele14-19) Şu günlerde bu münafıkların Allah’tan başkası için yeni dostluk programları yaptıklarını,vatan için,anayasa için vs dostluk dediklerini işitiyoruz.Allahbuyuruyor ki;“Sizin dostunuz (veliniz) ancak Allah'tır, Resulüdür,iman edenlerdir;onlar ki Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazı kılar,zekâtı verirler. Kim Allah'ı,Resûlünü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki) üstün gelecek olanlar şüphesiz Allah'ın tarafını tutanlardır.” (Maide 55 ) Cenaze törenlerine, bayramlarına katılarak,tarihlerini yazarak,bayramlarını kutlayarak onlarla sevinir, onlarla hüzünlenirler.Yine bugünlerde pek çok münafık yönetici veya bazı yönetilenlerin vatan için ve anayasaiçin dostluk seslerini yükselttiklerini işitiyoruz. Batıdan gelen bundan başkada batıl şiarlar vardır.Başkanlardan birininin sanları şöyle emrederek yönlendirdiğini duydum; Dostlarınız yalnızca vatan ve anayasa için dost olsun. veya bu anlamda bir şey dedi. “durumu en iyi olan; “Allah, vatan ve devrim için”diyerek vatan ve devrimi Allah’a eş tutuyor,müminlere ve Allah rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’e dostluğu kaldırıyor. Bu, ayette anlatılmıştır ve dinde bilinen bir şeydir. Hasan El Arumi
3 gün önce
beyazminare
Münafıkların 50 Alameti : 1 – Müslümanları Bırakıp Müşriklere Yardım Etmek !
بِسْــــــــــــــــــــــمِ ﷲِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيم أَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَالصَّلَاةُ وَالسَّلامُ عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَصَحْبِةٍ أَجْمَعِين . Ruhlar,derlenmiş ordular gibi olup ülfet ettiğini tanır, ihtilaf ettiğine karşı çıkar. Münafıkların kalpleride kâfirlerle ülfet eder,onları iyi bilir.İçleri dışları onlarla bir olur.Lakin peygamber sallallahu aleyhi ve sellem zamanında münafıklar bu ülfetlerini, İslam’ın kuvvetinden dolayı izhar edemiyorlardı. Ama şu günümüzde münafıklarla kâfirlerin kalpleri aynı eğilimdedir.Onlar öncüleri gibi İslam’ı yıkmak üzere yardımlaşıyorlar.Fakat onlar şuan bunu insanların önünde açıkça yapıyorlar. İnsanlardan her biri elini diğerinin eli üstüne koymuştur. Şekil değiştiği veya durum şiddetlendiği zaman bu, Müslümanların Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında yaşadığı şekle dönmektedir.İşte Uhud savaşında Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i ordunun üçte birini çevirerek terk eden münafıklar!Münafıkların ilk terkettikleri Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem olmuştu.Bunu başkaları izledi.Allah Azze ve Celle bu konuyla ilgili olarak şu ayetlerini indirdi; “Hem de münafıkları belli edeceği için ki,bunlara "Gelin,Allah yolunda savaşın veya savunma yapın!" denilmişti . Onlar: "Savaşmayı bilsek arkanızdan gelirdik"dediler.Onlar,o gün imandan çok küfre yakındılar,ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı,Allah onların kalplerinde ne sakladıklarını en iyi bilendir.”(Aliİmran167) Eş-Şevkanî,“Onlar,o gün imandan çok küfreyakındılar”kavli hakkında dedi ki;“Yani;onlar müminleri terkettikleri o gün,onları Müslüman zannedenlerden küfre daha yakındılar.Zira onlar durumlarını açığa çıkarmış, perdelerini yırtmış, nifaklarını ortaya koymuşlardı.Ayetin anlamı hakkında denildi ki;onlar o gün yardım bakımından küfür ehline,iman ehlinden daha yakındılar.”Allah müminleri bu gibi fiillerde sakındırarak buyuruyor ki; “Ey iman edenler! Sizler,inkâr edenler ve yeryüzünde sefere çıkan veya savaşan kardeşleri hakkında:"Eğer bizim yanımızda kalsalardı ölmezler,öldürülmezlerdi" diyenler gibi olmayın. ”(Al-i İmran156)Sonra Müslümanları terk ettikleri için mazeret sunma şekli az bir gelişmeyle başka bir konuda geçtiği gibi farklı bir şekil alıyor; “Allah'ın Rasûlüne muhalefet etmek için geri kalanlar(sefere çıkmayıp)oturmaları ile sevindiler; mallarıyla,canlarıyla Allah yolunda cihad etmeyi çirkin gördüler;"bu sıcakta sefere çıkmayın"dediler.”(Tevbe 81) Allah onlara şöyle cevap veriyor;“De ki: "Cehennem ateşi daha sıcaktır!"Keşke anlasalardı!” (Tevbe 81)İlk zamanlarda ki bu şekil zamanımızda,Müslümanları en şiddetli tehlikede terk etmek hususunda en yüksek nifak üsluplarına ulaşıncaya kadar gelişmeye devam etti. Bu günlerde güven içindeyaşamak veya korkutulmamak için Müslümanları terk etmelerinden dolayı özür diliyorlar. Korkutulmaktan maksatları Allah yolunda cihad veya mustaz’af Müslümanlara yardım edersek,kâfir devletleri bize karşı çıkar,bize ekonomik ambargo uygularlar. gibi yeni şekillerle nifakı ortaya koyuyorlar. Zira bu Müslümanları terketmektir. Yeryüzünün çeşitli yerlerinde manevîde olsa yardım ve desteğe muhtaç nice Müslümanlar vardır. Lakin terk etmek nedir? Münafıkların Müslümanları terk etmeleri sebebiyle koşuşturma durdurulmaz,aksinekâfirlerin yardımı Müslümanlara ulaşıncaya kadar beklenir.İşte onlar Allah Teala’nın şu kavlinde belirtildiği gibi bunu açıklayanların ilk önderleridir; “Münafıkların,kitap ehlinden inkâr eden dostlarına:“Eğer siz yurdunuzdan çıkarılırsanız,mutlaka bizde sizinle beraber çıkarız;sizin aleyhinizde kimseye asla uymayız…”dediklerini görmedin mi?” (Haşir 11)İbn Cerir,“Münafıkları görmedin mi”kavli hakkında der ki;“Allah Teala peygamberi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e hatırlatarak buyuruyor ki; “Ey Muhammed! Kalp gözünle bakıp münafıkların;Abdullah Bin Ubeyy Bin Selul,Nevfel’in iki oğlu Vedia ve Malik,Süveyd ve Dais’in söylediklerini görmedin mi? Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem savaş için Nadiroğullarına gittiği zaman münafıklar bunlara adam göndererek yerlerinden ayrılmamalarını, müstahkem mevkilerinde kalmalarını, onları kimseye teslim etmeyeceklerini, savaşırlarsa onlarla beraber savaşacaklarını,Medine'den çıkarılırlarsa onlarla beraber çıkıp gideceklerini söylemişlerdi.Bu vaatleri bekleyen Yahudiler,münafıklardan hiç bir destek görmemişlerdir. Allah bunların kalplerine korku salmış ve develerinin götürebileceği kadar mal alıp şehri terk etmek istemişler, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemde onlara müsaade vermiştir.“sizin aleyhinizde kimseye asla uymayız”yani; sizi tek başınıza bırakmamızı isteyen hiçbir kimsenin sözüne itaat etmeyiz.Bizler sizinle beraberiz. El-Kurtubî, “Münafıkları görmedin mi” kavli hakkında der ki; “Yahudilerin,münafıkların herhangi birdin ve kitaba inanmadıklarını bilmekle birlikle,kendilerine verdikleri yardımcı olmak sözüne aldanmış olmalarının hayret edilecek bir husustur.” Zamanımızda ki münafıklar,Müslümanlara karşı savaşta kâfirlerle beraber tek safta duruyorlar. Maslahatları hakkında ki korkuları hüccet olur mu? Kanun parçalama! Şiddeti kaldırma vesaire ...Önceki münafıkların ve onlara katılanların Allah onları çoğaltmasın misyonu pek çok yerde Müslümanları yalnız bırakmak ve kâfirlere yardım etmektir.Bu terk ediş ve kâfirlere yardımın hissî veya manevî olması fark etmez neticede aramızda bunu bize izhar etmektedirler.Yardımcımız Allah’tır. Ebu Abdullah Abdurrahman Bin Ali BinHasenel-Arûmî Tercüme;Ebu Muaz Yücel Seyfullah Erdoğmuş
4 gün önce
beyazminare
TEBLİĞ EMANETİNİ TAŞIYANLARA !
بِسْــــــــــــــــــــــمِ ﷲِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيم Mülkün maliki, zulümden münezzeh, zulüm etmeyecek kadar yüce, ebedilikte tek, her sıkıntıyı işiten ve her zorluğu açan Allah’a hamd olsun. Kıyamete yakın bir zamanda kılıçla gönderilen, müjdeleyici ve uyarıcı, izni ile Allah’a davet eden ve aydınlatıcı ışık olana salat ve selam olsun.  Bu risale, tevhid akidesini ve resullerin ve muvahhidlerin ahlakını savunma savaşında, tebliğ görevini üstlenenleredir. Zeyd b. Sabit’ten (radiyallahu anh) rivayet olunduğuna göre şöyle der: Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: “Bizim bir hadisimizi işitip onu ezberleyen ve tebliğ edenin Allah yüzünü aydınlatsın.”  Sahih’te rivayet olunduğuna göre, Abdullah b. Amr’dan (radiyallahu anh) aktarılan bir hadiste Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: “Benden duyduğunuz bir ayet bile olsa tebliğ edin.” Hadiste geçen ‘ayet’ kelimesi, Hafız İbn Hacer’in Fetih’te söylediği gibi üç anlamda kullanılır:  Ayırıcı alamet, ortaya çıkan şaşkınlık ve başa gelen imtihan.  Sahih Muslim’de Ebu Said El-Hudri’den (radiyallahu anh)  rivayette şöyle der: Resulullah’ın şöyle buyurduğunu işittim: “Sizden kim bir münker görürse, onu eliyle düzeltsin. Eğer gücü yetmezse diliyle…” ve hadisin devamı. Acaba tevhid akidesine karşı azgınca tutuşturulan bu saldırıdan daha büyük bir münker var mıdır? Öyle ki, İslam her taraftan yaralanmakta, bununla birlikte hakikat için hareket edilmemekte, Allah ve dini için kızılmamaktadır! Sonuç ise, şeriatın değiştirilmesi, ehline savaş açılması, batılın süslü gösterilmesi ve batıl hizbinin öne geçirilmesi olmuştur.  Bunun başlangıcı ise, cihad ve mücahidlerin suretlerinin çirkin gösterilmesi olmuştur. Eğer herhangi bir davayı yıkmak istersen, onun rumuzlarını, davetçilerini ve koruyucularını yıkmalısın. Üzerine şer’i hükümler ve gereklilikler terettüp edilmemesi için, cihad terimi, direniş veya devrim gibi kavramlarla değiştirildi. Şu anda cihad hakkındaki durum da bunu göstermektedir. Elbise biraz daha kısaltıldı ve cihad yalnızca savunma ile sınırlandırıldı. Sonra dinini, topraklarını ve ırzını savunanlar, şekilleri ve yaptıkları işleri çirkin gösterilerek, kan içiciler, aşırıcılar, teröristler ve mücrimler olarak gösterildi.   Cihad, din kelimesinin yücelmesinde mızrakla ve dille çaba sarf etmek ve var gücünü ortaya koymaktır. Allahu teala şöyle buyuruyor: “Öyleyse kâfirlere itaat etme ve onlara (Kur'an'la) büyük bir cihad ver.” Taberi (rahimehullah) şöyle der: “Bu Kur’an’la onlara karşı büyük bir cihad ver. Allah’ın farzlarına boyun eğene kadar bunu sürdür.” Bu sözle cihad değil midir, Kur’an’ın nassı ile?  Sahih bir senetle İmam Ahmed, Enes b. Malik’in (radiyallahu anh) Resulullah’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) şunu işittiğini rivayet etmiştir: “Müşriklere karşı dilinizle, canınızla, malınızla ve elinizle cihad edin.”  Musned’de, Sahih’in şartına göre sahih bir senetle Kab b. Malik’ten (radiyallahu anh), Nebi’ye (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dediği rivayet olunmuştur: “Allah azze ve celle şiir hakkında indirdiklerini indirdi?” Bunun üzerine Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Mü’min kılıcı ve dili ile cihad eder. Nefsim elinde olana yemin olsun ki, sizin onlara attıklarınız, ok darbeleri gibidir.” Yani sizin şiirleriniz onların kalplerinde, okun cesetlere bıraktığı tesiri bırakmaktadır. Başka bir rivayette ise “daha hızlı” kelimesi geçmektedir.  Sonra, işte Resulullah, dinin hakikatlerini açıklamak için hem ses hem de görüntüyü kullanmaktadır. Sahihi Muslim’de Enes’ten (radiyallahu anh) rivayet olunduğuna göre şöyle der: “Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) çizgiler çizdi ve şöyle dedi: Bu arzulardır. Buda eceldir. O bu haldeyken ona en yakın olan çizgi gelir.” Sahih’de İbn Mesud’dan (radiyallahu anh) rivayet olunduğuna göre: “Nebi bir kare çizdi ve ortasına da onun dışına çıkan bir çizgi çekti…” ve hadisin devamı. İbn Battal şöyle der: “İbn Mesud hadisinde Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem), âdemoğlunun emelini, ecelini ve ondan hiçbir zaman ayrılmayan dünya hallerinin örneğini vermiştir.” Allah’ın kitabı misallerle doludur. Hâkim Et-Tirmizi’nin de dediği gibi: “Zahiri halleri müşahede edebilen gözlerden ve kulaklardan kaçan şeyleri idrak edebilmesi için, Allahu teala kullarına misaller vermiştir.”  Allah, güzel ve çirkin kelimelerinin, münafığın, kâfirin ve Yahudi’nin misallerini vermiştir. Allahu teala şöyle buyuruyor: “Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alır düşünürler.” Allah subhanehu başka bir ayette ise şöyle buyurmaktadır: “Allah insanlara örnekler verir, Allah her şeyi bilendir.” Yine şöyle buyurmaktadır: “İşte bu örnekler; biz bunları insanlara vermekteyiz. Ancak âlimlerden başkası bunlara akıl erdirmez.” Üstat Seyyid Kutub şöyle der: “Mücerret külli mana, hissedilen bir surete dönüşene kadar beşeri düşüncede esnek bir şekilde gezer…” sonra şöyle der: “Bu nedenle Kur’an insanlara misaller verir, suret ve sahnelerle büyük manaları onların hislerine yaklaştırır.”  Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Kur’an okuyucusuna, kendisinden önceki nebi ve resullere, bu ümmete, Yahudi ve Hristiyanlara misaller vermiştir. Mü’minlere ve sahabelere ayrı misaller vermiştir. Hakkın en basit, en açık ve en yeni yöntemlerle ulaştırılması nebevi bir görev ve Kur’an yöntemidir.  Kuşkusuz savaş bitmedi, bitmeyecektir de. Allahu teala şöyle buyuruyor: “Eğer güç yetirirlerse, dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmayı sürdürürler. Bu gün facir basın kuruluşları iki mühim nokta üzerinde çalışmaktadırlar: Birincisi: Hakkın karıştırılması: Bunu ıslıklarla, alkışlarla ve karıştırmayla lakin bunları da yeni yöntemleriyle bezeyerek yaparlar. Tüm yollarla insanları hakkı dinlemekten ve öğrenmekten alıkoyup eğlencelerle meşgul etmişlerdir. Fücur ve zinayı kolaylaştırmışlardır. Sonra hikâyecilerin yöntemiyle Nadr b. Haris’in sancağı altında insanları dinden çevirmeye çalışmışlardır. O, Hire’ye gitmiş Fars krallarının hikâyelerini öğrenmişti. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir meclise oturup Allah’ı hatırlattığında, kavmini eski ümmetlerin başına gelenlerle korkuttuğunda, ayağa kalkar ve: ‘Allah’a yemin olsun ki, ey Kureyş topluluğu, ben ondan daha güzel konuşuyorum. Bana gelin. Ben sizlere O’nun sözlerinden daha güzel sözler aktaracağım’  der ve sonra onlara Fars krallarının ve Rustem’in hikâyelerini anlatmaya başlar.   İbn İshak (rahimehullah) şöyle der: “İbn Abbas (radiyallahu anh) şöyle diyordu: “Bana ulaştığına göre onun hakkında Allah azze ve celle’nin şu buyruğu nazil olmuştur: “Ona bizim ayetlerimiz okunduğunda, öncekilerin efsaneleri der.” Bugün onların, insanları hakkı dinlemekten engelleyip eğlencelerle meşgul etmede yarıştıklarını ve bunun için tüm vesileleri kullandıklarını görmekteyiz. Rezil filimler ve seviyesiz diziler yayınlıyorlar. Bunun için “El-Hurra, El-Arabiyya, BBC, Mbc gibi kuruluşlar tesis edilmiştir. Uydu kanallarının birçoğu Müslümanların yaşadığı ülkelerdedir. Fesat çıkaran ahlaksızları, Resulullah’ın ashabından olan ümmetin önderlerine benzeterek, yıldızlar olarak adlandırdılar. Sahihi Muslim’de geçtiği üzere, Ebu Musa El-Eşari’den (radiyallahu anh) rivayette: “Resulullah başını semaya kaldırdı, o başını çokça semaya kaldırırdı şöyle dedi: “Yıldızlar semanın bekçileridirler. Yıldızlar gittiğinde semaya vaad olunan gelir. Bende ashabımın bekçisiyim, ben gittiğimde ashabıma vaad olunan gelir. Ashabım ümmetimin bekçileridirler, ashabım gittiğinde ümmetime vaad olunan gelir.”  Ebu’l-Abbas El-Kurtubi (rahimehullah) El-Mufhim adlı kitabında şöyle der: “Yani ashabı var olduğu sürece din kaim, hak zahir ve düşmanlara karşı zafer hâsıl olur.” Onlar, kendilerine uyduğumuz yıldızlarımızdır. Evlatlarımıza onların yaşantılarını, cihadlarını, isimlerini, neseplerini ve tüm işlerini öğretmeliyiz. Evlatlarımızın, haklarında Resulullah’ın ashabı hakkında bildiklerinden daha fazlasını bildikleri fasıkların yaşantılarını değil! İkinci nokta: Birinci noktadakilerden ayrı olarak, hakkı dinleyen ve kendilerine zikrin ulaştıkları: Onlara Kitab’ın manasını tahrif ve nasların boyunlarını eğme görevi verilmiştir. Bunlar için öncekilerden daha az tehlikeli olmayan müesseseler inşa ettiler ve bunlara ‘dini kanallar’ adını verdiler. Ücretli âlim ve dalalet davetçilerinden bir grup öne çıkarılıp yaldızlandı. Önlerine kapalı kapılar açıldı, insanlara güzel gösterildiler, tüm hürmet ve saygı sıfatlarıyla nitelendiler. Hatta onların şekillerini bile güzelleştirdiler. Hatta bana, onların birçoğu ekrana çıkmadan önce, Allah’ın gazap ettiği yüzlerini güzelleştirmek için makyaj yapıldığı söylendi! Her iki noktada kendilerinden önceki kâfirlerin yolu üzeredirler. Allahu teala şöyle buyuruyor: “İnkâr edenler dediler ki: "Bu Kur'an'ı dinlemeyin ve onda (okunurken) yaygaralar koparın. Belki üstün gelirsiniz." İbnu’l-Cevzi (rahimehullah) Zadu’l-Mesir adlı kitabında şöyle der: “Yani faydası olmayan boş sözlerle ona karşı çıkın. Kâfirler birbirlerine ‘Muhammed ve ashabından Kur’an işittiğinizde, sözlerini karıştırmaları için sesinizi yükseltin’ diye tavsiyelerde bulunuyorlardı.”  Mücahid (rahimehullah) şöyle der: “Yaygaralar koparın: Yani alkış, ıslık ve karışık sözlerle…”  Şeyh Seyyid Kutub (rahimehullah) şöyle der: “Din düşmanları insanları nihai olarak bu Kuran’dan yüz çevirmeye yeltendiler. Bundan aciz kalınca onu kurraların terennüm ettikleri, dinleyenlerin ise neşelendikleri naatlara çevirdiler. Onu, insanların ceplerine ve yastıkları altlarına koydukları muska ve tavizlere çevirdiler.” Sonra şöyle devam eder: “Bu dinin düşmanları, ona, tüm hayat alanlarında yönlendirilecekleri alternatifler getirdiler. Hatta aldıkları şeriat ve kanunların yanında düşünce ve kavramlarını bile onlardan alır oldular.” Sonra şöyle der: “Kuşkusuz bunlar, Nadr b. Haris’in yönelimleridir. Ancak gelişmiş, zamanın ilerlemesine ve hayatın çetrefilleşmesine münasip bir surettedir. Lakin asırlar boyunca bu dine tuzak kuranların tarihlerinde bilinen birçok türlerinden birisi olduğu kesindir.” (Şeyh’in sözü burada bitti.)  Devayı bilebilmemiz için öncelikle hastalığı ve virüsün türünü teşhis etmemiz gerekir. Böylece ona zıt bir tutum geliştirebiliriz. Onların eylemlerinin iki önemli noktasına kısaca değindik. Buna karşılık sizin de tam bir ciddiyet ve ısrarla, planlı ve belirli bir vakitte bitirilmesi gereken, gerçekleştirmeye çalıştığınız hedefleriniz olmalıdır. Özetle, çalışmalarınızda önem vermenizi istediğim bazı önerilerde bulunmak istiyorum. Bu, istişare babındandır. Aksi halde sizlerin daha bilgili, daha tecrübeli ve daha hayırlı olduğunuzu zannediyoruz. Birincisi:  Bu hedefi gerçekleştirmek için şeriatın mubah kıldığı her şeyi kullanarak düşmanlarımızın saflarına korku salmak. Allahu teala şöyle buyuruyor: “Rabbin meleklere vahyetmişti ki: "Şüphesiz ben sizinleyim, iman edenlere sağlamlık katın, kâfirlerin kalplerine amansız bir korku salacağım." Zemahşeri, Keşşaf’ta şunları söyler: “Kâfirlerin kalplerine korku salınması kadar büyük bir yardım ve boyunlarına vurulması kadar etkili bir darbe yoktur. Bu ikisinin bir arada olması ise desteğin son derecesidir.” Korku salınması, rabbani bir eylemdir. Bazen birçok savaşları daha vuku bulmadan önce bitirebilmektedir. Sahihayn’de Ebu Hureyre’den (radiyallahu anh) rivayet olunduğuna göre, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Ben, özlü kelimelerle gönderildim ve korku ile desteklendim.”  Sahih’de geçtiği üzere, Cabir b. Abdullah (radiyallahu anh) rivayetinde ise: “Bir aylık mesafeden korku ile yardım olundum” der.  Muhelleb (rahimehullah) şöyle der: “Bu, Allah’ın özel olarak ve kendi fazlından verdiği ve ondan başka hiç kimseye vermediği bir şeydir. Ve biz bunu bizzat kendimiz de gördük. Ebu Muhammed El-Asili bize şöyle dedi: “İbn Ebi Amir’le Barselona’yı fethettik. Sonra Kostantiniyye’den gelen birisi bize sahih olarak şunu söyledi: ‘Bizim Barselona’yı fethetmemiz oranın halkına ulaşınca, korkuya kapılıp, haberin ulaşmasından sonra o gün Kostantiniyye’nin kapılarını kapatmış ve surlarda beklemeye başlamışlar. Bu durum, iki aydan daha fazla bir süre böyle devam etmiş.” Kâfirlerin sitelerinde mücahidlerin eylemlerinin neşredilmesi, azimlerinin, sayılarının ve hazırlıklarının gösterilmesi, Allah’ın düşmanların kalplerine korku salmasının sebeplerindendir. İkincisi: Pis yanlarını, kötü ahlaklarını ve kendilerindeki tüm noksanlıkları ile kâfirleri kötü göstermek. Bu, hak ile olmalıdır batıl ile değil. Allahu teala şöyle buyuruyor: “Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran, aşağılık. Alabildiğine ayıplayıp kötüleyen, söz getirip götüren (gizlilik içinde söz ve haber taşıyan). Hayrı engelleyip sürdüren, saldırgan, olabildiğince günahkâr. Zorba-saygısız, sonra da kulağı kesik.” Sahih’de İbn Abbas’tan (radiyallahu anh) rivayet olunduğuna göre şöyle der: Zorba saygısız, sonra kulağı kesik” Kulağı, koyun kulağı gibi olan Kureyşli bir adamdır.” Taberi’de ise yine ondan rivayette şöyle geçmektedir: “O adama zenim/kulağı kesik denilene kadar bu bilinmezdi. Daha sonra boynunda asılan kesik parça ile bilinir oldu.” Zenim kelimesinin, babası bilinmeyen anlamına geldiği de söylenmiştir. İster o olsun ister bu, eşittir. Kâfirlerin birçoğunda bulunan çirkin ahlak ve şekillerini Müslümanlara kötü göstermeli, mücahidlere onların hallerini basitleştirmeliyiz. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Amr b. Hişam’ın künyesini değiştirmiştir. Daha önceleri lakabı “Ebu’l-Hakem” iken onu lakapların en alçağı ve en çirkini ile değiştirmiş ve ona “Ebu Cehil” demiştir. Oysaki daha önce zekiliği ifade eden lakabı ile övünüyordu.  Kâfirlerin liderleri ile muamele metodu bu olmalıdır. Ancak bu, tetkik ve düşünce ile olmalıdır. Böylece kelimeler ve nitelemeler doğru olabilir. Yeri geldiğinde ise gediğine oturur ve orada kalır.  Üçüncüsü:  Batıda yayınlanan kitap, rapor ve tahlillerin takip edilmesi. Öncelikle mücahidlere daha sonra Müslümanların geneline faydalı olacağı zannedilen şeylerin tercüme edilmesi. Bunlar, askeri malumatlar, güvenlik açıkları, siyasi problemler veya ahlak rezillikleri olabilir. Bu malumatların alınacağı en güzel yerler, halk dergileri ve yerel yayınlardır. Böylece toplanan bu malumatların haftada bir kez de olsa yayınlanması veya ilgili mücahid liderlere gönderilmesi istenilen amacı gerçekleştirecektir. Dördüncüsü: Dalalet fırkaları ve saray imamlarının yayınlarının takip edilmesi. Düşmüş oldukları çelişkileri, onlardan sadır olan muhalefetler ve kötü hallerin açıklanması. Özelliklede bunun, devrim ve direniş şiarlarını yükselten kesime karşı yürütülmesi İnternet yoluyla, medya sanatlarıyla ilgili tüm eğitim devrelerinin hazırlanması ve faydanın şümullü olması için bunun seviyelere taksim edilmesi. Gençlerin yoğun ilmi programlara katılmaya teşvik edilmesi. Bunlar her yerde bulunmakta ve örneğin Hindistan’da silikon vadisi gibi ucuz ve gidilmesi kolay olan yerlerde daha da gelişmiştir.  Beşincisi:  İslami medya davası ile ilgilenenler ve destekleyenlerle bağlantıya geçilip diyaloğa girilmesi ve onlardan en büyük sayının kazanılmaya çalışılması. Özelliklede bir yere kadar da olsa basın ve yayın yönünden özgürlüklerin bulunduğu devletlerde. Veya internet ağının kontrol altına alınmasının kolay olmadığı bölgelerde.  Altıncısı: Günlük görsel yayınlar hazırlanması. Yeni olaylar üzerinde duracak, gelişmeleri tahlil edecek yayınlar hazırlanması. Özelliklede mücahidlerle ilgili konularda. Haberin sunulması, yapılacak yorumlar ve tahlillerin sunumunun öneminde hiçbir şüphe yoktur. Ben, her sabah, geçen günün tüm olaylarını sunan bir yayın öneriyorum ve uydu merhalesine geçilmesini ümit ediyorum. Buda hazırladıklarımızı günlük olarak yayınlayarak aşama aşama olacaktır. Bunun yanında tüm mekânlardaki mücahidlerin eylemleri ve onlarla ilgili haftalık bir yayın daha yapılmalıdır. Bununla hem onların himmetlerini yükseltebilir, hem düşmanlarının kalplerine korku salabilir ve hem de bizim, farklı cephelerde aynı hedef için savaşan tek bir ümmet olduğumuzu gösterebiliriz.  Yedincisi: Teknolojiyle ilgili sitelerin hazırlanması.  Yeni olan her şeyi araştıracak, faydalı olan her şeyi yayınlayacak, nerelerde bulunduğunu takip edecek, nerede bir hayır varsa onu tanıtıp nerelerde bulunduğunu ve en güvenli şekilde ona nasıl ulaşılacağını öğretecek çalışmalar. Mücahidlere askeri olarak faydalı olan şeylerle ilgilenenlerin veya ilmi gelişmeleri onlara aktaranların, bunu uygun bir şekilde aktarmalarını, umarım söylemeye gerek yoktur. Bununla birlikte bu siteler görünüşte mücahidleri desteklemekten hatta Müslümanları desteklemekten uzak gözükmelidir. Sekizincisi: -Onların tabiriyle ılımlı İslami siteler hazırlanması. Ben burada, örneğin ilim ve âlimlere önemin işlenmesini öneriyorum. Sohbetleri yayınlanır, haberleri ve dersleri takip edilir, zeki bir şekilde ve vesilelerle ilim talebeleri ve davetçilerden en büyük katılımın sağlanmasına çalışılır. Sonra bu sitelerin veya bunlardan bazılarının, gerektiğinde veya bir zorunluluk oluştuğunda cihadi sitelere dönüştürülmesinde bir mani yoktur.  Nevevi (rahimehullah) şöyle der: “Nasıl olursa olsun savaşta kâfirleri aldatmanın caizliğinde âlimler ittifak etmişlerdir. Ancak ahdin veya emanın bozulması bundan istisna edilir, bu helal değildir.  Dokuzuncusu:  Âlimler ve ilim talebeleriyle bağlantıya geçilip onları görevlerini yerine getirmeye davet. Bu, onlarla savaşın bu dinin sabitlerinden ve külli kaidelerinden olduğunu, sapık ve kaypak insanlara reddiye ve milliyetçilik ve demokrasi gibi sapık fırkaları beyan etmede onlardan istifade edilmesi içindir. Reddiye ve tartışmaların içi boş olması doğru değildir. Bunlar bizzat acı vakıalardan olmalıdır. Örneğin Irak’ta direnişi temsil eden veya etmeyen bununla birlikte İslam'a nispet edilen birçok grup bulunmaktadır. Ancak bizler Müslüman âlimlerinden, bunların batıllarını reddeden ne tek bir kitaba ve nede şer’i bir fetvaya rastlamadık. Hatta tam aksine selefi davetten olduğu zannedilen bazıları, fasit menheclerini bilmelerine rağmen milliyetçilerin tutumlarını güzel göstermişlerdir! İşte netice budur: Az bir sapma, helake götürür. Aynı şekilde cihad sitelerinin önemli makalelerle, ciddi tartışmalarla ve amaçlı reddiyelerle zenginleştirilmesi gerekir. Böylece canlılığını ve doğruluğunu kaybetmeyecektir. İlim talebelerinin elindeki medya imkânlarıyla, insanları cihada davette ve mücahidlere destekte, gençleri cihada ve dine hizmete çaba sarf etmeye teşvikte çalışması gerekir.  Onuncusu:  Korsancılık işine önem verilmesi ve bu yetenekte olanların bu işe teşvik edilmesi.  Melekelerini geliştirmeye teşvik edilmesi ve her vesileyle desteklenmeleri. Düşmanın sitelerini çökertecek, askeri, emni ve siyasi kalelerine gireceğiz. Bununda ötesinde kâfirlerin mallarına yönelip iktisadi müesseselerini bozacak, katılımcılarının saflarına korku ekecek, güvenlerini sarsacağız. Elektronik savaşın, geleceğin önemli ve etkin savaşlarından olacağını zannediyoruz.  On birincisi: Öneri ve yönlendirmelerle ilgili kitapçıkların yayınlanması. Yeni gereksinimlere göre mücahidlerin ve liderlerinin her alanda -aylık ta olsa- bununla ilgili yayınlarda bulunmaları. Orada önerileri ve istekleri aktarılabilir. Böylece bu çalışmalar, ümmet ile liderleri arasında bir köprü mesabesinde olmuş olur. Kuşkusuz Müslümanlar arasında mücahidlere nasihatleri olacak kimseler bulunacaktır. Belki bu kişiler alanında uzmandır ve mücahidlere ulaşmalarına maniler bulunmaktadır. Onların nasihati, uygun zaman ve mekânda bir cevher olabilir. On ikincisi:  Mücahidlerin ve liderlerinin söylediği ve yaptığına karşılık, gelen tepkilerin takip edilmesi. Özelliklede düşman tarafından gelenler. Daha doğru adımlar atılması, hataların düzeltilmesi, olumlu ve olumsuz yönlerin tanınması için derinlemesine incelenmesi ya da hayrın artırılması ve bunun emin bir şekilde ilgililere iletilmesi.  On üçüncüsü: Cihadi medya çalışmasında güvenilir ve düzenli toplu çalışmalara gidilmesi. Tabi bu güvenlik ve teknik şartlara uygun olmalıdır.  Zira toplu çalışma ve işi yöneten bir lider olmadığı sürece istenilen amaçların gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Ferdi ve ayrı ayrı hatta çekişmeli ve tartışmalı bir çalışmayla, ne bir program gerçekleştirebiliriz nede başkaları bize saygı duyar. Eğer batı medyası, aldatma ve gerçekleri saptırma üzerine kurulmuşsa; yalan, ihanet, cehalet ve fuhuş en önemli nitelikleri ve temel direkleri ise, buna karşılık İslami medya bazı önemli sıfatlarla nitelenmelidir. Bunlardan bazıları: Medyacı Müslümanın en önemli sıfatları: Birincisi: Eminlik ve doğruluk. Allahu teala şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler, Allah’tan korkun ve sadıklarla birlikte olun.” Yani niyet, söz ve amellerinizde doğru olun. Sahihayn’de Abdullah b. Mesud’dan (radiyallahu anh) rivayet olunduğuna göre: “Kuşkusuz doğruluk iyiliktir, iyilik ise cennete götürür” buyrulur.  Allah’ın gönderdiği tüm resul ve nebilerin sloganı ve insanlara elçilikleri, doğruluktu. Kureyş Resulullah’ı (sallallahu aleyhi ve sellem) bisetinden önce bile, sadık ve emin olarak nitelemekteydi. Kâfirler doğruluğunun önemini idrak etmeye başlamışlardır. Yahudi liderlerinden birisi kendi medyalarından bahsederken şunları söyler: “Her şeyde insanlara doğru söyledik, öyle ki artık yalan söylediğimizde bile bizi tasdik eder oldular.” Bizler diyoruz ki: Müslümanlara karşı yalandan Allah’a sığınırız. Sakın bir Müslümana karşı yalan söylemeye yanaşmayın. Kuşkusuz bu, ahirette hüsran dünyada ise başarısızlıktır.  İkincisi: Adalet ve adil olma. Adaletli Müslüman, şahitliğine halel getirecek töhmetlerden beri olan kimsedir. Güzel yaşantı ve iç âleminin doğruluğu, Müslüman medyacının en önemli sıfatlarındandır. Fasık ve facir, ne adaletlidir nede bu makama ehildir. Özelliklede haberlerin nakledilmesi ve sözlerin tercümesinde.  Yine sizleri, düşmanlarınıza karşı bile olsa adaletli olmaya çağırıyorum. Allahu teala şöyle buyuruyor: “Bir topluluğa olan kininiz, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin. Adaletli olun, zira bu takvaya en yakın olandır.” İbn Kesir (rahimehullah) şöyle der: Bir topluluğa olan buğzunuz, sizi onlara karşı adaletsizliğe sürüklemesin. Bilakis ister dost ister düşman olsun herkes hakkında adaleti kullanın.” Taberi (rahimehullah) şöyle der: “Bir topluluğa olan düşmanlığınız, onlar hakkında hükmünüzde ve onlarla yaşantınızda sizi adaletsizliğe sürüklemesin.” Bundan dolayı Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Bezzar’ın sahih rivayetinde, Bedir günü savaştan önce düşmanı Utbe b. Rebia hakkında şöyle buyurmuştur: “Eğer topluluk arasında birisinde hayır varsa, bu, kırmızı deve sahibindedir. Eğer ona itaat ederlerse kurtulurlar.” Utbe onlara savaşmayıp dönmelerini söylüyordu.  Üçüncüsü: Güzel hitap ve konuşma adabı. Müslümanlara karşı yumuşak ve hoş kelimelerle konuşulmalıdır. Allahu teala şöyle buyuruyor: “Allah’ın nasıl misal verdiğini görmedin mi? Güzel kelime, güzel bir ağaç gibidir.” İbn Kayyim (rahimehullah) şöyle der: “Çünkü güzel kelime, salih ameli doğurur. Güzel ağaç ise, faydalı meyve verir.” Musned’de Ebu Hureyre’den (radiyallahu anh) rivayet olunduğuna göre Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: “Güzel söz sadakadır.”  Resullerin edebi ile edeplenmemiz bizim için en layık olandır. Allahu teala şöyle buyuruyor: “Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslam'a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir.” Yine Allahu teala şöyle buyurmaktadır: “Sen en güzel olanla uzaklaştır. Birde bakarsın ki seninle aranda düşmanlık olan sıcak bir dost oluvermiştir.” İbn Abbas’tan (radiyallahu anh) rivayet olunduğuna göre şöyle der: Allah müminlere kızgınlık anında sabrı, cahillikte yumuşaklığı, kötülük anında ise affı emretmiştir. Bunu yaptıklarında Allah onları şeytandan koruyacak ve adeta yakın bir dostmuşçasına düşmanlarını onlara boyun eğdirecektir.” Muharip kâfire karşı konuşma ise, edep ve insafla, hitapta kötü sözlerden kaçınma ile olmalıdır. Sahih’te İbn Abbas’tan (radiyallahu anh) rivayet olunduğuna göre şöyle der: “Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) söven, açık saçık konuşan ve lanet eden birisi değildi.” Yine Sahih’te Aişe’ye (radiyallahu anha) şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Beni ne zaman açık saçık konuşurken gördün?” Taberi şöyle der: Hadisteki fahiş kelimesi, kötü dilli demektir.” İbn Battal şöyle der: Araplara göre fuhşun aslı, çirkin bulunacak şekilde haddini ve sınırını aşan her şeydir. Son olarak:  Size, Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Zira bu en hayırlı azıktır. Allahu teala şöyle buyuruyor: “Azıklanın, kuşkusuz azıkların en hayırlısı takvadır.” Sahih’te; İbn Ömer’den (radiyallahu anh) naklolunduğuna göre şöyle der: “Kalbinde şüpheli olan şeyleri terk etmediği sürece kul takvanın hakikatine ulaşamaz.” Bu alanda çalışan kardeşlerimin çektikleri sıkıntıları fark etmekteyim. Özelliklede internet ve uydu alanlarında çalışanların. Bu nedenle bu kardeşlere nasihatim, evlenmeleri ve bunda acele davranmalarıdır. Ey değerli kardeşim, dinin dışında hiçbir şart koşma, inşaallah seni sevindirecek şeylerle karşılaşacaksın. Evliliğe güç yetiremeyenlere ise, eğer çalışmasını sürdürmesi gerekiyorsa, oruç tutmasını tavsiye ederim. Zira bu, Sahihayn’de olduğu üzere onun için kalkan olacaktır. Sonra bilmelisin ki, bir iki gün oruç tutmanın hiçbir yararı olmayacaktır. Lakin bir gün tutup bir gün tutmamalısın. Bunun etkisini de ancak iki üç ay sonra görürsün.  Hafız (rahimehullah) Fetih’te şöyle der: “Orucun emredilmesi, problemli gözüktü. Zira oruç hararetin artmasına neden olmaktadır ki buda şehveti daha da artırmaktadır. Lakin bu işin başında böyle olur, sürdürülüp alışkanlık haline geldiğinde bu durum dinecektir.”  Sonra bilmelisiniz ki, evlenmeye ihtiyacı olduğu halde nefsini oruca zorlayamayanlar, nefislerini, gözlerini korumaya da zorlayamayacaklardır. Gizli ve açık hallerinde Allah’tan korkmayanların, amellerinde ve çabalarında bir hayır olamaz. Bu alandaki yerine bağlı kal. Sen Allah’ın bildiği şekilde muvahhidlerden şerri def etmektesin. Yerine bağlı kal, biz sana bulunduğun yerde ihtiyaç duymaktayız. Sakın ha, amelinin nafile söz ve fiillerden olduğunu zannetme. Amelin sana vacip ve farzdır. Yüklenmiş olduğun emanette tüm enerjini ortaya koy.  Sonra, düşmanların hilelerine karşı çok dikkatli ol. Gücünün yettiği tüm sebeplere sarıl. Sakın ha tefrite düşme, hem kendini hem de yerini kaybedebilirsin. Sana verilen sebeplere sarıldığında, tek koruyucu Allahu teala’dır. Hesaba katılan bazı tehlikeler ise kaçınılmazdır. Tehlikesiz bir amel yoktur. Rafideyn beldelerinde, Allah yolunda birçok medyacıların kanları ucuz bir şekilde akıtılmıştır. Örneğin Ebu Musab’ın ses kayıtları mesulü, Edip ve Abdulilah El-Cenubi, yanlarında bulunan Ebu Musab’ın yayınlanmadan önce görüntülü ham videosuyla birlikte düşman ortasında yeleklerini patlatmışlardır.  Sahih bir yolla Nebi’nin (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğu rivayet olunur: Bu, Hatib El-Bağdadi’nin Tarihi Bağdat adlı kitabında Cabir b. Abdullah’tan (radiyallahu anh) rivayet olunur: “Şehidlerin en faziletlisi Hamza b. Abdulmuttalip’tir. Sonra zalim bir imama karşı ayaklanan, ona emredip nehyeden ve sonra öldürülendir.” Hadis Hâkim’de geçmektedir ve sahihtir. Allah’ın bereketiyle yürüyün. Allah’ın dinini savunun. Allah yolundaki mücahidleri destekleyin. Allah sizi gözetsin, Size yardım etsin, Sizi düzeltsin ve Allah’ın koruması ve güvenliğinde olun. Ebu Hamza El Muhacir
6 gün önce
beyazminare
Niçin Cihad Ediyoruz !
بِسْــــــــــــــــــــــمِ ﷲِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيم Hamd alemlerin rabbi olan Allah’a aittir. Salat ve selam kıyamete yakın bir zamanda kılıç ilegönderilen ve yalnızca Allah’a ibadet edilinceye kadar savaşmakla emr olunan Muhammed b. Abdullah’a,O’nun ailesine, bütün ashabına ve kıyamete kadar O’nun yolundan gidenlerin üzerine olsun.Ben, Allah’tan başka ilah olmadığına, O’nun ortağı ve şerikinin bulunmadığına şahidlik ederim. İşte bu kelime (االله ّإلا إلھ لا (ile yer ve gökler ayakta durmaktadır. Tüm mahlukat bu kelime içinyaratıldı. Allah (azze ve celle) bu kelime uğruna peygamberlerini gönderdi, kitaplarını indirdi ve şeraitlerbelirledi. Bu kelime için adalet terazileri kurdu, kanunlar koydu, Cennet ve Cehennem’in yollarınıbelirledi. İnsanları müslüman ve kafir olmak üzere iki kısma ayırdı. Bu kelime uğruna kıble tayinedildi, ümmetler kuruldu ve kılıçlar çekildi. Hiç şüphesiz bu kelime Allah (azze ve celle) kulları üzerindekihakkıdır.Yine sıdk ve ihlasla şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur. Allah’ı , Rasulünü ve inananlarıdost edinir ve sever, Allah’tan başka ibadet edilenlerden, tağutlardan ve onların şirklerinden uzakdurur, yalnızca Allah (azze ve celle) ibadet ederim. “Ey iman edenler! Allah’tan sakınılması gerektiği gibi sakının! Sizler, kesinlikle müslüman olarak ölün.”(3/Ali İmran 102)“Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve o ikisinden birçok erkekler ve kadınlarvücuda getirip (dünyanın dört bir tarafına) yayan Rabbinizden (emir ve nehiylerine riayetsizlikten) sakının.Adını anarak birbirinizden dilekler dilediğiniz Allah’tan ve sıla-i rahmi kesmekten korkun. Hiç şüphesiz ki O,sizin üzerinize Rakîb’tir. (En ince ayrıntısına kadar her halinizi daima gözetendir.)” (4 Nisa/1) “Ey iman edenler! Allah’tan (emir ve nehiylerine riayetsizlikten) sakının ve doğru olan sözü söyleyin kiAllah, yaptığınız amelleri kabul etsin ve günahlarınızı affetsin. Allah ve Resulüne itaat eden, elbette ki bütünbüyük emel ve beklentilerini elde etmiştir.” (33 Ahzab/71) Ey İslam ümmeti!Eğer Allah’ın düşmanları Yahudi ve Hıristiyanlar ise Mecusi Rafıziler ve mürtedler de onlarınkuyruğu ve yandaşlarıdır. Yeryüzünü fesada uğrattılar, bozgunculuk yaptılar. Irz, namus ve nesli helakettiler. Hıyanet, kardeşi yalnızlığa terk etme, dünyaya tapma ve Allah yolunda cihadı terk etme günahlarının kokusu dünyayı sardı. Ancak izzetli ve şerefli bir yaşantı isteyen Allah’ın has kulları,esaret altında yaşamayı kabul etmiyorlar ve şöyle diyorlar:Bana hayatın zillet suyunu içireceğineHanzalenin kasesinden izzeti içir… Allah (azze ve celle) şöyle buyurmuştur:“Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır.Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Bu, Tevrat'ta, İncil'de ve Kuran'da Allah üzerinehak bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa edecek kim vardır? O halde O'nunla yapmış olduğunuz bualışverişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.” (9 Tevbe/111) Müslümanların başına gelen üzücü olaylar bizi öyle hayrette bıraktı ki sözümüze neredenbaşlayacağımızı, ne söyleyeceğimizi bilemez olduk…Müslümanların aldıkları yaralardan mı, yoksa kafirlerin onlara yaptığı eziyet ve işkencelerden mibahsedelim?“Onlar size, incitmekten başka bir zarar veremezler. Sizinle savaşa girecek olsalar, size arkalarını dönüpkaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.” (3 Ali İmran/111) Çiğnenen, ayaklar altına alınan ırzlardan mı bahsedelim, yoksa yağmalanan mallardan mı? Yıkılan, tarumar edilen mescidlerden mi bahsedelim, yoksa gasp edilen arazilerden mi?Bunlarla birlikte Allah Tarafından üzerimize inen rahmetten mi bahsedelim, yoksa ufuktaparlayan yardım ve zaferden mi?Ey İslam Ümmeti!Unutmayın ki Allah (azze ve celle) buyurduysa en doğrusunu buyurur. Eğer bir ahid verdiyse de en güzelşekilde onu yerine getirir. Zaten “Allah'tan daha çok ahdine vefa edecek kim vardır?” (9 Tevbe/111)Eğer bir konuda Allah (azze ve celle) söz söylemiş ise geriye kalan tüm sözler sakıt olur. Allah (azze ve celle)buyuruyor ki:“Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler sizin başınıza da gelmeden cennete gireceğinizi misandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber veberaberindekiler"Allah'ın yardımı ne zaman?" dediler. Muhakkak ki Allah'ın yardımı yakındır.” (2 Bakara/214)Ey İslam Ümmeti!Tarihimizin her kesitinde, topraklarımızın her karışında, hayatımızdaki her kelimemizde“Muhakkak ki Allah'ın yardımı yakındır” ayetinin manasını te’kid ve teyid eden durumlarlakarşılaşıyoruz.İnsanlık tarihi boyunca meydana gelen tüm savaşlar hak ile batıl, İslam ile küfür arasında cereyanetmiştir ve neticesi malumdur. Kazananı ve kaybedeni bilinmektedir. Allah (azze ve celle) buyuruyor ki:“De ki: Siz bizim için ancak iki iyilikten birini beklemektesiniz. Biz de, Allah'ın ya kendi katından veyabizim elimizle size bir azap vermesini bekliyoruz. Haydi bekleyin! Şüphesiz biz de sizinle beraber beklemekteyiz.”(9 Tevbe/52) Allahım! Bu iki güzelliği de bizde toplamanı diliyoruz.Allah’ım! Katından bir yardım ile bizleri destekle! Allah’ım! Ömrümü katından gelecek şehadet ile sonlandırmayı nasip eyle!Allah’ım! Bizim günahlarımızı bağışla ve bizden razı ol!Ey İslam Ümmeti!Haça tapan Hıristiyanlar İslam beldelerini işgal ettiği, oranın halkına azapların en kötüsüyle azabettiği, erkeklerini öldürüp kadınlarını sağ bıraktığı zaman bizler Allah (azze ve celle ) yolunda cihad eder vesavaşırız. Kendi ırkımızdan olan, bizimle aynı dili konuşan, cisimleri insana benzemesine rağmen kalplerişeytanın kalbi gibi olan, Allah’ın kullarını öldüren, Haçlılara sevgi besleyen, yeryüzünde fesad çıkarantağutî devlete asker ve polislik yaparak destek çıkan her guruba karşı da Allah yolunda savaşırız.Irz ve namuslar ayaklar altına alınıp çiğnendiğinde, düşmanlar müslüman halka fitnelerverdiğinde biz Allah yolunda savaşırız.Yeryüzünde Allah (azze ve celle)’nın hükmü kaldırıldığında, hak ile batıl birbirine karıştırıldığında da bizler Allah yolunda savaşırız. Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem ) “İnsanlar üzerine yalancı seneler gelecektir. O zamanda yalancılar tasdiklenecek,sadıklar ise yalanlanacak. Hainlere güvenilecek, güvenilir kimselere hainlik yapılacak ve “Ruveybidakonuşacaktır” buyurdu. Kendisine “Ya Rasulallah! Ruveybida nedir?” diye sorulunca Rasulullah (s)“İnsanların işleri hakkında konuşan yalancı kimse” buyurmuştur. Ey Müslüman kardeşlerim!Bizler, Allah (azze celle)’nın kelimesi (االله ّإلا إلھ لا‘(ın en yüce olması için cihad eder, savaşırız. KimAllah’ın kelimesinin en yüce olması için cihad ederse işte o, Allah yolundadır.Allah (azze ve celle) buyurdu ki:“Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın!” (8 Enfal/39) Alimlerden bazıları “Eğer dinin bir kısmı Allah (azze ve celle) için olur, diğer kısmı da Allah (azze ve celle) başkasıiçin olursa, din tamamen Allah’ın oluncaya savaşmak gerekir. “Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın! (İnkâra) sonverirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür. Eğer (imandan) yüz çevirirlerse, bilin ki Allahsizin sahibinizdir. O ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır!” (8 Enfal/39,40) Biz, Allah yolunda cihad ediyor ve savaşıyoruz. Çünkü Allah yolunda cihad etmek, Allah’ayaklaştıran amellerin en faziletlisi, itaatin en yücesidir. Hatta o, Allah’a yakın olanların ve hayırdayarışanların yaptıklarının en faziletlisidir. Çünkü müminlere yardım etmek ve kafirleri hezimeteuğratmak ancak cihadla gerçekleştirilir. Hiç şüphesiz bu cihaddan ancak münafıklar yüz çevirir.“Allah'a ve ahiret gününe iman edenler, mallarıyla canlarıyla savaşmaktan (geri kalmak için) senden izinistemezler. Allah takvâ sahiplerini pek iyi bilir. Ancak Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheyedüşüp kuşkuları içinde bocalayanlar senden izin isterler. Eğer onlar (savaşa) çıkmak isteselerdi elbette bununiçin bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah, onların davranışlarını çirkin gördü ve onları geri koydu. Onlara"Oturanlarla (kadın ve çocuklarla) beraber oturun!" denildi.” (9 Tevbe/44-46)Ey Müslüman kardeşlerim!Artık bundan sonra bir kimse “Niçin cihad ediyoruz?” sorusunu sorabilir mi? Bugün biz, bütünİslam ümmetini Allah yolunda cihad etmeye, Haça tapanların ve mürtedlerin başlarını ezmeye ve buhususta Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem )’e uymaya teşvik ediyoruz“Ey Peygamber! Sana ve sana uyan müminlere Allah yeter.” (8 Enfal/64)“Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et.” (8 Enfal/65) Ey Allah’ın süvarileri! Haydi atlarınıza binin!Ey Allah’ın arzı, şahit ol! Ey gökyüzü, yağmur yağdır!Ey Allah’ın ordusu! Haydi coşun!Ey bayraktarlar! Haydi kalkın ve cennetlerle sevinin!Vallahi Allah aramızda hüküm verinceye kadar kılıçlarımızı bırakmayız. Onunla birçok eller keser,boyunlar vururuz. “Vurun boyunlarına! Vurun onların bütün parmaklarına!” (8 Enfal/12) Ey İslam Ümmeti!Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)’in halifesi Ebu Bekir Sıddık (radyallahu anhum) sizin için örnek değil mi? Bazı müslümanlar onaUsame (radyallahu anhum) Seriyyesini iptal etmeyi teklif ettiğinde şöyle diyordu: “Vallahi yırtıcı hayvanlar beniMedine’nin dışına götürüp parçalasa, köpekler Müminlerin Annelerinin ayakları altında ulusalar, Rasulullah’ın hazırladığı bir orduyu geri çevirmem! O’nun bağladığı bir sancağı asla çözmem! Nefsim elinde olana yemin ederim ki bu şehirde benden başka kimse kalmasa dahi ben onu yerine getiririm. Ben sağlığında O’na itaat ettim, öldükten sonra isyan mı edeceğim!”Peki ya Sa’d bin Rebi’de sizin için bir örnek yok mu? Uhud Savaşında yaklaşık yetmiş yerinden ok, kılıç ve mızrak yarası aldığı halde kavmine şöyle söylüyordu: “Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem )’e benden selam söyleyin ve deyin ki; vallahi ben Cennetin kokusunu alıyorum…” Sonra ruhunu teslim etti. Allah ondan razı oldu, ona rahmet etti ve onu razı etti. Son olarak…Hileyi kendisine silah edinen ve nifakı da kurtuluş bilen bir topluluğu uyarıyorum. Yeminlerinin arkasına saklanarak Allah yolundan sapan parti liderlerini ve siyasetçileri uyarıyorum. Onlar küfürle imanı, tevhidle şirki birleştirmeye çalışıyorlar. Durum böyleyken onlar “Bizler sadece tevfik ve güzellik istiyoruz” derler. Aslında onlar kötülük ve ifsattan başka bir şey yapmıyorlar. İlk olarak onları Allahın şiddetli gazabıyla uyarıyorum. Çünkü Allah (sb) kendisine, Rasulüne ve müslümanlara yalan söyleyenlere çok elim bir azab hazırlamıştır. Öyle bir azab ki; eğer onu bilseydiler onunla karşılaşmamak için ölümü bile tercih ederlerdi. Ben onlara, dünyada yaptıkları hilelerin ahiretteki karşılığını hatırlatıyorum:“Onlardan öncekiler de (peygamberlere) hile yapmışlardı. Sonunda Allah da onların binalarını temellerinden söktü ve üstlerindeki tavan tepelerine çöktü. Bu azap onlara, fark edemedikleri bir yerden gelmişti.Sonra kıyamet gününde (Allah), onları rezil edecek ve diyecek ki: "Kendileri hakkında (müminlere) düşman kesildiğiniz ortaklarım nerede?" Kendilerine ilim verilmiş olanlar da "Şüphesiz bugün rezillik ve kötülük kâfirlerin üzerinedir" derler.” (16 Nahl/26,27) Ey Allah’ım! Arz senin arzın, gökyüzü senin gökyüzün, ordular senin orduların… Allahım! Bu zalim Haçlıları sana havale ediyorum. Haçlıların peşinde koşan ve onlara uşaklık yapan mürtedleri de… Ya rabbi! Kindar Rafızileri de sana havale ediyorum. Ya rabbi! Arap olsun, Acem olsun tüm tağutları sana havale ediyorum. Ya rabbi onlardan hiç birini sağ bırakma! Ya rabbi! Sen razı olana kadar bizim kanımızı ve canımızı al! Ama bizden razı olmadan canımızı alma rabbim!Dualarımızın sonu alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.Ve Sallallahu alâ nebiyyina Muhammed…Ebu Süleyman el-Uteybi
7 gün önce
beyazminare
İsrail’in Gazze’ye İnsanlık Dışı Savaşı Devam Ediyor !
ABD yönetiminin resmi raporuna göre İsrail, Gazze’de uluslararası hukuku ihlal etti demek ‘makul’ •ABD savunma malzemelerinin İsrail tarafından 7 Ekim'den bu yana uluslararası insancıl hukukla veya sivillere verilen zararın azaltılmasına yönelik uygulamalarla tutarsız biçimde kullanıldığını değerlendirmek makul olacaktır. •İsrail, Gazze'de sivillerin zararını hafifletmeye yönelik en iyi uygulamaları hayata geçirecek bilgi, deneyim ve araçlara sahip ancak sahadaki sonuçlar, IDF'nin bunları her durumda etkili bir şekilde kullanıp kullanmadığına ilişkin "önemli" soru işaretlerini gündeme getiriyor •İsrail, ABD savunma malzemelerinin Gazze'de, Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te uluslararası insancıl hukukun ihlali olduğu iddia edilen eylemlerde kullanılıp kullanılmadığını doğrulamak için tam bilgi paylaşmadı •Sivillere zarar veren olaylarda ABD mühimmatının kullanılıp kullanılmadığını belirlemek amacıyla incelenen olaylarla ilgili ABD'nin soruşturmalarına yanıt olarak bugüne kadar İsrail tarafından sınırlı bilgi paylaşıldı. •İsrail, 7 Eki‌m'den beri‌ Gazze’ye i‌nsani‌ yardım ve yardım akışını en üst sevi‌yeye çıkarmaya yöneli‌k ABD destekli‌ çabalarda tam i‌şbi‌rli‌ği‌ yapmadi •İsrail’in insani yardım personeline vize vermesinde yaşanan gecikmeler, yardım personeli eksikliğini artırdı ve yardımın Gazze'ye ulaştırılmasını daha da zorlaştırdı. CNN’in ele geçirdiği görüntüler, İsrail’in Filistinlileri tuttuğu bir “gözaltı merkezi” ve burada çalışan kişiler bu fotoğrafları sızdırmış Yoğun işkence ve insanlık dışı muameleden bahsediyorlar •Sürekli kelepçelemeden kaynaklanan yaralanmalar nedeniyle doktorların bazen mahkumların uzuvlarını kesiyormuş •Havada çürümeye bırakılmış yaraların kokusu varmış •Burada tutulan bir kişi çıktıktan sonra şöyle diyor: (Dayaklar) istihbarat toplamak için yapılmadı. İntikam için yapıldılar. Bu, Filistinlilerin 7 Ekim'de yaptıklarının ve kamptaki davranışlarının cezasıydı. CNN’in anlatılanlara göre yaptığı 3D modellemesine göre Filistinlileri altlarına bez bağlanmış, elleri ve ayakları kelepçelenmiş, gözleri bağlanmış şekilde tutuyorlarmış Beyaz Saray “derinden endişe verici ve oldukça rahatsız edici” dedi
1 hafta önce
AFGANİSTAN
Afganistan'da savaşın sona ermesinin ardından ekonomik gelişmeler hızlanıyor. Ekonomik gelişmelerle birlikte ülkenin ihracat rakamlarında da artış yaşanıyor. Afganistan Ticaret ve Sanayi Odası'ndan yapılan açıklamada, "ülkede İslam Emirliği yönetiminin kurulması ve ihracat üzerindeki yüksek gümrük vergilerinin kaldırılmasının ardından ihracat rakamlarında kayda değer bir artış yaşandığı" ifade edildi. Ticaret ve Sanayi Odası Başkan Yardımcısı Yunus Momend, son dönemde Afganistan'ın Türkiye'ye ihracatında yüzde 53'lük bir artış olduğunu, İran ve Pakistan'a yapılan ihracatta da önemli bir artış kaydedildiğini bildirdi. Momend, ihracattaki artışın sebebinin İslam Emirliği yönetiminin yüksek gümrük vergilerinden feragat etme kararı olduğunu ifade etti. Momend'e göre söz konusu karar ticareti kolaylaştırdı ve ihracat faaliyetlerini artırdı. Momend ayrıca Afganistan'ın birçok sektörde kendi kendine yetecek seviyeye ulaştığını ve ülkenin üretim kapasitesinin her geçen gün güçlendiğini vurguladı.

Eski Afgan diplomat 25 kilo altınla yakalandı

2 hafta önce Hindistan medyası, Afganistan'daki eski yönetim bağlantılı diplomat Zekiye Vardak'ın 25 kilogram altın kaçırırken şehrin havaalanında gözaltına alındığını bildirdi. Eski yönetimle bağlantılı diplomatlar halen dünyanın bazı ülkelerinde "Afganistan İslam Cumhuriyeti" adı altında faaliyet göstermeye devam ediyor. Birçok ülkede eski yönetimin diplomatik misyonları kapatılmış ve Afganistan İslam Emirliği yönetimine devredilmiş durumda. Ancak bazı ülkelerde tamamen veya kısmen eski yönetimin diplomatları bulunuyor. Zekiye Vardak da bu kapsamda "Mumbai Başkonsolosu" sıfatıyla Hindistan'da bulunuyordu. Times of India'ya göre olay 3 Mayıs Cumartesi günü Vardak'ın Dubai'den Hindistan'a gizlice altın kaçırmaya çalıştığı sırada meydana geldi. Zekiye Vardak'ın davasının "altın kaçakçılığı davası" olarak kaydedildiği, ancak diplomatik dokunulmazlık nedeniyle şu anda kendisinin tutuklu olmadığı bildirildi. Zekiye Vardak ise karara tepki göstererek "Kişisel zorluklarla karşı karşıya olduğum ve aynı zamanda Hindistan'daki Afganistan Büyükelçiliğini desteklemek zorunda olduğum bir dönemde bu iddialar beni şaşırttı." ifadelerini kullandı Söz konusu altınların Mumbai havaalanında Zekiye Vardak'ın üzerinde bulunduğu ve Vardak'ın altınları kıyafetinin içine gizlediği belirtildi. Vardak, Hindistan yönetimine altın taşıdığına dair herhangi bir belge sunmadı. Hintli yetkililer, Vardak'ın altın kaçakçılığından yargılanan ilk yabancı ülke diplomatı olabileceğini ifade etti. Öte yandan Zekiye Vardak, sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamada "uzun süredir şahsi saldırılara maruz kaldığını" öne sürerek başkonsolosluk görevinden istifa ettiğini belirtti. Aslen bir mimar olan Vardak, uzun yıllar Kabil hükümeti bünyesinde danışmanlık görevi yürüttü. Sosyal faaliyetleriyle ön plana çıkan Vardak'ın babası, kardeşi ve eşi üst düzey askeri isimlerdi. Vardak'ın eşi aynı zamanda 6 yıl Afganistan'ın ABD Büyükelçiliği görevinde bulunmuştu.

İslam Emirliği lideri Ahundzade: Şeriat sistemini bize bahşettiği için Allah’a şükretmeliyiz

1 ay önce Afganistan'daki İslam Emirliği yönetiminin lideri Şeyhu'l Hadis Mevlevi Hibetullah Ahundzade, Ramazan Bayramı dolayısıyla bir tebrik mesajı yayınladı. Ahundzade'nin mesajı İslam Emirliği yönetimi sözcüsü Zebihullah Mücahid tarafından sosyal medya üzerinden servis edildi. Başta Afganistan halkı olmak üzere dünyadaki tüm Müslümanların yaklaşmakta olan Ramazan Bayramı'nı tebrik eden Ahundzade "her şeyden önce, hayatın doğruluk ve mukaddes ilkelerle yönlendirildiği İslam şeriatı sistemini bize bahşettiği için Allah'a şükretmeliyiz" ifadelerini kullandı ve sözlerini şöyle sürdürdü: "Yüce Allah bize İslam şeriatı sistemini, barışı, kardeşliği ve birliği bahşetmiştir. Tüm bunlar onlarca yıldır mahrum kaldığımız nimetlerdir. Şimdi Allah bize bu nimetleri hatırlattığına göre şükretmek, onları kabul etmek, desteklemek, uygun şekilde ıslah etmek ve iyilik için çabalamak bizim görevimizdir." Ahundzade, alimlere de çağrıda bulunarak, "bu kişilerin Afganistan halkını ve yetkililerini Allah'a kulluğa yönlendirmek için büyük bir sorumluluk taşıdığını" vurguladı. Ahundzade'nin mesajında Afganistan'da uygulanan şeriat sisteminin muhafaza edilmesine vurgu yapıldı: "İslam'da Allah yolunda cihat, İslam şeriatını tatbik etmek için çok önemli bir araçtır. Ayrıca, mücahitler tarafından yapılan fedakarlıkları korumak ve toplumun korunmasını sağlamak temel hedeflerdir. Bu hedeflere ulaşmak için adaletin sağlanması, şeriat temelli yasal sınırların ve cezaların uygulanması ve şeriat ilkelerine bağlılığın sağlanması gibi çeşitli stratejiler kullanılmıştır. Ayrıca, baskıya direnmek ve ezilenleri savunmak zorunludur." Ahundzade'nin bayram mesajında vurgulanan bir diğer husus da eğitimdi. Yeni neslin eğitimi için çabaların sürdüğünü kaydeden Ahundzade şunları söyledi: "Yeni neslin dini ve modern eğitimi için Eğitim Bakanlığı tüm il ve ilçelerde geniş bir yapıya sahiptir ve yüzlerce dini ve bilimsel merkezi faaliyete geçirmiştir. Ayrıca, çeşitli illerde ve bazı ilçelerde tüm yetimlere günlük bakım, eğitim ve sponsorluk sağlamayı amaçlayan yetimhaneler de kurulmuştur ve bunlar bağımsız bir yönetim tarafından idare edilmektedir. Çocuklarına iyi bir terbiye, eğitim ve dini bilgi edinmeleri için fırsatlar sağlamak her Müslümanın sorumluluğudur." Afganistan'da güvenliği sağlamak için önemli bir çaba gösterildiğine vurgu yapan Ahundzade, Afgan halkına İslam Emirliği yönetimiyle güvenliği koruma hususunda iş birliği yapmaları çağrısında bulundu. Ülke ekonomisinin geliştirilmesine yönelik çabalara da değinen Ahundzade şu ifadeleri kullandı: "İslami sistemde, halkın ekonomisini geliştirmek şer'i bir sorumluluktur. İslam Emirliği, istihdam ve ekonomik fırsatlar sağlamak için işletmelerin kurulmasını ve kamu refahı faaliyetlerini teşvik ederek, imkanlar dahilinde halkının ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmaktadır. Ayrıca boş oturmamak gerekir. Bireysel ve toplu olarak çalışma fırsatları sağlamaya çalışılmalı, yeni işletmeler kurulmalı, tarımsal ticaret teşvik edilmeli, endüstriyel çalışma için fırsatlar oluşturulmalı, hükümetle iş birliği yapılmalı ve ülke ekonomisi güçlendirilmelidir. İslam Emirliği de buna elverişli bir ortam sağlayacaktır. Çiftçilerin, zanaatkarların ve fabrika sahiplerinin işlerini kurmaları ve büyütmeleri için adil bir zemin sağlayacaktır. ve ortak çabaların bir sonucu olarak ekonomimiz büyüyecektir. Allah'a iman edin ve rızkınızı kazanmak için tüm meşru yolları takip edin, gayrimeşru işlerden kaçının, helal gelir elde edin ve açgözlü olmayın." Ahundzade'nin açıklamasında Afganistan'ın bölge ülkeleriyle ilişkilerinden de bahsedildi. Diğer ülkelerle iyi ilişkiler kurulmak istenildiği kaydedilen açıklamada şu ifadelere yer verildi: "Afganistan İslam Emirliği, İslami ilkeler doğrultusunda, diğer ülkelerle karşılıklı saygı ve anlayışa dayalı iyi ilişkiler kurmaya çalışmakta ve herkesi İslam Emirliği'nin iyi niyet ve samimiyetinden şüphe duymamaya davet etmektedir. Afganistan'ın egemenliğine, bütünlüğüne ve haysiyetine saygı gösterilmesini, her türlü anlaşmazlığın diyalog yoluyla ve karşılıklı saygı çerçevesinde ele alınmasını bekliyor ve talep ediyoruz. Uluslararası ilişkiler alanında, yüce İslam dini ışığında dengeli ve ekonomi odaklı bir politika izlemeyi hedefliyoruz. Afganistan'ın güvenliği, istikrarı ve refahının diğerleri için elverişli bir fırsat olmasını sağlayarak tüm milletlerle diplomatik ve ekonomik ilişkiler kurmaya çalışıyor, uluslararası toplumu İslam Emirliği ile iyi ilişkileri sürdürmeye ve karşılıklı fayda anlayışı içinde stratejiler benimsemeye çağırıyoruz." Ahundzade'nin açıklamasında Gazze Şeridi'nde 7 Ekim'den bu yana devam eden İsrail saldırılarından da bahsedildi. Filistin halkının İslam ülkeleri tarafından mümkün olan her şekilde desteklenmesi gerektiğini belirten Ahundzade şu ifadeleri kullandı: "Filistin meselesi gerçekten de tüm İslam ümmetini ilgilendiren bir konudur. İsrail saldırganlığı ve işgaline karşı Gazze halkıyla dayanışma içindeyiz. Mazlum Filistinlilerin içinde bulunduğu kötü durumu ele almak ve İsrailli işgalciler tarafından işlenen her türlü adaletsizliği ve saldırganlığı toplu olarak kınamak İslam ümmetinin görevidir. Kaynaklarımızı seferber etmeli ve acılarını hafifletmek ve çatışmanın adil bir şekilde çözülmesi için çalışmak üzere Filistin'i mümkün olan her şekilde desteklemeliyiz. Uluslararası toplumun Filistin halkının karşı karşıya kaldığı adaletsizlikleri etkili bir şekilde ele almakta yetersiz kalması üzüntü vericidir. İnsan haklarını koruma iddialarına rağmen, devam eden zulmü engellemek ve bu adaletsizliklerin faillerini sorumlu tutmak için anlamlı bir eylem eksikliği söz konusudur. Bu durum gerçekten de derin bir üzüntü kaynağıdır ve tüm sorumlu tarafların bu vahim durumu ele alma konusundaki yükümlülüklerini yerine getirmelerine duyulan acil ihtiyacın altını çizmektedir." İslam Emirliği lideri Ahundzade, ülkede uygulanan uyuşturucu yasağına da vurgu yaparak, ülkenin uyuşturucudan tamamen temizlenmek istenildiğini vurguladı: "İslam Emirliği, uyuşturucu yasağını sıkı bir şekilde uygulayarak ve uyuşturucu ekimi, üretimi ve kaçakçılığını ortadan kaldırmak için etkili önlemler alarak ülkedeki İslami yükümlülüklerini yerine getirmeye kararlıdır. İslam Emirliği, uyuşturucusuz bir Afganistan'a duyulan ihtiyacı vurgulayarak, kendi halkından destek ve iş birliği talep ederek, bu önemli görevi kesin bir azim ve kararlılıkla yerine getirmeye kararlıdır. Ayrıca Kabil ve diğer vilayetlerde uyuşturucu bağımlılarını rehabilite etmek ve topluma güvenli bir şekilde geri dönmelerini sağlamak için çalışmalar devam etmektedir. İslam Emirliği bu sorumluluğu ciddiye almakta ve bağımlılığın hem bireyler hem de aileler üzerinde yol açtığı acı ve ızdırabın farkındadır. Afganistan halkı, kararnamenin uygulanmasında mücahitlerle iş birliği yaparak bu sorunun üstesinden gelmekle yükümlüdür." Ahundzade mesajının sonunda İslam Emirliği yönetimi yetkililerine de seslendi. Ahundzade açıklamasında yetkililere halka yumuşak davranmaları, kendi aralarında iyi geçinmeleri, ahirete önem vermeleri, adaletli olmaları uyarısında bulunarak şunları kaydetti: "Güvenlik, sert olmaktan değil şeriat ve adaletten kaynaklanır. Adaletsizlik ve şeriata karşı davranmak güvenliği kaldırır. Bu nedenle her yetkilinin ve her bireyin kendi kendini düzeltmelidir zira bunların yaptığı yanlışlar tüm sistemi olumsuz etkilemektedir. Zulmün hüküm sürmesine izin verilirse, sonunda bu tüm sistemi yozlaştıracaktır. Bu nedenle, bir kişi zulme maruz kaldığında, mazlum ile Allah arasında bir perde olmadığından, bu durum tüm sistemin bütünlüğünü etkiler. Bu çağda, gelecek nesillere iyi bir tarih, sağlam yasalar ve güçlü ilkeler ile olumlu bir miras bıraktığımızdan emin olmalıyız. Ahirete daha fazla önem vermeli ve Allah'ın rızasını aramalıyız. Koruyan gerçekten de Allah'tır. Rızkınızı belirleyen yalnızca Allah'tır. Allah'ın dilemesi dışında kimse rızkınızı artıramaz, eksiltemez ve ömrünüzü uzatamaz. Bu nedenle iman edin ve Allah'ın rızasını arayın."

Kazakistan Taliban’ı ‘yasaklı örgütler’ listesinden çıkardı

5 ay önce Kazakistan yönetiminin Taliban'ı ülkede yasaklı olan örgütler listesinden resmi olarak çıkardığı bildirildi. Kazak yetkililer Taliban'ı yasaklı örgütler listesinden çıkarma kararı aldı. Kazakistan Dışişleri Bakanlığı Resmi Sözcüsü Aybek Smadyarov kararı Kazinform Haber Ajansı'na verdiği demeçte açıkladı. Smadyarov, Kazakistan'ın ulusal yasaklı terör örgütleri listesini güncel tutmak amacıyla düzenli olarak gözden geçirdiğini ve Taliban'ın bu listeden çıkarılmasına karar verildiğini kaydetti. Sözcü Smadyarov, Taliban'ın Birleşmiş Milletler'in terör listesinde de yer almadığını hatırlattı. Ancak Smadyarov, Kazakistan'ın bölgedeki siyasetinin, Afganistan'a ve Taliban'a ilişkin BM Güvenlik Konseyi ve Genel Kurulu tarafından kabul edilen kararlar paralelinde süreceğini vurguladı. Kazakistan bu yılın Nisan ayında, Afganistan'daki İslam Emirliği yönetiminin ülkedeki diplomatlarını akredite etmişti. Kazak yönetimi, bu kararın İslam Emirliği yönetimini diplomatik olarak tanımak anlamına gelmediğini belirtmişti. Öte yandan, kararın ardından Kazakistan'ın Afganistan Büyükelçisi Alim Han Yasin Galdiyev, başkent Kabil'de Afganistan Dışişleri Bakanı Emrhan Muttaki ile bir araya geldi. Kazakistan'ın kararını memnuniyetle karşıladıklarını belirten Muttaki, Afganistan ve Kazakistan arasındaki ilişkilerin mevcut seyrini her iki ülke için de olumlu ve faydalı olarak nitelendirdi.

AFRİKA
Sudan'ın şiddetli karşı devrimini yürütmekten sorumlu olan iki askeri güç şimdi birbirine düşmüştü. Sudan'ın demokratik devrimci hareketini acımasızca bastırırken müttefik olan ordu ve RSF birbirlerine karşı cephe almıştı. Başkent sokaklarında insanlar tüm bunların şiddete dönüşüp dönüşmeyeceğini ya da ne zaman dönüşeceğini merak ediyordu. İnsan hakları gruplarına ve çatışma süresince Middle East Eye'a konuşan bir dizi kaynağa göre, Nisan ayında çatışmalar başladıktan kısa bir süre sonra RSF savaş suçları işliyor, siyahi Afrikalı Massalit halkını hedef alıyor, onları infaz ediyor ve kadınlara cinsel saldırıda bulunuyordu. Haziran ayına gelindiğinde Batı Darfur'daki El Geneina şehri çürüyen cesetlerden oluşan bir şehir haline gelmiş, ölüler sokaklara yığılmıştı. Yerel bir yardım görevlisi o dönemde MEE'ye 15 Nisan ile Haziran ayının son haftası arasında kasabada yaklaşık 1.500 kişinin öldürüldüğünü söyledi. Bunların en az 1.000'inin kadın ve çocuk olduğunu söyledi. Yardım görevlisi, RSF ve müttefiki Arap milisleri kastederek, "Şimdiye kadar 700 civarında ceset topladık ve bu sayının iki katı hala sokaklarda ve bazı evlerin içinde, ancak milislerin yoğun ateşi nedeniyle onlara ulaşamıyoruz" dedi.

Savaşın şiddetlendiği Mali’nin kuzeyinde neler oluyor?

5 ay önce Mali'nin kuzeyinde son haftalarda şiddetli çatışmalar yaşanıyor. Çatışmalarda Mali cuntası ve Rus Wagner güçlerinin yanı sıra ayrılık yanlısı Tuareg güçler ve cihat yanlısı gruplar da yer alıyor. Afrika üzerine araştırmalarıyla bilinen Wassim Nasr, bölgede devam eden çatışmaları France24'e değerlendirdi. yaşanmıştı. Bu cuntaların liderleri arasında yeni bir ittifak mı doğuyor? Evet, ancak bu daha ziyade sembolik, anlarsınız ya. Elbette 15 Eylül'de bir anlaşma oldu, ancak bilmek gerekiyor ki bu anlaşma Rus himayesinde yapıldı. Mali, Burkina Faso ve Nijer'den heyetler Bamako'da Rus temsilcileriyle bir araya geldi. Anlaşma da 15 Eylül'de ilan edildi. Aynı gün ABD yönetimi de Nijer'deki operasyonlarının devam ettiğini ilan etmişti. Bu, Burkina Faso ve Mali'de Fransa ile aynı hataları yapan Amerikan politikasına büyük bir darbe niteliğinde. Bu hata, terörle mücadele çabalarını sürdürmek için yeni cuntalara, yeni darbelere açık olma düşüncesi. Ancak bugün cuntaların farklı ajandaları olduğunu görüyoruz. (15 Eylül'de yapılan) Anlaşmada ilginç olan şey ise 5'inci ve 6'ncı maddeler. Bu maddelere göre ülkelerden biri başka bir ülke tarafından saldırıya uğrarsa diğerleri de ona yardım etmek için seferber olacak. Akıllara elbette Nijer'de devrik lider Muhammed Bazum'u göreve yeniden getirmek için askeri bir hamlede bulunabilecek olan ECOWAS geliyor. Ancak 6'ncı maddede de ülkelerden birinde isyan çıkarsa diğer ülkelerin de oraya müdahil olabileceği belirtiliyor. Bu da aklımıza büyük ölçüde Mali'de bugünkü Tuareg isyanına diğer ülkelerin müdahil olabileceğini getiriyor. Ancak bir kez daha söylemek gerekiyor ki bu anlaşma daha ziyade sembolik. Zira üç ülkenin de zaten çok fazla sorunu var. Sınırlarını kontrol edemiyorlar, topraklarının büyük bir bölümünü kontrol edemiyorlar. Bu sebeple anlaşma daha ziyade sembolik. Anlaşmanın neler getireceğini ilerleyen günlerde göreceğiz.

Birleşmiş Milletler himayesinde Eş-Şebab’a karşı mücadele etmek üzere Somali’de bulunan İtalyan ordusunun subayları, Somali cumhurbaşkanı ile görüştü.

7 ay önce Eş-Şebab'ın sürekli yenilgiye uğramasına ve operasyonun tüm aşamalarının başarısızlıkla sonuçlanmasına rağmen Somali ordusu, Amerikan desteğiyle Somali'nin güneybatı bölgelerinde operasyonlara başlayacak. Bu bölgeler aynı zamanda Tevhid sancağı altında binlerce insanın yaşadığı Eş-Şebab'ın karargâhı olarak da değerlendiriliyor.

Somalinin orta bölgesi Hiran’da hükümet güçleri ve Eş-Şebab

7 ay önce Somalinin orta bölgesi Hiran'da hükümet güçleri ve Eş-Şebab mücahitleri arasında çıkan şiddetli çatışmada hükümetten 11 asker öldürüldü ce 16'dan fazla asker yaralandı.İki asker esir alındı.Ganimet olarak silahlar ve askeri araç ele geçirildi..

BİLİM & TEKNOLOJİ
Türkiye'de kullanılmaya başlanan özellikle birlikte WhatsApp kullanıcıları takip etmek istedikleri kişi ve kurumlara ait kanallara katılabilecek. WhatsApp kanal özelliğinin en dikkat çeken yanı ise kişisel hiçbir bilginin kanaldaki diğer katılımcılar tarafından görülemiyor olması. Bilindiği gibi WhatsApp uygulamasındaki gruplarda her katılımcı gruptaki diğer tüm katılımcıların telefon numaralarını görebiliyordu. WhatsApp kanallar özelliğinin ilerleyen günlerde gelecek güncellemelerle birlikte tüm kullanıcıları hizmetine sunulması bekleniyor.

Android telefonlar, sizi izleyen AirTag’leri tespit ederek uyaracak

10 ay önce Google, Apple'ın ürettiği AirTag'lerin Android cihazlar üzerinden anlık olarak konum izleme özelliğinin engellenebileceği açıkladı. Ayrıca, Android kullanıcıları takip edilen AirTag'leri tespit ederek uyarı alacaklar. Bu yeni özellikle birlikte, kullanıcılar AirTag'ler tarafından izlenmekten kaçınabilecekler. Google, AirTag'lerle çalışan "Bilinmeyen Takipçi Uyarıları" sunacak ve diğer takip cihazı üreticileriyle işbirliği yaparak kapsamı genişletmeyi planlıyor. Eğer sahip olmadığınız bir AirTag, sizinle birlikte seyahat ederken tespit edilirse, sahibinin konumunu gösteren bir bildirim alacaksınız. Bu bildirime dokunduğunuzda, takip cihazının hareket ettiği rota üzerinde bir harita açılacak. Google, bu konum verilerinin şifrelendiğini ve kullanıcılarla asla paylaşılmadığını vurguluyor. Ayrıca, AirTag'i telefonunuzun arkasına getirirseniz (NFC alanının içinde), bazı takip cihazlarının sahipleri hakkında "telefon numaralarının son dört hanesi gibi" bilgileri görüntüleyebileceğini belirtiyor. Takip cihazlarını devre dışı bırakmak için Google, kullanıcılara bir bağlantı sağlayarak nasıl yapılacağına dair bilgiler verecek. Bu adımlarla kullanıcılar, takip edilme konusunda daha fazla kontrol sahibi olacaklar.

ChatGPT’nin Android sürümü piyasaya sürüldü: Hangi ülkelerde mevcut?

10 ay önce Microsoft destekli bir yapay zeka (AI) firması olan OpenAI, ChatGPT uygulamasının Android sürümünü yayınlayarak chatbot erişilebilirliğini genişletti. Ancak uygulama henüz Türkiye'de kullanıma sunulmadı. Mayıs ayında iOS uygulamasının piyasaya sürülmesinden sonra gelen bu Android lansmanı, ChatGPT uygulamasının OpenAI'nin web sitesi dışında ilk kez tüm dünyadaki kullanıcılar tarafından erişilebilir olmasını sağlıyor.ChatGPT Android uygulaması, kullanıcı geçmişini cihazlar arasında senkronize etme yeteneği, ses girişi ve anında yanıtlar, öneriler, e-posta veya sunum taslakları için sohbet botuna hızlı erişim ve daha fazlası gibi çeşitli özelliklerle birlikte geldi.Kullanıcılar, OpenAI'nin dahili ses tanıma özelliğini kullanarak, çeşitli konularda soru sormak, yanıt almak ve yardım almak için üretici yapay zeka ile etkileşime girebiliyor. ChatGPT Plus uygulaması, en az bir Android 6.0 sürümü gerektiriyor ve aboneler, ihtiyaçlarına göre GPT-3.5 ve GPT-4 dil modelleri arasında geçiş yapabiliyor. HANGİ ÜLKELERDE KULLANIMA AÇILDI?OpenAI, Android'in en popüler mobil işletim sistemi olduğu veya Android için ChatGPT uygulamasını başlatarak bilgisayar kullanımının sınırlı olduğu yerlerde yapay zeka teknolojisi kullanılabilirliğini genişletmeyi amaçlıyor.Android için ChatGPT uygulamasına Brezilya, Bangladeş, Hindistan, ABD, Arjantin, Kanada, Almanya, Fransa, Endonezya, İrlanda, Japonya, Meksika, Filipinler, Nijerya, İngiltere ve Güney Kore'de erişilebilir.Önümüzdeki hafta OpenAI, erişilebilir olduğu ülke sayısını artırmayı planlıyor.

Güney Koreli bilim insanlarından çığır açacak bir iddia: Oda sıcaklığında çalışabilen süper iletken keşfedildi.

10 ay önce Güney Koreli bilim insanları 1911'den beri çare aranan bir zorluğun üstesinden gelerek, oda sıcaklığında çalışan ilk süperiletkeni geliştirdiklerini duyurdu. Keşif, normal koşullarda laboratuvar dışında çalışabilen bir süperiletkenin kullanıma girmesini sağlayabilir. Uzmanlar bunun devrim niteliğinde bir gelişme olacağını söylüyor. 1911'de Hollandalı fizikçi cıvanın -269 dereceye kadar soğutulduğunda elektriği hiç direnç göstermeden ilettiğini keşfetmişti. Fizikçi buna "cıvanın süperiletken hali" adını vermişti. Süperiletkenlerde elektrik akımını oluşturan elektronlar, atomların arasında hiçbir atoma çarpmadan akıp gidiyor. Böylece havada adeta uçarak saatte 500 kilometreden hızlı giden maglev trenleri veya uçan kaykaylar gibi yenilikçi teknolojilerin önü açılıyor. Öte yandan bilim insanları 1911'deki keşiften beri daha yüksek sıcaklıklarda süper iletken hale gelen malzemeler geliştirmeye çalışıyor. Kuantum Enerji Araştırma Merkezi'nin CEO'su Sukbae Lee'nin de aralarında yer aldığı bir grup araştırmacı, bu sorunun üstesinden gelerek oda sıcaklığında süperiletken hale gelen bir malzeme geliştirdiklerini bildirdi. Hakem değerlendirmesinden geçmeyen ve internet sitesi ArXiv'de erişime açılan makalede bu malzeme LK-99 diye adlandırıldı. Araştırmacılar, LK-99'un 127 derecelik sıcaklıkta bile süperiletkenliğini koruduğunu öne sürdü. Öte yandan, LK-99 oda sıcaklığında süperiletken hale geldiği öne sürülen ilk malzeme değil. Birkaç yıl önce saygın bilimsel dergi Nature'da yayımlanan bir makalede, 15 derece sıcaklıkta süperiletken hale gelebilen bir malzeme geliştirildiği duyurulmuştu. Ancak bu malzemenin çalışması için 2,5 milyon atmosferik basınç gerekiyordu ve bu da uygulanmasını yine zorlaştırıyordu. Ayrıca bazı hesap hatalarının tespit edilmesi üzerine makale yeniden yayımlanmak üzere geri çekilmişti. Araştırmacıların bildirdiğine göre LK-99, süperiletken olmak için yüksek basınç da gerektirmiyor. Araştırma makalesinde, "Tüm kanıtlar ve açıklamalar, LK-99'un oda sıcaklığında ve ortam basıncında süperiletken hale gelen ilk malzeme olduğunu gösteriyor" ifadeleri yer aldı: LK-99; mıknatıslar, motorlar, güç kabloları, maglev trenleri ve hatta kuantum bilgisayarlar gibi çeşitli uygulama alanlarına sahip olabilir. Diğer yandan, araştırmacıların makalesine şüpheyle yaklaşanlar da var. Bilim yazarı ve Birleşik Krallık'ın Eski Lordlar Kamarası Üyesi Matt Ridley de o kişilerden biri. Ridley, The Spectator'da kaleme aldığı yazıda, "Makale, alanında çok az deneyime sahip, yeni kurulan bir enstitüdeki tanınmamış bir ekipten geldi. Hakem incelemesinden de geçmedi" dedi: Ancak bu olgunun kendisinin bir gün mümkün olabileceğini düşünmek için iyi nedenler var. Fiziksel açıdan imkansız bir şey değil.

DÜNYA
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun büyük bir baskı altında olduğu günlerin üzerinden henüz çok fazla zaman geçmedi. World Central Kitchen'dan yedi yardım görevlisinin 1 Nisan'da Gazze'de İsrail ordusu tarafından öldürülmesinin ardından ABD Başkanı Joe Biden nihayet sorunlu müttefikine karşı sabrını yitirmiş görünüyordu. Aynı gün İsrail, Şam'daki İran diplomatik yerleşkesine saldırarak üst düzey bir generali ve en az altı subayı öldürdü ve elçiliklere saldırıyı yasaklayan yasal sözleşmeleri ihlal etti. İsrail, inandırıcı olmayan bir şekilde, İran'ın yıktığı konsolosluk binasını askeri bir karakola dönüştürerek bu korumayı kaybettiğini iddia etti. İran misilleme yapacağına söz verdi ama üst düzey komutanlara yönelik daha önceki saldırılar eylemden çok laf üretmişti. İran dışında Şam'a yönelik saldırı, ABD merkezli bir yardım kuruluşu olan World Central Kitchen ekibinin öldürülmesinin yarattığı kızgınlığın gölgesinde kaldı. Beyaz Saray, Başkan Biden'dan öfkeli bir açıklama yayınladı. " Öfkeli ve kalbi kırıktı". Bu tek başına bir olay değildi. İsrail yardım görevlilerini ya da Filistinli sivilleri korumak için yeterince çaba göstermiyordu. Başbakanla yaptığı öfkeli bir telefon görüşmesinde büyük tavizler talep etti. Gazze insani yardım yağmuruna tutulmalı. İsrail daha fazla sınır kapısının yanı sıra Gazze'nin kuzeyinde açlıktan ölmek üzere olan çocuklara bir saatten az bir mesafede bulunan Aşdod'daki konteyner limanını da açmalı. Başbakan Netanyahu işlerin değişeceği sözünü verdi. Buna rağmen İsrail kamuoyunu oyalıyordu. Netanyahu, Beyaz Saray'dan gelen baskının yanı sıra, İsrail parlamentosundaki destekleri sayesinde koalisyonunu iktidarda tutan aşırı milliyetçilerin de baskısı altındaydı. Gazze'ye yardım götürülmesine karşı çıkmakla kalmıyorlar. Savaşın İsrail'e Gazze'deki Yahudileri yeniden yerleştirmek için paha biçilmez bir fırsat sunduğuna inanıyorlar. Bölgedeki Yahudi yerleşimleri İsrail tarafından 2005 yılında bölgeden tek taraflı çekilmenin bir parçası olarak boşaltılmış ve yıkılmıştı. Geçen haftanın sonunda ABD baskıyı arttırmaya başladı. Perşembe günü ABD'nin en üst düzey insani yardım görevlisi Samantha Power, kıtlığın Gazze'nin bazı bölgelerini etkilemeye başladığının "inandırıcı" olduğunu söyledi. İsrail'in altı aydır Gazze'ye uyguladığı kuşatmanın dünyanın en acil gıda krizine yol açtığı hem dostları hem de düşmanları için açıktı. ABD'nin İsrail'e tedarik ettiği silahların kullanımına koşul getireceğine dair bir başka spekülasyon patlaması daha yaşandı. Cumartesi sabahı, İran'ın İsrail'e saldırısından saatler önce, The New York Times, özellikle ABD Kongresi'ndeki önde gelen Demokratlar arasında derinleşen öfkeyi yansıttı. İsrail'e silah sevkiyatının durdurulması çağrısında bulundu ve Binyamin Netanyahu'ya yüklendi. "İran Netanyahu'ya can simidi sundu" Gazetenin yayın kurulu "İsrail'e Askeri Yardım Koşulsuz Olamaz" başlığı altında Netanyahu ve hükümetindeki sertlik yanlılarını Amerika ile aralarındaki "güven bağını" kopardıkları için eleştirdi. ABD'nin İsrail'e olan bağlılığının ve kendini savunma hakkının, Başkan Biden'ın "Bay Netanyahu'nun alaycı ikili oyunlarını oynamaya devam etmesine izin vermesi gerektiği" anlamına gelmediği belirtildi. Ardından İran'ın İsrail'e yönelik ilk doğrudan saldırısı başbakana bir can simidi sundu. ABD ve diğer Batılı müttefikler, askeri işbirliğinin olağanüstü bir başarısı olarak, İsrail'in İran tarafından fırlatılan 300'den fazla insansız hava aracı ve füzeyi düşürmesine yardımcı oldu. Hiçbir Arap lider İsrail'in Gazze'deki savaşını Ürdün Kralı Abdullah kadar sert bir şekilde eleştirmedi. Ancak Ürdün'ün hava kuvvetleri operasyona katılarak İsrail'e yönelen füze ve insansız hava araçlarını düşürdü. İsrail'e yapılan askeri yardımların şarta bağlanması çağrıları yerini dayanışma ifadelerine bıraktı. Başbakan Netanyahu'nun önüne yeni siyasi fırsatlar çıktı. Gazze en azından bir ya da iki günlüğüne manşetlerden düştü. Ancak başbakanın üzerindeki baskı değişti. Baskı ortadan kalkmadı. İsrail'in bir sonraki hamlesi bu baskıyı daha da arttırabilir. Başkan Biden bundan sonra ne olması gerektiğini düşündüğünü çok açık bir şekilde ifade etti. İsrail bu olayda zafer ilan etmeli, "kazanmayı kabul etmeli" ve karşılık vermemeli. Biden, Amerika'nın İsrail'e desteğinin "demir gibi sağlam" olduğunu bir kez daha ilan etti. Bu, 7 Ekim'deki Hamas saldırılarından bu yana izlediği tutarlı politikaya uygundu. Başkan ve yönetimi, İsrail'e Gazze'de yıkıcı ve ölümcül bir etkiyle kullanılan büyük miktarda silah sevkiyatı yaparken bile Ortadoğu'da daha geniş çaplı, topyekün bir savaşı engellemek için çok çalıştı. Ekim ayından bu yana İsrail silahları ve onlara eşlik eden diplomatik desteği kabul etti ve Joe Biden'ın savaş kanunlarına saygı gösterilmesi ve sivillerin korunması yönündeki giderek daha çaresiz ve öfkeli hale gelen çağrılarını görmezden geldi. "İran'a karşılık verilmemeli" Müttefiklerinin İran'a karşı eşi benzeri görülmemiş askeri işbirliğinden sadece birkaç gün sonra, İsrail bir kez daha sadece Joe Biden'ın misilleme yapmama tavsiyesini değil, Cumartesi gecesi yardım eden diğer ülkelerin de benzer duygularını görmezden gelmeye kararlı görünüyor. Tıpkı Joe Biden gibi, İngiltere Başbakanı Rishi Sunak ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da savaş uçakları gönderdi, her ikisi de İran'ı kınadı ve her ikisi de İsrail'i karşılık vermemeye çağırdı. İsrail'de uzun süredir devam eden inanç ve içgüdülerle karşı karşıya geliyorlar. Bunlardan biri İsrail'in hayatta kalmasının saldırılara ezici bir güçle karşılık vermeye bağlı olduğuna dair derin inanç. Bir diğeri ise Binyamin Netanyahu'nun iktidarda olduğu yıllar boyunca pek çok kez dile getirdiği, İran'ın İsrail'in en tehlikeli düşmanı olduğu ve Yahudi devletini yok etmeye kararlı olduğu görüşü. Pek çok İsrailli de bu görüşü paylaşıyor. Şimdi, 1979'daki İslam Devrimi'nden bu yana yıllarca süren düşmanlığın ardından İran ilk kez İsrail'e doğrudan bir saldırı düzenledi. Uzun süredir gizli yürütülen bir savaş gölgelerden çıktı. İsrail, sorunun karşılık verip vermeyeceği değil, ne zaman ve nasıl karşılık vereceği olduğunu söyledi. Savaş kabinesi topyekün bir savaşı ateşlemeden bunu nasıl yapacağını tartışıyor. Ancak sonuçta herhangi bir saldırı, İran'ın da kapsamlı bir savaş istemediği ve buna göre karşılık vereceği kumarını oynayacak. Bu tehlikeli bir varsayım. Her iki taraf da diğerinin niyetini şimdiden fena halde yanlış değerlendirmiş durumda. Binyamin Netanyahu ve hükümeti bir kez daha İsrail'e düşmanlarına karşı yardım etmek için elinden geleni yapan müttefiklerinin isteklerini görmezden gelmeye kararlı. Aşırı milliyetçi müttefikleri İran'a ezici bir saldırı yapılmasını talep ediyor. İçlerinden biri İsrail'in "çılgına dönmesi" gerektiğini söyledi. Aynı zamanda Gazze'deki insani felaket de devam ediyor. Uluslararası dikkatler Gazze'den uzaklaştı ama geri dönecek. İsrail ordusu hala Gazze'de operasyon yapıyor ve sivilleri öldürmeye devam ediyor. Batı Şeria'da Filistinliler ve Yahudi yerleşimciler arasındaki ölümcül şiddet yeniden tırmanışa geçti. İsrail'in Hizbullah ile sınır savaşı hızla tırmanabilir. İran, İsrail'in saldırması halinde daha güçlü bir şekilde misilleme yapma sözü verdi. İran Silahlı Kuvvetler Genelkurmay Başkanı Hüseyin Bakıri, İsrail'e yönelik saldırının "sınırlı" olduğunu söyledi ve İsrail'in misilleme yapması halinde "çok daha büyük" bir karşılık verecekleri sözünü verdi. Amerikalılar İsrail'in İran'a saldırması halinde yardım etmeyeceklerini söylediler. Ancak Joe Biden'ın İsrail'in güvenliğine "demir gibi" bağlılık tanımının, İran'ın bir İsrail saldırısına kendi saldırısıyla karşılık vermesi durumunda ABD'yi kenarda tutacağına inanmak zor. Orta Doğu'da daha büyük bir savaşa ve daha derin bir küresel krize doğru kayış devam ediyor.

İran’ın İsrail’e Yönelik Misilleme Saldırısını Başlattığı Bildirildi.

1 ay önce İran'ın İsrail'e yönelik uzun süredir beklenen misilleme saldırısını başlattığı bildirildi.Yerel kaynakların aktardığı bilgilere göre İran'dan fırlatılan çok sayıda Shahed (Şahid) drone'u İsrail'e doğru ilerlemeye başladı.Kamikaze drone'ların birkaç saat içerisinde İsrail'e ulaşabileceği kaydedildi. İsrail kamu yayın kuruluşu Kan da saldırının başladığını doğruladı.Öte yandan bu saldırı mevcut Tahran rejiminin kurulduğu günden bu yana İsrail'e yönelik ilk saldırı girişimi olarak kayıtlara geçti

İran’da İsrail istihbaratı Mossad adına çalışmakla suçlanan 4 kişinin idam edildiği bildirildi

5 ay önce İran yargı erkine bağlı Mizan haber ajansı, İran'ın Cuma günü İsrail istihbarat servisi Mossad ile bağlantılı "sabotajcı" olmakla suçladığı biri kadın dört kişiyi idam ettiğini açıkladı.İdamlar Batı Azerbaycan eyaletinde bu sabah gerçekleştirildi.Aralık ayı ortasında İran, Belucistan'da da Mossad ajanı olmakla suçladığı bir kişiyi idam etmişti.İdam edilen dört kişinin Vafa Hanareh, Aram Omari ve Rahman Parhazo ile Nasim Namazi adlı kadın olduğu belirtildi.İran'ın resmi ajansı IRNA'da yer alan yargılama videosunda, idam edilen kişilerin Türkiye'de bir Mossad ajanıyla iş birliği yaptıklarını itiraf ettikleri anlar yer aldı.İdam edilen kişiler yaptıkları işlerin adam kaçırmak, isimsiz hedefleri tehdit etmek, araçlarını ve evlerini ateşe vermek ve cep telefonlarını çalmak olduğunu belirtti.İdam edilen kişilerin gerçekten suçlu olup olmadıkları ise belirsizliğini koruyor. İran'ın daha önce de başta Beluçlar, Kürtler, Azerbaycan Türkleri ve Araplar olmak üzere idam ettiği muhalifleri işkence altında çeşitli suçları itiraf etmeye zorladığı biliniyor.

Irak ABD askerlerini ülkeden çıkarmaya hazırlanıyor

5 ay önce Bağdat hükümeti Başbakanı Muhammed Şiya es Sudani 28 Aralık Perşembe günü yaptığı açıklamada, ABD liderliğindeki koalisyon güçlerinin ülkedeki varlığına son vermek için çalıştıklarını söyledi. Irak'ı ziyaret eden İspanya Başbakanı Pedro Sanchez ile ortak bir açıklamada konuşan Sudani, ABD öncülüğündeki koalisyon güçleriyle ilişkilerini yeniden yapılandırmaya kararlı olduklarını belirtti. Sudani, "Kapasite sahibi Irak güçlerinin varlığıyla, Irak hükümeti uluslararası koalisyon güçlerinin varlığını sona erdirmeye doğru ilerliyor" ifadelerini kullandı. Öte yandan Sudani, Irak'ta ABD güçlerine ev sahipliği yapan üslere yönelik saldırıları da kınadı. Ancak Bağdat hükümeti Başbakanı, yabancı güçlerin Irak güvenlik güçlerini eğitme ve onlara danışmanlık yapma görevine sadık kalması gerektiğini de vurguladı. ABD bu hafta Irak'ta hava saldırıları düzenlemiş, Bağdat hükümeti söz konusu saldırıları kınamıştı

FİLİSTİN
İsrail Gazze Şeridi'ne yönelik saldırılarını ABD ve Batılı ülkelerin de desteğiyle sürdürüyor. Gazze Şeridi'nde İsrail ordusu ile Kassam Tugayları öncülüğündeki Filistinli gruplar arasında yer yer çatışmalar yaşanıyor. Çatışmalar İsrail'in işgal ettiği Refah ve Gazze kent merkezlerinde devam ediyor. Ayrıca İsrail'in Gazze'yi ikiye bölen Netzarim Koridoru'nda da askeri varlığı bulunuyor. 15 Mayıs itibarıyla İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik işgalinde son durum ve yaklaşık kontrol alanları şu şekilde: Gazze'de son durum:

“Gazze’nin güneyine yardım girişi imkansız hale geldi”

3 gün önce BM Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı UNRWA'nın planlama direktörü Sam Rose, Gazze Şeridi'ndeki son duruma ilişkin uyarılarda bulundu. Rose, Refah'tan Al Jazeera'ye yaptığı açıklamada, kuruluşun Gazze'nin kuzeyine yardım götürme konusunda son zamanlarda bazı başarılar elde ettiğini, ancak İsrail'in saldırılarını sürdürmesi nedeniyle Gazze'nin güneyindeki kazanımların "tamamen tersine döndüğünü" söyledi. Rose, geçişlerin kapatılmasının bu bölgeye yardım götürmeyi neredeyse imkansız hale getirdiğini vurguladı. 500 binden fazla insanın bölgede hareket halinde olduğunu ifade eden Rose, buradaki insanların ihtiyaç duyduğu su, temizlik ve sağlık hizmetlerinin sağlanmasının da imkansız hale geldiğini kaydetti. Rose şu ifadeleri kullandı: "Bu giderek aciliyet kazanan bir durum. Önümüzdeki günlerde bu konuda bir şeyler yapmazsak, zaten umutsuz olan durum çok daha kötü bir hal alacak." İsrail 6 Mayıs'tan bu yana Refah'taki saldırılarına devam ediyor. İsrail güçlerinin Refah Sınır Kapısı'nı da işgal etmesiyle bölgeye insani yardım girişi yapılamadığı belirtiliyor.

İsrail Gazze’de 35 bin 233 kişiyi katletti

3 gün önce İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik saldırılarında hayatını kaybeden sivillerin sayısı artıyor. Gazze'deki Filistin Sağlık Bakanlığı'nın açıklamasında, İsrail saldırılarında 7 Ekim'den bu yana 35 bin 233 kişinin hayatını kaybettiği belirtildi. Saldırılarda 79 bin 141 kişi de yaralandı. İsrail ordusu ve siyasi otorite her ne kadar saldırıların Hamas'ı hedef aldığını öne sürüyor olsa da açıklanan veriler ve görüntüler ışığında yapılan değerlendirmelerde, İsrail'in bölgede sivilleri doğrudan hedef aldığı anlaşılıyor. Ölenlerin yüzde 70'inin kadın ve çocuklar olduğu belirtiliyor. 7 Ekim'de Gazze Şeridi'ne yönelik hiçbir hedef gözetmeyen ağır bir bombardıman başlatan İsrail, 27 Ekim tarihinde bölgeyi karadan işgal etmeye başlamıştı.

Yahudi yerleşimciler Gazze’ye gönderilen yardımlara saldırdı

6 gün önce İsrail'in Gazze'ye yönelik ablukası sürerken, bölgeye yardım ulaştıran konvoylar da sürekli olarak Yahudi yerleşimci çetelerin saldırısına uğruyor. Yerel kaynakların aktardığı bilgilere göre Yahudi yerleşimciler, sınır hattında bulunan ve Gazze Şeridi'ne girmek için İsrail'in onayını bekleyen bir yardım konvoyuna saldırdı. Gıda malzemeleri taşıyan konvoya saldıran Yahudiler, kamyonların üzerindeki malzemeleri yollara dökerek kullanılamaz hale getirdi. Saldırıya uğrayan kamyonların Ürdün tarafından bölgeye gönderildiği belirtildi. Yahudi yerleşimciler daha önce de Gazze'ye gönderilen birçok konvoya saldırmıştı. İsrail'in 7 Ekim'den bu yana uyguladığı abluka sebebiyle Gazze'de açlık, susuzluk ve ilaç eksikliği sebebiyle ölümler yaşanıyor. Buna rağmen İsrail yeterli miktarda insani yardım malzemesinin bölgeye girişine izin vermiyor.

İSLAM DÜNYASI
Beyaz Minare Medya ekibi olarak tüm müslüman kardeşlerimizin bayramını kutlarız. Allah hepimizin Salih amelerini, itaatleri, orucunu, namazlarını ve infaklarımızı kabul etsin. Rabbimiz Subhanehu ve Teala bizleri tevhid sancağı altında yaşayacağımız bayramlarda bir araya getirsin. Allah bizlere bir sonraki bayramı, İslamı yeryüzünde intişar etmiş olarak idrak ettirsin.Bugün özellikle bizler ehlimizin ve çocuklarınızın yanında bayram ederken sınır boylarında; Gazze'de, Suriye'de, Somali'de, Arakan'da ve dünyanın diğer beldelerinde düşmanları gözetleyen mücahid kardeşlerimizin özellikle bayramını tebrik ederiz.

Cezayirli darbeci general Halid Nezzar öldü

5 ay önce Cezayir'de adı, başta 1992 darbesi olmak üzere sivillere yönelik ihlaller, işkenceler ve diğer suçlarla anılan emekli Tümgeneral Halid Nezzar öldü. 86 yaşındaki Nezzar'ın uzun süren hastalığı neticesinde 29 Aralık Cuma günü öldüğü açıklandı. 1937 yılında Cezayir'in Batna bölgesinde doğan Halid Nezzar Fransa ve Rusya'da eğitim görmüş, Fransız ordusunda yer almış, Cezayir Kurtuluş Savaşı'nda Fransızların emrinde Cezayirlilere karşı savaşmış bir isimdi. Nezzar, 1962'de Cezayir bağımsızlığını kazanırken şaibeli bir biçimde taraf değiştirdiğini iddia edip yeni kurulan Cezayir ordusunda yer almıştı. Seküler görüşlere sahip olan Nezzar, yeni kurulan Cezayir'in de bu doğrultuda şekillenmesinde rol oynadı. Nezzar, 1992 yılında İslami kesimi hedef alan darbe esnasında Cezayir'in Savunma Bakanı'ydı.

Kassam Tugayları Sözcüsü Ebu Ubeyde, 28.12.23 Tarihli Son Açıklamasında Nelere Değindi?

5 ay önce Ebu Ubeyde: 83 gündür süren savaşın ardından en büyük selamı, Gazze'deki kararlı halkımızın dışında kimse hak edemez. Kassam Tugayları halkımızla aynı siperde, bir lokma ekmeği ve bir yudum suyu paylaşıyor. Aksa Tufanı, Siyonist Rejimi yok olma yoluna soktu. İşgalci İsrail'e yüzyılın darbesini indirerek, hak ve hürriyet talep eden bir millet olduğumuzu tüm dünyaya haykırdık. Cihad etmeye ve hazırlanmaya devam ettik çünkü haklarımız elimizden alındı. 83 gündür süren saldırının ardından hâlâ düşmana karşı sahadayız. Şu ana kadar İsrail'e ait 825 araç imha edildi.Son iki günde işgalcilerin 3 helikopterini hedef aldık. Mücahitlerimizin düşman askerlerini ve araçlarını hedef aldığını ispatlayan birçok belge yayınladık ama bu, buzdağının yalnızca görünen kısmıdır. Milletimize yönelik saldırılar durmadan hiçbir takas anlaşmasını kabul etmeyeceğiz. Düşmanı başarısızlığa uğratan şey halkımızın ve mücahitlerimizin sahadaki kararlılığıdır. Gazze, savunmasız halklara karşı insan hakları kılıcını taşıyan tüm yalancıları açığa çıkardı.

Endonezya’da Arakanlı mültecilere saldırı

5 ay önce Endonezya'nın batısındaki Açe eyaletinde yüzlerce üniversite öğrencisi Müslüman Arakanlı mültecilerin kaldığı geçici bir kampı basarak mültecilerin sınır dışı edilmesini talep etti. 27 Aralık günü protestocular 100'den fazla Arakanlıyı, Banda Açe kentindeki merkezden zorla çıkardı. Farklı üniversitelerin amblemlerini taşıyan ceketler giyen öğrenciler, baskın düzenledikleri sırada Arakanlı mülteciler aleyhine sloganlar attı. Öğrencilerin yerde oturan ve korku içinde ağlayan Rohingyalı erkek, kadın ve çocukların eşyalarını tekmeledikleri görüldü.

SAĞLIK
"Tıbbın İfsadı", küresel tuğyanın her alanda olduğu gibi tıp, gıda, sağlık alanlarında da insanları köleleştirme ve kapitalizm çarkları arasında ezme projelerine dair detaylı bilgiler, açıklamalar içeren göz açıcı bir kitap. Doğal ve helâl tedavilerin savunucusu olan Dr. Bekir Tok'un kaleme aldığı bu kitabı küresel tuğyanın hipnozundan uyandırmak istediğiniz yakınlarınıza okutmalısınız. Geçtiğimiz yıllarda sahnelenmiş olan Covid plandemisinde de kınayıcıların kınamasından çekinmeden hakkı haykıran, bağımsız ve vicdan sahibi doktorlardan olan Bekir Tok'un tıp dünyasının işleyişi ve iç yüzüne dair dile getirdikleri can kulağıyla dinlenmeli. Kitabın özünde, şeytan aleyhillâne ve avaneleri tarafından kurulmuş ve yönetilmekte olan dünya düzeninin; insanlığı maddi ve manevi olarak sömürmek, tevhid üzere yaratılmış olan fıtratlarını bozmak, köleleştirmek ve Allah subhanehu ve teâlâ'ya şirk koşturmak üzere tasarlandığı vurgulanıyor. Bu şeytani oyunlara kanıp da şirk bataklığına düşmemek için ise okumamız, araştırmamız, sorgulamamız gerekiyor. Dünyada ve ülkelerde kurulu şeytani sistemden elinden geldiğince teberri etmeye çalışan kullarına Allah Tebareke ve Teâlâ yardım edip kolaylaştıracaktır. Kitaptan bazı alıntılarla okurlarımızı baş başa bırakıyoruz. Tüm altını çizdiğimiz kısımları paylaşmak isterdik lakin şimdilik bu kadarla iktifa ediyoruz. Kitabın son sayfalarını mutlaka okumalısınız. 285. sayfadan başlayan "Şifa Kavramı" ve bir sonraki bölüm olan "Ölçüler ve Sonuç" kısımları mutlaka okunmalı. Kitaplığınızda bu kitap mutlaka yer almalı. Eşe dosta tavsiye etmeli, ödünç vermelisiniz. Çocuklarınıza anlayacakları dilde anlatmalısınız. -ALINTILARIN BAŞLANGICI- "Rockefeller ailesini duymuşsunuzdur.; 19. yüzyılın sonlarında kurdukları Standard Oil şirketi ile adlarını duyuran bu aile, buradan yola çıkarak; tarım, eğitim, siyaset, tıp gibi bir çok alanda ahtapot gibi kolları dünyayı sarmış, ülkeleri ve yöneticilerini istediği gibi parmaklarında oynatmıştır. Bunun gibi Rothschild ailesi ile Bill Gates gibi isimler ve son meşhur isim Elon Musk gibiler; dünya siyasetini ellerinde bulundurdukları servet ve güç ile istedikleri gibi yönetir olmuşlardır. Bugün hangi taşı kaldırsanız, hangi şirketi araştırsanız bu aileler karşınıza çıkmaktadır. Görünen o ki, şeytani düzeni kuran, devam ettiren, birçok alanda istedikleri gibi at koşturan isimler bunlar. Asrımız ulus devletleri bu isimlerin yeryüzündeki emellerini rahatça gerçekleştirebilmek için onlara maşa görevi görüyor." (s. 45) "Doğa gezilerinin yerini AVM gezileri aldı. Saatsiz ve penceresiz AVM'lerde sinema, yemek, mağaza üçgeninde dolanarak mutlu olunur sandık. Sinemada beynimizi, yemekte bedenimizi, mağazada nafakamızı kirlettik. Dağda, ağaç altında temiz bir nefese, AVM'nin esans kokularını ve radyasyon dalgalarını tercih ettik." (s.65) "Son yüzyılın fesad düzeni; şeytanın on binlerce yıllık tecrübesi ve ustalığı ile hazırlandı. Kendi vurup kendi ağlayan, sahneyi yazıp oyuncuyu eleştiren bir düzen bu; tavşana kaç, tazıya tut diyen... Nasıl mı? Faizi serbest bırakır, her köşe başına banka açar, bankaya uğramayacak birini bile maaş bahanesiyle bankayla barıştırır; sonra faiz bataklığına batan insanları camilerde 'Faiz haramdır.' diye uyarır. Kumar 'Milli Piyango' adı altında bizzat devlet tarafından oynatılır. Her yerde kumar resmi-gayrı resmi yaygınlaştırılır, sonra televizyonda kumarın haram olduğunu anlattırır düzenin hocalarına. Kadını kadınlıktan, erkeği erkeklikten çıkarır; diziler ve filmler aracılığıyla şiddete, çıplaklığa ve zinaya özendirir, kadını her yerde ticari obje olarak kullanır... Sonra 'Kahrolsun kadına şiddet' diye bağırır televizyonlardan... Genelevlerini resmi olarak işletir, polislerini başına diker, doktorları ile düzenli muayenelerini yaptırır... Sonra 'Aile toplumun yapı taşıdır.' der... Uyuşturucu baronlarını alttan alta destekler, milyar dolarlık ticaret ağlarına göz yumar, arada bir baskınla devede kulak denebilecek bir miktarı yakalayıp 'Uyuşturucu ile mücadele ediyoruz' der... Memleketi küresel dev firmalar parsellerken, çıkıp televizyonlarda 'yerli üretim' nutukları attırır bu düzen... Memleketin her karışına askeri üsler inşa edilirken, bağımsızlığın ne kadar önemli olduğu yazar okul ders kitaplarında... Ekini ve nesli ifsad ederken, 'Biz ıslah ediciyiz' der kısaca bu düzen... İşte bu düzenin sistemsel bir parçası olan 'demokrasi' ile, tüm insanlığa bu projelerin ve ifsadın bir parçası olma yolu açılır. İnsanlık, seçtiği vekilleri aracılığıyla istemeden de olsa bu düzenin bir parçası hâline gelir. İslâmi söylemlerle yöneticiliğe vekâlet istense bile, bu kara deliğe girişin cicili ambalajla süslenmiş bir paketidir bu yöntem. Zira bu sisteme biat etmeden en ufak taşraya bile yönetici olmanıza katiyen izin verilmemektedir." (s.74) "Yeni Dünya Düzeni; Allah'ın şu son birkaç yüzyılda, insanları imtihan etmek için mücrimlere 'es-Sabur' ismiyle verdiği mühletin neticesinde kurulmuş ifsad düzeni... Allah azze ve celle insan bu mühleti verince tüm âlem çamurdan yaratılan basit bir varlığın ne kadar azgınlaşabileceğini, ne kadar ileri gidebileceğini daha iyi görmüş oldu. Sonuçta bu kadar karmaşık bir düzenin temelinde basit bir gerçek yatmaktadır: dünya hırsı... Sonsuz yaşama arzusu, daha çok kazanma duygusu; hiç şüphesiz aynı vaadlerle atamız Âdem (as)'ı kandıran şeytanın bu düzenin mimarı olduğunu gösterir." (s.75-76) "Yediğimiz içtiğimiz ürünlerin mümkün olduğunca piyasadakilerin en doğalı olmasına özen gösterelim. Bunu ibadetlerden zevk alabilmek, dünyevi ve uhrevi görevlerimizi daha zinde ve kolay gerçekleştirebilmek için yapmamız gerek. ... İçinde muhtemelen haram maddeler bulunan ve dolayısıyla yenmesi de şüpheli olan maddeleri tükettiğimiz ve bu problemi de önemsemediğimiz hâlde ne kadar takvadan söz edebiliriz?" (s.133) "Çocuklarının ufacık burnu aksın, ufacık ateşi çıksın soluğu hastanede alan aileler çocuklarına büyük kötülük yapıyor." (s.149) "İnsan hayatta yaşadığı zorluklar, kötü anılar, eziyetlerle vardır. Kiminin imtihanı ağır, kimininki hafiftir, Düşünsenize Peygamberimiz Muhammed (sav)'in hayatı boyunca çektiği sıkıntıları? Sahabenin... Onlar da mı antidepresan kullanmalıydı? Hayır, tam da yukarıda bahsettiğim gibi, her iki dünyada da insanı mutlu edecek ve çektiği zahmetleri ona rahmet kılacak olan doğru temeller üzerine oturmuş bir inançtır. Bu olduktan sonra Eyyub (as) gibi en ağır hastalıklara da müptela olsanız, çoluğunuzu çocuğunuzu kaybetseniz, siz yine de sığınacağınız kapıyı bulabilirsiniz." (s. 178) "Adı üstünde bunlar 'ruh sağlığı' hastalıkları. Maddi hastalıklar değil. Bunlar tavuklar gibi insanların köleleştirilmesi, idealsizleştirilmesi, doğal yaşamından ve ortamından koparılması, hep kendisinden üstte olan yaşamlara özendirilmesi, fıtratına en uygun din olan İslâm'ın terbiyesinden uzak kalınması neticesinde ortaya çıkan hastalıklar olduğu için öncelikli olarak bu kısır döngüden kurtulmanın yollarına bakmak gerek." (s.179) "Hep bahsettiğimiz gibi tüm bozgunların sebebi şeytan. Bozgun/fesad, bir zincir şeklinde ona tabi olanlar aracılığıyla ilerlemekte. İnsanlık topluca Allah'ın ipine sarılmak yerine şeytanın tahakkümüne razı olduğunda çorap söküğü gibi topraktan semaya tüm varlıklar ifsad çarkını döndürmeye başlamakta." (s.187-188) "Şeytanın en büyük amacı ne para, ne insanların kısır olması, ne de mülk mevki vb.dir. Şeytanın en büyük amacı daha çok insan Allah'a kendisi gibi başkaldırsın, daha çok insan Allah'ın ebedi azabında kendisine arkadaş olsundur." (s.189) "Buraya kadar yeryüzünde şeytanın temsilciliğini yapan bu güçler kazandı, insanoğlu onların köleliğini yaptı, hatta insanlığı zehirledikleri ürünleri imal eden fabrikalarda bile onlara kölelik etti. Doğal olarak -manevi anlamda- kalbi kararan insanoğlunun sağlığı da bozuldu. Bu sefer sağlığı düzeltmeyi, hastalıklara şifa dağıtmayı da sözde üstlenen bu sistem; bir çark da bu büyük çarka ekledi, böylece hem insanların fıtratını bozarken, hem de onları iyileştirdiğini iddia ederek servetler kazandı. Keşke iyileştirseydi, ama amacı iyileştirmek de değildi, çünkü iyi ve sıhhatli olan insanlar onlara müşteri değildi. Bu yüzden ilaçlar, tedavi etmesi için değil; anlık olarak rahatlatıp, hastalığı sürdürecek şekilde tasarlandı." (s.189) "Devlet bir şekilde ya 'sağlık' adına ya da başka kalemler adına halktan topladığı milyarları bu ilaç firmalarına dolaylı yoldan ulaştırmış oluyor. Neden her içtiğimiz, yediğimiz, giydiğimizin yarısı vergi; neden aldığımız arabaya yüzde yüzden fazla vergi konuluyor ve neden yakıtı bu kadar pahalı kullanıyoruz sorularının cevabı burada yatıyor. Vergi adı altında bir de 'kutsal' ibaresi yapıştırılarak sağlık sektöründe olduğu gibi her sektördeki para babaları bu şekilde zavallı halkların sırtlarından adeta bir sülük gibi geçiniyorlar." (s.208) "Kızamık aşısı olmayan çocukta en ufak kızarıklık görse çocuk doktorları hemen 'Gördün mü bak çocuğun kızamık oldu, şimdi bundan dolayı ölse ne olacak?' deyip, 'Hemen kızamık aşısı yapmalıyız.' diyerek aileyi baskı altına alması çokça duyduğum yaşanmış olaylar. Bu tarz olaylarda yanlış teşhis söyleyerek aileyi korkutma, kızamık gibi bir hastalığın ölüm oranı çok daha düşük olmasına rağmen sanki her hasta olan ölüyormuş izlenimi uyandırma, tıbbi bir uygulamayı psikolojik baskı ile dayatma gibi birçok yanlış var. Teşhis doğru olsa bile hastalık anında tekrar aşı yapmanın gereksiz olması da ayrı bir facia. Tıbbın çoğu zaman 'dogma'lara bel bağladığı ve bağnazca savunulan gelenekleri barındırdığını gösteren bir sahnedir bu." (s.213) "Modern tıp, organların bozulmasını önlemek ya da bozulmuşu tedavi etmek yerine, yerinden çıkarmayı çoğu zaman tercih ediyor." (s.213) "Türkiye'de ilaçların etkinliklerini ve fiyatlarını, gerekli olup olmadığını kim, nasıl denetliyor, denetleyenlerin yetkinlikleri nasıl ve bunları etkileyen, suistimale zorlayan odakların olup olmadığı karanlıktır." (s.229) (Not: Bu konu hakkında delilleriyle gerçekleri görmek isteyenler Soner Yalçın'ın SAKLI SEÇİLMİŞLER ve KARA KUTU isimli kitaplarını okuyabilir) "Bir de şu algı vardır ki, empati yapmakta fayda var: Koca koca tıp kitaplarında gribal enfeksiyonların tedavisinde ada çayı bahsedilmezken, halkın gelip de 'Kullanalım mı?' sorusu cahilce(!)dir. Ne yani koskoca bilim bunu bulamamış da basit bir köylü mü iyi geleceğini iddia ediyor. Oysa bitkilerle ilgili veya diğer geleneksel tedavilerle ilgili çalışma yapan bağımsız kaynaklar da vardır; ancak tıp kitaplarını ve protokollerini belirleyen camialar bunları dikkate alacak kadar saf değildir. Bunun bir sebebi tabiatta doğal hâlde bulunan bir bitkinin patentlenemeyeceği gerçeği ve buna bağlı olarak Allah'ın arzında birçok yerde biten bu bitkilerin kazanç kapısı olmamasıdır." (s. 235) "Dağda kendi başına hayvanlarını otlatan yaşlı kadını 'Neden maske takmıyorsun?' diyerek uyaran jandarmanın videosu oldukça trajikomikti. Akşama kadar toz, toprak, salya, sümük ile şekilde şekle giren maskenin içine nasıl oluyorsa sadece koronavirüs giremiyordu!" (s.241) "Sonuç olarak, dünyayı ifsad etme, insanları daha kolay yönetilebilir köleler hâline getirme amacındaki dünya ekâbirlerinin amaçlarına ulaşabilmek için tıbbı ve sağlığı en büyük silah olarak kullanmaları mide bulandırıcıdır. Asıl üzücü olan ise, bu zayıf hileleri ile peşlerinden sürüklediği milyarlarca düşünmeyen, akletmeyen insan yığını ile aynı gemide olmaktır." (s. 244) "Aşı bilim dünyasının kutsallarındandır. Aşı ile hastalığı önleme mantığı aslında bir teoriden öteye gitmese de yine de bu teoriye karşı gelen doktorlar; çalışmalarına, uzmanlıklarına bakılmadan tıp dünyası tarafından alaya alınır, aforoz edilir. Aşı dokunulmazdır, yoruma açık değildir. Aşı hakkında soru sormak bile cehalettir birçoğunun gözünde. Ama bir kere merak edip 'Neler dönüyor?' sorusunu sorabilmek önemlidir." (s. 261) "Yalnız aşılar kendi başlarına sadece mikroptan oluşmuyordu. İçerisinde bu zayıflatılmış mikrobun üretilerek aşıda kullanılabilmesi için maymun, domuz, inek, tavuk gibi hayvanların hücrelerinin bulunduğu kültürler kullanıldı. Üretilen mikroplar kültürden alınıp aşı flakonuna aktarılırken, kültüre ait DNA parçaları da numuneye karışır. Dolayısıyla kişiye zerk edilen aşının içerisinde bu hayvanlara ait DNA parçaları da kana verilmiş oldu. Ayrıca yine koruyucu olması ve etki etmesine yardımcı olmak amacıyla civa, alüminyum gibi ağır metaller de aşıların içerisine katıldı. Burada sorunlar baş göstermeye başladı." (s.260) "Çocuklarımızın televizyonlarla nasıl hipnoz edilip yönetildiğini görmüyor muyuz? Aşıdan önce, çocuklarımızın beyinlerini dumura uğratan, çöp tenekesine çeviren eğitim sistemlerini sorgulamalıyız. Çocuk ağlamasın diye ağzına cips, eline akıllı telefon verdikten sonra, aşıların çocukların zihinlerini etki altına aldığını konuşmak tutarsızlık..." (s.270) "Özgür bir şekilde düşünmeye izin verilmiyor. Devlet kontrolünde tek tip eğitim, diyanet kontrolünde din, yine üstten kontrol edilen tek tip medya ile tek tip zihinler oluşturulmak isteniyor. Böylece yığınlar 'köle' isminin rahatsız edici tınısına takılmadan hizmet etmeye devam ediyorlar. İşte buna modern kölelik diyoruz. İnsanlık belki zincirlerle bağlanmıyor, bir yerlerde hapsedilmiyor ancak günlerinin tamamını çalışmakla geçiriyorlar, düşünmeye fırsat bulamıyorlar, bu kadar çalışmalarının karşılığında verilen az miktar para, ağır vergilerle kendilerinden geri alınıyor. Böylece bu yalancı döngü ile insanlar gizli köleler hâline getiriliyor." (s.271) "Aşk diye bir terim kutsallaştırıldı. Sahi Müslüman olduğunu iddia eden herkese sormak gerek, 'aşk' kavramını hangi ayet ya da hadiste duydunuz? Tüm çizgi filmler, sinema filmleri, diziler, tiyatroların vazgeçilmez teması 'aşk' değil mi? Gözümüzün içine yıllardır o kadar soktular ki, artık evli olmayan bir çiftin el ele tutuşması hemen herkes için normal bir hâle geldi. Normalleştirme aşama aşama devam etti., her çıkan film 'daha cesur' idi. Bu şekilde toplum dönüştürüldü, zina yaygınlaştırıldı. Yıl 2022 olduğunda, sokakta alenen zina edenleri medyada her gün duymaya başladık. Kıyametin alametlerinin birer birer önümüze çıkması sürpriz değil." (s. 274-275) "Hayatın her alanında fıtrata en uygun düzen bellidir: Allah azze ve celle'nin emrettiği ve Resul'unun örneklendirdiği aile hayatı...'Atalarımın yolunda giderim, geleneklerden şaşama' zihniyetinde olan aileler gibi, her daim moda akımların peşinden gitmeye çalışan sözde modern aileler de bu dengeyi gözetmediği sürece yanılmaya ve hata etmeye devam edeceklerdir." (s.282) "Gerçek bilgelik, sunulan moda akımları takip ederek istenilen formda sürekli güncellemek değil, şeytanın ve uşaklarının tuzaklarına karşı, kendisini ve ailesini koruyabilecek dik duruşu gösterebilmek, bunun için de bu tuzakları en iyi şekilde fark ederek kendisinden ve etrafından def edebilmektir." (s. 283) "Doğru olan Allah azze ve celle'nin hastalıkları ya bunu kullarını imtihan etmek adına sebepsiz yere ya da kullarının yaptıkları cürümleri affetmek adına bir vesile olarak vermesiydi. Emanet olarak kendilerine bahşedilen vücuda kendi elleriyle hunharca davranmaları da çoğu zaman hastalık için sebepti. Aynı şekilde şifayı da Allah azze ve celle verirdi ve bu bölüştürülebilen, başka varlıklara da lütfedilmiş bir yetki değildi. Eğer insan şifayı başka kaynakta ararsa Allah azze ve celle'ye şirk koşmuş, haram olan nesnelerde ararsa Allah'a isyan etmiş olurdu. Şeytan için vazgeçilmez bir alandı sağlık alanı bu yüzden." (s.285) "İşte maddeci anlayışın dünya hayatına ve maddeci tıbbın da alt başlık olarak insan sağlığına bakışı bu denli sakattır. Oysaki doğru olan anlayış; kurulmuş muazzam sistemde oynamalar olduğunda, yani hastalıklar ortaya çıktığında, başka yerleri de oynayıp işi içinden çıkılmaz hâle getirmek değil, bu düzeni nahif bir elle, hafif dokunuşlarla ve sistemin sahibinin de yardımını alarak eski hâline getirme çabasıdır." (s.288) "Sihirbazların bir toplumdaki en önemli görevi eğriyi doğru, doğruyu eğri göstererek, yapmadıklarını yapmış gibi göstererek insanları aldatmak, kendilerine hayran bırakmak, etkilemek ve bu yolla da zihinlerini kontrol altına almaktır. Kralların en sevdiği yardımcılarındandır sihirbazlar.... Eğer birisi bir gün beş dakika tefekkür eder de: ' Bu kral da bizim gibi bir insan, yemek yer, defi hacet için tuvalete gider' gibisinden "terörist" düşüncelere kapılır da kralın insanlara uygun gördüğü 'dini' sorgulamaya başlarsa, bu krallığın akıbeti açısından tehlike oluşturacağından hiç hoş görülmez. Sihirbazların devreye girdiği nokta da budur. Nitekim tağutların Kur'an'daki temsili olan Firavun'un da yardımcılarından en gözde makamlardan birini bu sihirbazlar dolduruyordu." (s.293-294) "Sahi vücutlarınız sahte gıdalarla hasta edilirken hasta bedenler ve zihinlerle Allah'ın sizin için çizmiş olduğu idealleri gerçekleştirebileceğinizi mi zannediyorsunuz? Bizleri köle olarak gören, iş gücümüzden faydalanan her türlü ticaretimize ortak olup bizle beraber asalak gibi kazanan, vergilerle sırtımızı ezen Firavunların size layık gördükleri ama kendileri yemedikleri besinlere, hürriyete rağmen tamah mı edeceksiniz?" (s.312) -ALINTILARIN SONU-

Kedi Kadar Kıymeti Olmayan Bebekler

5 ay önce Türkiye'de "Parasetamol", yurtdışında "Acetaminophen" olarak bilinen ağrı kesici ve ateş düşürücü olarak piyasaya sürülmüş Rockefeller tıbbı firmalarının insanları zehirlemede kullandığı toksik maddelerden biri hakkında bilim dünyası uyarıda bulunuyor. Türkiye'de etken maddesi Parasetamol olan ilaçlar arasında en bilinenleri ve en yaygın olarak kullanılanları Parol, Minoset, Calpol, Vermidon, A-ferin, Gripin, Panadol, Tylenol (Tylol)'dur. Esas problem; bebek ve çocuklarda ateş, soğuk algınlığı vb. durumlarda doktorların sıklıkla reçete ettiği, anne babaların ise son derece rahat bir şekilde çocuklarına verdiği parasetamol içerikli ilaçlarda, örneğin Parol ve Calpol'dedir. Güncel bağımsız bilimsel çalışmalar göstermektedir ki; PARASETAMOL ZEHRİ BEBEK VE ÇOCUKLARDA NÖROLOJİK HASARA SEBEP OLMAKTA, GELİŞİM GERİLİĞİ, DİKKAT EKSİKLİĞİ VE HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU VE OTİZM SPEKTRUMU HASTALIKLARINA YOL AÇMAKTADIR. Bilimsel makale için tıklayın. Günümüzde hemen her çocukta görülen bu nörolojik hastalıkların bu kadar artmasının başlıca sebeplerinden biri çocukluk çağı aşıları olmakla beraber, diğer sebebi ise; her hastalıkta, her ateşte ve her ağrıda çocuklara kaşık kaşık içirilen Parasetamol içerikli ilaçlarıdır (Parol, Calpol, Tylol). Bebekliğinden beri her hastalığında, her ateşte bu ilaçları alan çocukların beyinleri geri dönülemez şekilde hasar görmekte ve yukarıda sayılan çağımızın belası nörolojik hastalıklar (Otizm, DEHB vb) çığ gibi artmaktadır. Bilimsel makale için tıklayın. Çocukları bu hastalıklardan muzdarip olan gelen ebeveynler şu ayeti kerime'yi tefekkür etmeliler. "Başınıza gelen her musibet, ellerinizle kazandığınız (günahlar) sebebiyledir. Hem (Allah) çoğunu da affeder." (42-Şûrâ:30) Konunun kedilerle ilgisi ise aşağıdaki gibi açıklanmaktadır. Kedilerde "glucuronidation" (glukuronidasyon) adlı metabolik proses yetersizdir. Bu metabolik proses, "parasetamol" denen zehrin vücut tarafından işlenerek atılması için gerekli olan bir prosestir. Dolayısıyla kedilere "parasetamol" içeren bir ilaç verildiğinde vücutları bunu işleyemez ve ilacın oluşturduğu toksisite sonucu ciddi hastalıklara maruz kalabilirler ve hatta ölebilirler. (Bilimsel makale için tıklayın.) Veterinerler bu bilgiye sahip olduklarından, kedilere asla Parasetamol kullanmazlar. Yenidoğan bebekler ve küçük çocuklar da tıpkı kediler gibi, Parasetamol'ü işleyip vücuttan atılmasını sağlayan "glucuronidation" (glukuronidasyon) adlı metabolik proses açısından son derece yetersizdir. Yetişkinliğe ulaştıkça bu proses tam olarak gelişmektedir. Dolayısıyla Parasetamol kullanımı yetişkinlere, çocuklarda olduğu kadar zarar vermemektedir. Ne yazık ki, içinde yaşadığımız küresel tuğyanda bebeklerin kedi kadar kıymeti olmadığından; veterinerler kedilere "zarar görürler" endişesiyle parasetamol vermezken, 1980'li yıllardan itibaren çocuk doktorları gönül rahatlığı ile doğumdan itibaren bebeklere Parasetamol vermektedir. Sorgulamayan, araştırmayan ve doktorlara körü körüne itaat eden anne babaların katkısıyla nesiller ifsad olmakta, nesiller hastalanmaktadır. Bunun önüne geçmede en büyük görev yine anne babalara düşmekte olup; bilgiye erişimin son derece kolay olduğu çağımızda, reçete edilen ilaçları çocuklarına kullanmadan önce anne babaların bu ilaçların yan etkileri üzerine araştırma yapıp, mümkün olduğunca doğal ve helâl tedavilere yönelmeleri sağlıklı nesiller için elzemdir.

Çocukluk Çağı Aşıları Tip 1 Diyabete Sebep Oluyor

5 ay önce 13 yaşındaki bir oğlan çocuğu. Spor faaliyetlerinde bulunuyor. Son derece sağlıklı. Rutin doktor kontrolüne gittiğinde idrarda kan şekeri ölçümü yapılıyor. Her şey normal. Aynı gün Difteri-Boğmaca-Tetanoz aşısı (Tdap) ve Menactra adlı menenjit aşısı vuruluyor.  Aşıdan 40 gün sonra 614 mg/dL kan şekeri ve 12.4 HbA1C değeri ile Diyabetik Ketoasidoz Komasına girerek ölümden dönüyor; ama ölene dek ilaç endüstrisinin ürettiği GDO'lu sentetik insülinlere muhtaç olacak şekilde Tip 1 diyabetli bir engelli hâline geliyor. Bu olayın "toksik aşıların" yan etkisi dışında başka bir açıklaması yok. Çünkü aşıyı olmadan birkaç dakika önce çocuğun idrarında kan şekerine bakılıyor ve normal seviyede çıkıyor. Aşıyı vurulduktan 40 gün sonra ise çocuğun son haftalardaki ortalama kan şekerini gösteren HbA1C değeri, normalde 5-6 olması gerekirken, 12 çıkıyor. Tıp sanayisine hizmet eden hemşire ve doktorların hiçbir açıklaması yok. Putları olan aşılara toz kondurmamak için kırk takla atıyorlar. Sadece DBT (Tdap) değil, MMR (Kızamık-Kabakulak-Kızamıkçık), çocuk felci, su çiçeği, mRNA ve bebekler-çocuklar için üretilen daha hangi toksik enjeksiyonlar var ise hepsi bu hastalığı ve daha fazlasını tetikleyebilir, çocuğunuzu öldürüp sakat bırakabilir. Bir modern (!) çağ hastalığı olan Tip 1 Diyabet vakalarının en azından %75'inin çocukluk çağı aşıları sebebiyle çıktığını ortaya koyan makale için buraya tıklayın. Bu makalede, çocuklara aşı yapmayan ABD'deki özel bir pediyatri kliniğinde 25 yıldır tek bir çocukta dahi Tip 1 Diyabet çıkmamış olmasından bahsediliyor. Ve yine aşılı çocuklarda Tip 1 Diyabet çıkma ihtimalinin hiç aşı olmayan çocuklara göre 4.7 kat daha fazla olduğu da yapılan geniş çaplı anketlere dayanarak tespit ediliyor.  Tesadüf mü? Elbette değil! AŞI YOKSA HASTALIK YOK! Yıllara göre bazı ülkelerde Tip 1 Diyabet oranları. 1960'lı yıllarda ve öncesinde Tip 1 Diyabet hastalığı diye bir şey neredeyse hiç yokken, sonrasında, yıllar geçtikçe, çocuklara uygulanan aşıların sayısı 6-7 taneden 50-60 taneye yükseldikçe, hastalık grafiğinin nasıl da yükseldiğine iyi dikkat edin. Günümüzde SMA'dan tutun da ismini sadece birkaç yıl öncesine kadar hiç duymadığımız türlü türlü hastalıkları duymaya başladığımıza da dikkat edin. "İnsanlardan öylesi vardır ki; dünya hayatına dair söyledikleri senin hoşuna gider/sözleriyle seni etkiler. O, kalbinde olanın (iyilik, güzellik, ıslah) olduğuna dair Allah’ı şahit tutar. Oysa o, düşmanın en beter olanıdır.  (Bir işin başına yönetici olduğunda ya da) yanınızdan ayrıldığında yeryüzünde bozgunculuk yapmak, ekini ve nesli yok etmek için çalışır. (Oysa) Allah, bozgunculuğu sevmez." (2/Bakara: 204-205) Aşılardan sonra Tip 1 Diyabet teşhisi almış olan çocuğun annesiyle yapılmış 30 dakikalık röportaj: https://rumble.com/v36plwy-mother-of-child-who-got-type-i-diabetes-from-vaccine-injection-speaks-out.html https://rumble.com/v36plwy-mother-of-child-who-got-type-i-diabetes-from-vaccine-

SURİYE
Suriye Sivil Savunma Ajansı, Esed rejimi ve müttefikleri Rusya ile İran'ın 2023 yılı boyunca Suriye'nin kuzeybatısındaki okul, hastane ve kamu tesislerine 1232 saldırı düzenlediğini gösteren istatistikleri yayınladı. Ajansın 26 Aralık Salı günü yayınladığı verilere göre, 2023 yılında 397 sivil ev, yerinden edilmiş kişilerin kaldığı 16 kamp ve 24 okul hedef alındı. Ayrıca yıl içerisinde Suriye'nin kuzeybatısında 13'ten fazla halk pazarı bombalanırken, 6 tıbbi tesis ve hastane ile Suriye Sivil Savunma'ya (Beyaz Baretliler) ait 4 merkez de hedef alındı. İstatistiklere göre Esed rejimi ve müttefikleri İran ile Rusya'nın saldırılarında 12 cami ve 6 su istasyonu da hedef alındı. Sivil Savunma, istatistiklerin 1 Ocak-17 Aralık 2023 tarihleri arasında ekiplerinin müdahale ettiği saldırıları kapsadığını belirtti.

Rusya ve İran destekli Esed rejimi İdlib kent merkezinde sivil katliamı yaptı

5 ay önce Rusya ve İran tarafından desteklenen Esed rejimi güçleri Suriye'nin kuzeyindeki İdlib kent merkezine bombardıman düzenledi.Yerel kaynakların aktardığı bilgilere göre İdlib kent merkezi Esed rejimi tarafından yüksek kalibreli toplarla bombalandı.Kent merkezindeki sivil yaşam alanlarının hedef alınması sonucu ilk belirlemelere göre 4 sivil hayatını kaybederken 20'den fazlası yaralandı.

İsrail’in Suriye’deki hava saldırısında 11 İran Devrim Muhafızları mensubu öldü

5 ay önce İsrail, Suriye'yi hedef alan saldırılar hakkında nadiren açıklama yapıyor. Cuma günü Al Arabiya'ya konuşan kaynaklar, İsrail'in Perşembe günü geç saatlerde Şam Uluslararası Havalimanı'nı hedef alan hava saldırısında İran Devrim Muhafızları Ordusu'nun 11 mensubunun öldüğünü bildirdi. Kaynaklar, Suriye'nin doğusundaki İran destekli güçleri denetlemekten sorumlu olan Devrim Muhafızları'nın hedef alınan üyelerinin üst düzey bir heyeti karşılamak üzere havaalanında bulunduklarını söyledi. Esed rejimine bağlı medya ve rejimin Savunma Bakanlığı daha önce de İsrail'in Suriye'nin güneyinde ve Şam yakınlarında hava saldırıları düzenlediğini açıklamıştı

Suriye’de Esed rejimi, mülklere el koyarak geri dönüşleri engellemeye çalışıyor

5 ay önce Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR), Suriye'nin orta kısmındaki Humus iline yönelik rapor hazırladı. Kamuoyuna açıklanan raporda, Suriye yönetiminin, Humus ilinde çatışmaların yoğun olduğu Baba Amer Mahallesi ile Kuseyir ilçesindeki on binlerce ev, arazi ve mülke el koymaya çalıştığı savunuldu. Raporda, Suriye yönetiminin öldürülen en az 500 bin sivil ile kaybolan yaklaşık 112 bin 713 sivilin yanı sıra yerinden ettiği 12 milyon Suriyelinin mal varlıklarına el koymak için çalışma yürüttüğü bilgisi yer aldı. Rejimin çıkardığı yasa ve kararnamelerle mülklere el koymaya çalıştığı vurgulanan raporda, yerlerinden edilen ve zorla tahliye edilenlerin mülkiyet haklarının yok sayıldığı belirtildi.

TÜRKİYE
İsrailli diplomatların, 7 Ekim'deki çatışmaların başlangıcından bir süre sonra ayrıldıkları Türkiye'ye yeniden dönmeye başladıkları bildirildi. Middle East Eye'dan Ragıp Soylu'nun haberine göre, İsrail diplomatlarını Mayıs ayı başında yeniden Türkiye'ye göndermeye başladı. İsrailli kaynaklar Pazartesi günü Middle East Eye'a yaptıkları açıklamada, İsrail'in "güvenlik kaygılarıyla" Türkiye'den çektiği diplomatlarını altı ay sonra geri göndermeye başladığını ifade etti. MEE'ye konuşan İsrailli bir kaynak "İsrail, güvenlik endişeleri nedeniyle geri çağırdığı diplomatlarını kademeli olarak geri göndermeye çalışıyor." dedi. Bir Türk yetkili de İsrailli diplomatların görevlerine döndüklerini doğruladı. Türkiye geçtiğimiz günlerde İsrail ile ticareti tamamen askıya aldığını açıklamış, bu hamle ikili ilişkilerdeki gerilimi artırmıştı. İsrailli kaynak, Türkiye'nin İsrail'deki diplomatik temsilciliğinin seviyesinin 7 Ekim saldırısından bu yana düşürülmediğinin altını çizdi. Yani iki ülke diplomatik olarak birbirleri nezdinde halen büyükelçilik düzeyinde temsil ediliyor. Ancak büyükelçiler geri çağrılmış durumda. Türkiye'nin Tel Aviv'deki büyükelçiliği ve Kudüs'teki konsolosluğu açık tutuluyordu. İsrail'in Türkiye'deki diplomatik misyonları ise kapalıydı. İsrailli kaynak, "ikili ilişkiler çok gergin olsa da olası riskleri göz önünde bulundurarak elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışacağız. Bu nedenle diplomatların dönüşü kademeli ve temkinli olacak." ifadelerini kullandı.

Türkiye’de bir cezaevinde darp sonucu can veren Filistinli gencin ailesi adalet arıyor

2 hafta önce İstanbul Maltepe L tipi Cezaevi'nde darp edildikten 5 gün sonra vefat eden Filistinli genç Nebil Hasan'ın (20) ailesi adaletin yerini bulması, sorumluların yargılanarak ceza almasını istiyor. Olay 29 Mayıs 2023 tarihinde Başakşehir ilçesinde uluslararası bir para transfer bürosunda yaşanan bir tartışma ile başladı. İddiaya göre, Filistinli bir genç uluslararası bir para transferi yapılabilen bir döviz bürosuna giderek adına gönderilen parayı çekmek istedi ancak yeteri kadar Türkçe bilmediği için kendisini ifade edemedi. Bunun üzerine arkadaşı Nebil Hasan'ı aradı. Söz konusu mekana yakın olduğu için kısa bir süre sonra bir arkadaşı ile birlikte gelen Nebil Hasan ve diğer arkadaşları, zorla bürodan çıkarıldı. Yaşanan olay sonrasında sivil polis olduğu belirlenen şahıs tarafından polis ekipleri çağrıldı ve sadece 3 Filistinli genç darp edilip gözaltına alındı. Sevk edildikleri savcılıkta da 31 Mayıs'ta tutuklanarak Maltepe Cezaevine gönderildiler. Cezaevine götürülen gençlerin üstleri çıkarıldıktan sonra Nebil Hasan soyunma odasına alınarak 10 dakika boyunca darp edildi. Yaşanan vakanın ardından Nebil Hasan tedavi için herhangi bir hastaneye de sevk edilmedi ve 5 gün sonra (5 Haziran) vefat etti. Ancak yaşanan olayla ilgili ve olaya müdahil olanlar hakkında bir soruşturma açılmadı. 20 yaşında ailesinin tek erkek çocuğu olan Nebil Hasan'ın vefatıyla sarsılan baba Eşref Nizar Hasan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ve yetkili mercilere çağrıda bulunarak çocuğu için adalet talebinde bulundu. "Nebil, 10 yıl boyunca ben hapishanedeyken babasızlığı yaşamıştı" "Filistin direnişi için 10 yıl boyunca işgal rejimi zindanlarında kaldığını" belirten Hasan, "Fıkıh ve temel bilgiler öğretimi alanında öğretmenlik yaptım. Şafii fıkhı alanında Doçent ve doktora diplomam var. Hapisten çıktıktan kısa bir süre sonra Mescid-i Aksa'da çalıştım. Güven, kardeşlik ve adalet bulabileceğim bir ülke aradım. Mescid-i Aksa'ya geldiklerinde Türkiyeli kardeşlerimizden bu güveni buldum. Onlardan iyi bir kardeşlik gördük. Bu beni Türkiye'ye gelmeye ve hatta çalışmalarımı tamamlamaya sevk etti. Aslında bir süre sonra Türkiyeli kardeşlerle komşu, ebeveyn, öğrenci ve profesör olarak iyi bir dönem yaşadık. Sonrasında ailemizi şok eden büyük bir olay başımıza geldi. Bir süreliğine öğretim görevi için ülke dışındayken neredeyse 20 yaşında olan oğlum Nebil, bir dava nedeniyle tutuklanınca şaşırdık. Nebil, 10 yıl boyunca ben hapishanedeyken babasızlığı yaşamış, babasını ziyaret etmek için hapishaneye adaletsizliği ve işgalin uygulamalarını kendi gözleriyle görmüş, annesiyle yalnız büyümüştü." dedi. "Kendisi yurtdışındayken bazı arkadaşları için 400 dolarlık bir ödemeyi almak için uluslararası para transferi yapan bir büroya gittiler ve orada bir tartışma yaşandı. Tartışma sonrasında Nebil ve arkadaşları tutuklandı. Polis olduğunu bilmeden sivil bir polisle tartışmışlar. Tutuklanıp hapse girdikleri ilk andan itibaren oğluma ve arkadaşlarına yönelik aşağılama, küfür ve onur kırıcı hareketlerde bulundular. Bu özelde herhangi bir Müslüman kişiyi ve genelde herhangi bir kişiye yapılmaması gereken muameleydi. Nebil tutuklandı ve ben bu tutuklama dosyasını ilk andan itibaren bu ülkede adaletin tecelli etmesini bekledim. Hakikatin yerini bulması için özellikle de 'biz muhacirlerin ve ensarın kardeşleriyiz' diyen Sayın Erdoğan'a sığındık. Haksızlıktan adalete, işgalden Osmanlı İmparatorluğu'na, onlarca yıldır destekçimiz olan kardeşlerimize geldik. Bize ailemizden daha yakın olduğunu düşündüğümüz ailemizin yanına geldik. Oğlumun tutuklandığını görünce şaşırdık. Birkaç gün sonra da Nebil'in öldüğü haberini aldık." diye konuştu. "Hapishanede çırılçıplak 10 dakika boyunca işkence edildi" Hasan, "Nebil İlaç kullanıyordu. Eğer bu ilacı almazsa, ağzından köpük gelmesine ve yere düşmesine neden olurdu. Hapishanede bu ilaç kendisine verilmedi. Bu bir istismar ve işkence biçimiydi. Tanıklar, Nebil'in tamamen soyularak bir odaya alındığını ve yaklaşık 10 dakika boyunca işkenceye maruz kaldığını söyledi. Arkadaşları ve diğer tanıklar Nebil'in çığlık seslerini ve hakaretlerini duyduklarını söylediler. Nebil içeri girdiğinde normal bir şekilde girdi ama çıktığında bitkin, yürüyemez haldeydi. Vücudu morluklar içerisinde kalmış, yapılan işkenceden dolayı yüzü şişmişti. İşkencede ve darbelerden birkaç gün sonra Nebil vefat etti. Otopsi, Nebil'in iç kanama geçirdiğini söylüyor. Bu kanamanın boşuna olmadığını biliyoruz. Bu olay, Nebil'in maruz kaldığı dayak ve işkence sonucu vefat ettiğini gösteriyor." şeklinde konuştu. "Bir cesede beraat verdiler" Nebil Hasan'ın vefatından hemen sonra hem kendisi hem de diğer 2 arkadaşı için beraat kararı verildiğini hatırlatan Hasan, "Garip olan şey Nebil'in ceset olmasıydı. Mahkeme Nebil'i öldükten sonra serbest bıraktı. Soru şu ki, Nebil neden ölmeden önce serbest bırakılmadı? Eğer dava yoksa, dosya neden bir anda kapatıldı? Avukat Gülden Sönmez'in çabalarını takdir ediyoruz. Bana söylediği gibi dosyayla ilgileniyor. Çünkü gerçeğe ulaşmak istiyor. Başından beri tespit ettiğimiz şey Nebil’in haksız yere öldürüldüğüdür. Sayın Erdoğan'a bir mektup gönderdik. Onu bir ağabeyimiz olarak görüyoruz. Doğru olanı yapması ve adaletten ayrılmaması için ondan isteğimiz bu olayın aydınlatılması, adaletin yerini bulmasıdır. Sayın Erdoğan'dan bir kardeş ve bir Müslüman olarak, İslam milletiyle savaşan acımasız düşmana karşı savaşan bir mücahit olarak, ailesinin dosyaymış gibi düşünmesini istiyorum. Bizler, üzerine yetiştirildiğimiz inanca göre müminlerin kardeş olduğunu biliyoruz. Müslüman Müslüman'ın kardeşidir. Arap veya acem arasında hiçbir fark yoktur. Türk, Filistinli veya Suriyeli arasında hiçbir fark yoktur. Hepimiz Adem'deniz Adem'den topraktandır. Bizi birleştiren şey insanlığımızdır. İnsanlık İslam'dan önce gelir." ifadelerini kullandı. Yaşanan olayın aydınlatılması, suçluların hak ettiği cezayı bulması için Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere Adalet Bakanı Yılmaz tunç ve diğer yetkililere çağrıda ulunan Hasan, son olarak şu ifadelere yer verdi: "Bu dosyanın sonunda Sayın Erdoğan'dan, adalet bakanından ve başsavcıdan isteğimiz adaletin yerini bulmasıdır. Türkiyeli kardeşlerimizin Türkiye halkının bizi kardeşleri olarak gördüğünü ve Filistin davasını her zaman desteklediklerini biliyoruz. Bu yaslı aileye adalet getirmelerini istiyoruz. Çünkü Nebil Hasan'ın ölümüyle evimizde bir şeyler yıkıldı. Tek istediğimiz bu meseleye sebep olanların yargılanmasıdır. Türkiyeli kardeşlerimizi, özellikle de Sayın Erdoğan'ı her zaman mazlumun hakkını savunun kişi olarak tanıyoruz. Hakkın yerini bulması için süreci hızlandırmalarını, bu dosyanın kapatılması için baskı yapılmamasını istiyoruz. Çünkü bu dosyada adalet yerini bulmaz, hakikat ortaya çıkmazsa Allah'ın, halkların, milletin ve dünyanın önünde belli olur. Türkiye halkı, Arap ve acem arasında ayırım yapmaz. İnsani bir meselede Müslüman ve gayrimüslim arasında ayırım yapmaz. Sayın Erdoğan'dan isteğimiz bu meseleyi çözüme kavuşturmasıdır."

Atatürk’ün İsmi Geçmeyen Bir Paylaşımı Retweet Eden Gence 2 Yıl Hapis Cezası

5 ay önce Geçtiğimiz 10 Kasım günü gerçekleşen olayda Emrullah Akdoğan, başka bir kullanıcının paylaştığı “Sefih, rezil, ayyaş, katil, İngiliz casusu diktatörü lanetle anıyoruz” yazılı mesajı retweet edince, Atatürk’e hakaret suçlamasıyla hakkında dava açıldı. 5816 sayılı Atatürk’ü koruma kanunu gereği 2 yıl hapis cezasına çarptırılan Akdoğan, tutuklanarak cezaevine gönderildi. Sosyal medyada olay, Akdoğan’ın retweet ettiği söz konusu paylaşımda Atatürk’ün isminin dahi geçmediği, sadece bir retweet sonucu hırsızların, adam yaralayanların almadığı cezaya çarptırıldığı yorumlarıyla eleştirildi.

Asgari ücret 17 bin 2 lira oldu

5 ay önce Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, yeni asgari ücrete ilişkin, "Yeni miktarla çalışanlarımızı enflasyona ezdirmeme sözümüzü bir kez daha yerine getirmiş olmanın memnuniyeti içerisindeyiz." dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan yeni asgari ücret ülkemize ve milletimize hayırlı olsun Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "2024 yılında asgari ücret yüzde 49 artışla net 17 bin 2 Türk lirası olarak uygulanacaktır. Ülkemize ve milletimize hayırlı olsun" değerlendirmesinde bulundu.

YAŞAM
Cihat yanlısı hareketin en önde gelen isimlerinden, Batılı uzmanlarca "küresel cihat hareketinin babası" olarak adlandırılan Filistinli Abdullah Azzam gerek siyasi, gerek fikri, gerekse askeri açıdan yakın tarihte önemli bir yer işgal etmektedir. Gençliği ve ilk eğitimi Günümzde Filistin sınırları içerisinde kalan Sile el Harisiyye'de 1941 yılında doğan Abdullah Yusuf Azzam, çocukluğundan itibaren fikri yönüyle ön plana çıktı. İlk gençlik yıllarında, eğitim hayatı sürerken Müslüman Kardeşler'in Ürdün koluna katıldı. Azzam'ın Müslüman Kardeşler teşkilatı ile olan bağı ilerleyen yıllarda da sürdü ve Azzam hareketin Filistin yapılanmasının kurulmasında da rol oynadı. Azzam ve ailesi, 1967 savaşının ardından Filistin'i tamamen terk etmek zorunda kalarak Ürdün'e yerleşecekti. Şam yılları ve Filistin İlk düzey öğrenimini Filistin ve Ürdün'de sürdüren Abdullah Azzam, 1963 yılında Şam Üniversitesi'nda Şeriat Fakültesi'ne başladı. 1966 yılındaki mezuniyetine dek Azzam Şam'da Muhammed Edip Salih, Said Havva, Ramazan el Buti, Mervan Hadid gibi önemli isimlerle tanıştı. Mezuniyetinin ardından ülkesinde dönen Azzam, İsrail'e karşı paramiliter savaşa dahil olsa da, Filistin'de savaşı yürüten Filistin Kurtuluş Örgütü'nün ulusalcı ve Marksist yapısından uzak durdu. Müslüman Kardeşler'in Filistin'deki yapılanması içerisinde kalmayı ve bu oluşum içinde İsrail'e karşı savaşmayı tercih etti. Bu tutumu daha sonra Hamas'ın teşkilinde rol oynamasına sebep olacaktı. Abdullah Azzam ve babası Mısır ve Ezher eğitimi Azzam, bir süre sonra eğitimini sürdürmek üzere Mısır'a, el Ezher Üniversitesi'ne gitti. Burada Şeriat alanında yüksek lisans yapan Azzam tekrar Ürdün'e dönerek Amman Üniversitesi'nde akademisyenliğe devam etti. Akademisyenliğe 1971'de el Ezher'de devam eden Abdullah Yusuf, 1973 yılında Fıkıh Usulü dalında doktorasını tamamladı. Tekrar ülkesine dönmesine rağmen "radikal" görülen fikirleri nedeniyle burada kariyerine devam edemedi. O yıllarda Suriye, Lübnan, Ürdün, Mısır gibi birçok ülkeden sürülen eğitmen ve akademisyenleri kabul eden Suudi Arabistan'a giderek akademik hayatını 1979 yılına kadar burada sürdürdü. Cidde Kral Abdulaziz Üniversitesi'nde öğretim üyeliği yaptığı esnada, burada öğrenciliğini sürdüren Usame bin Ladin ile tanıştı. Afganistan 1979 yılı, tüm İslam dünyası için olduğu gibi Abdullah Azzam için de bir dönüm noktası oldu. İran Devrimi, Afganistan savaşı, Kabe Baskını gibi olaylar, dünyada yeni bir devrin başladığını gösterir nitelikteydi. Özellikle Kabe Baskını'nın ardından Suudi Arabistan, "radikal" fikirleri bünyesinden uzaklaştırmaya hız verdi. Abdullah Azzam da, bu kapsamda üniversiteden uzaklaştırıldı. Bunun ardından Azzam, 25 Aralık 1979'da Sovyetler Birliği işgaliyle farklı bir boyuta evrilen Afganistan savaşını yakından takip etmek üzere Pakistan'a gitme kararı aldı. Bu esnada, "Müslümanların Topraklarının Müdafaası" isimli bir fetva kaleme alarak "işgalcilere karşı savaşın her Müslümana farz olduğunu" ifade etti. İlk olarak İslamabad Uluslararası İslami Üniversitesi'nde akademisyenliğe başlayan Azzam, daha sonra Afganistan'a daha yakın olma düşüncesiyle Peşaver'e geçti. Bu yıllarda Peşaver, Afganistan'da süren savaşın yankısının en net şekilde duyulduğu, "mücahit" güçlerin cephe gerisini oluşturan en önemli merkezdi. Abdullah Azzam, bu yıllardan sonra akademik hayatını bir kenara bırakarak, kendisini sadece Afganistan'daki savaşa adadı. Azzam artık bölgede Arap ağırlıklı yabancı savaşçıların sevk ve idaresini yürüten kişi olarak öne çıkacaktı. Mekteb el Hidamat İlk olarak, bölgeye akın eden yabancı savaşçıları yerleştirmek, finanse etmek, eğitmek ve idaresini sağlamak üzere Mekteb el Hidamat'ı teşkil etti. Mekteb el Hidamat, on binlerce yabancı savaşçının Afganistan'a gönderilmesi ve Afganistan savaşının maddi olarak desteklenmesinde rol oynadı. Usame bin Ladin'in 1981 yılında Azzam'a yardım etmek üzere bölgeye gelmesi, Mekteb el Hidamat'ın aktivitesini artırdı. Bin Ladin gerek finansal, gerekse lojistik açıdan Mekteb el Hidamat'a yardım etti. Afganistan'daki savaşın Sovyetler Birliği'nin yenilgisiyle sonuçlanmasında büyük bir rol oynayan Azzam, bu savaşla beraber artık tüm dünyada adını duyuran cihat yanlısı akımın önderi olarak görülmeye başlandı. Afganistan'a gelen yabancı savaşçıların organize edilmesi, bugüne kadar uzanan küresel çatışma ortamının da temelini teşkil etti. Ayrıca bu sırada Azzam, başta Filistin olmak üzere dünyanın geri kalanıyla da irtibatı sürdürdü. Filistin'de Hamas'a kurulma sürecinde ve sonrasında yardımda bulundu. Bu doğrultuda Hamas'ın Batı Şeria'daki silahlı kanadına "Şehid Abdullah Azzam Tugayları" ismini verecekti. Batı Şeria ve Gazze'deki birliklerin "Şehid İzzeddin el Kassa Tugayları" adı altında birleştirildiği 1990'lı yılların başlarına kadar bu isim korundu. Sovyetler Birliği'nin 15 Şubat 1989'da Afganistan'dan çekilmesi, 10 yıldır süren savaşın artık yeni bir döneme evrileceğinin işaretiydi. "Mücahit" gruplar sahayı domine etmiş, ülke büyük oranda onların eline geçmiş, Sovyetler Birliği yenilmişti. Bu durum aynı zamanda çoğunluğu Arap olan yabancı savaşçılar için de yeni bir yol, yeni bir ufuk çizmek demekti. Suikast Sovyetler Birliği'nin uzantısı olan rejimin devrilmesi için gün sayılırken ve yeni hedefler için tartışmalar sürerken, Afganistan'daki en üst düzey isimlerden olan Azzam'a yönelik bir suikast gerçekleştirildi. Abdullah Azzam, suikaste uğradığı günlerde, "mücahit" gruplar arasındaki ayrılığı sona erdirmek için çalışmalar yürütüyordu. Abdullah Azzam'ın bombalı saldırıya uğrayan aracı 24 Kasım 1989 günü, Peşaver'in batısında bir camide hutbe vermek üzere yolda olan Abdullah Azzam'ın arabası patlayıcıyla hedef alındı. Araçlarının patlamaya hedef olması sonucu Abdullah Yusuf Azzam ve iki oğlu yaşamını yitirdi. Azzam ve oğulları Peşaver'e defnedildi. Azzam suikastinin ardından Afganistan'da gerek yerel gruplar gerekse yabancı savaşçılar arasında ayrılıklar daha da derinleşti ve ülke bir iç savaşa sürüklendi. Azzam suikastı için herkes farklı bir odağı suçlasa da failler bulunamadı. Cenaze namazı esnasında Abdullah Azzam'ın naaşı taşınıyor Usame bin Ladin ve Eymen ez Zevahiri'ye yönelik suçlamalar ispatlanamadı ve ikilinin Azzam ile oldukça yakın olan ilişkileri nedeniyle bu iddia yalnızca bir söylenti olarak kaldı. Abdullah Azzam'ın, Afganistan'dan sonra hedefi Filistin olarak görmesi başta olmak üzere birçok sebepten ötürü, suikasttan ABD, İsrail ve Ürdün istihbaratları sorumlu tutuldu. Ancak olay bugüne dek aydınlatılamadı.

Yahudilere göre Mesih’in gelmesi için birçok alamet gerçekleşti

5 ay önce Dindar Yahudiler son yıllarda "ahir zaman" ve "Mesih'in gelişi" konusunda birçok alametin gerçekleştiği görüşünde. Yahudilerin kutsal kitaplarında yazıldığı ifade edilen birçok alametin son yıllarda gerçekleştiği öne sürülüyor. Jerusalem Post'ta yer verilen haberde söz konusu alametlerden üçüne değinildi. Bunlardan ilki, Yahudi inancına göre 2 bin yıldan bu yana İsrail'de ilk kez tamamen kızıl ve "lekesi olmayan" bir buzağının doğması. 2017 yılında doğduğu öne sürülen buzağının doğumu ve kurban edilmesi, Kudüs'te Yahudilerin kutsal saydığı "Üçüncü Tapınak"ın inşasına işaret olarak görülüyor. Tapınağın inşası sonrasında da Mesih'in geleceği düşünülüyor. Yahudilerin ikinci alameti ise Ölü Deniz'de (Lut Gölü) yaşamın ortaya çıkmaya başlaması. Aşırı derecede tuz içerdiği için yaşam bulunmayan Ölü Deniz'in derinliklerinde son yıllarda yaşam formları görülmeye başlandı. Daha önce yaşamın bulunmadığı bilinen gölde 2011 yılında yaşam formları keşfedilmişti. Son yıllarda ise Ölü Deniz'de balıkların ortaya çıkmaya başladığı ifade edildi. Yahudilerin inancına göre "ahir zaman"da Ölü Deniz'de yaşam ortaya çıkacağına inanılıyor. Üçüncü alamet, Yahudilerin "Ağlama Duvarı" olarak nitelediği Burak Duvarı içerisinden bir yılan çıkması. Bu olay da 2018 yılında gerçekleşti. Yahudilerin ibadet ettiği sırada duvar içerisinde bir yılan görüldü ve bölgedeki Yahudilerin korkmasına yol açtı. Dindar Yahudiler tüm bu alametlerin "ahir zaman"ın gelişini ve "Mesih'in ortaya çıkışını" işaret ettiği görüşünde.

Malcom X kimdir?

5 ay önce Malcolm X, ABD''de yaşadığı dönemde ırkçılıkla mücadelenin sembol isimleri arasında yer aldı. Asıl adı Malcolm Little olan Malcolm X, henüz 5 yaşıdayken babasını faili meçhul bir cinayete kurban verdi. Annesi ise bu olayın ardından akıl hastanesini kapatıldı. 21 yaşındayken hırsızlık suçlamasıyla hapse mahkum edilen Malcolm X, cezaevinden çıktıktan sonra Nation of İslam isimli harekete katıldı. Malcolm X adını Nation Of İslam isimli harekete katıldıktan sonra alan Little, Afrikalı atalarının soyadını temsil etmesi nedeniyle X soyadını kullanmaya başladı. Altı yaşındayken babası öldürüldü. On üç yaşına geldiğinde, annesi akıl hastanesine yerleştirildi ve kendisi koruyucu aileye verildi. Yaşamına bir süre bu şekilde devam etti. 1946 yılında (21 yaşındayken), hırsızlık ve hâneye tecavüz suçlarından hapishaneye girdi. Hapishanede, "İslam Ümmeti" (İngilizce: Nation of Islam) isimli siyahî harekete katıldı. 1952 yılında şartlı tahliye edildi. Tahliye edildikten sonra kısa zamanda hareketin liderlerinden biri hâline geldi. Bu hareketin en meşhur siması olduğu yaklaşık 12 yıl içinde, siyâhî üstünlüğüne inandığı İslam Milleti öğretileri doğrultusunda, siyah ile beyaz Amerikalılar''ın ayrılması gerektiğini savundu ve sivil haklar hareketinin ırksal bütünleşme vurgularına karşı alaycı tavırlar sergiledi.

NAMAZ VAKİTLERİ
İMSAK 04:15
GÜNEŞ 05:44
ÖĞLE 13:01
İKİNDİ 16:59
AKŞAM 20:19
YATSI 21:48
BU HAFTANIN FETVASI
Günümüz Yöneticilerin Durumu

SORU Selamun aleykum hocam, Allah ilminizi arttırsın. Bu zamanlarda çıkan yeni bir konu ile karşı karşıyayız ve bu konuda çoğu ilim ehli insanlar, görüş ve fetvanın peşinden gidiyor ve onlara tabi olanlarda ve bu konuda bende arayıştayım bu konuda ayet ve hadis ışığında delilleri ile bizi aydınlatır mısınız? Sorum şu olacak malum ülkemizde geriye dönük 12 yıla bakacak olursak şuan ki, yönetim için bazıları Abdülaziz bin baz, İbni Useymin, Albani ve Ebu Basir Tartusi’yi delil getirerek küfür sözü söylese de, Allah’ın kanunları dışında beşeri yasalar çıkartsa da ehveni şer dediğimiz olay ile ve müslümanların yolunu açıp bir takım yerlere gidilmesi için yolları kapatmaması, hatta gizliden onlara yardım etmesi yani Suriye’deki ve genelde Müslümanlara yardım etmesi Myanmar’daki, Filistin’deki, Afrika’daki insanlara yardım etmesi erzak göndermesi ve daha başka yardımlar etmesini delil getirerek ve buna zülmü kaldırmak, adaleti getirmek Müslümanları korumak adı altında tevili de dillerine dolayıp devlet başkanlarını ve cumhurbaşkanlarını, eğer bunlar baştan düşerse Müslümanların son kalesi olan Türkiye düşerse ümmet yıkılır ve daha kötüye gideriz mantığıyla tekfir etmiyorlar. Bize bunu delilleriyle ve kaç âlim tekfir ediyor sayısı isimlerini yazarsanız seviniriz. Allah ilminizi arttırsın. CEVAP Aleykum selam ve rahmetullahi ve berekatuhû. Hamd âlemlerin rabbi olan Allah’a, salât ve selam efendimiz Rasûlullah’a, ehli beytine, ashabına ve yolunu takip eden mü’minlere olsun. Rabbim bizlere basiret versin, hakkı hak olarak görüp tabi olmayı, batılıda batıl görüp ondan uzaklaşmayı cümlemize nasip ve müyesser etsin. Muhterem kardeşim sana kısaca şuan Allah’ın yardımıyla küfür kanunlarıyla hükmeden devlet yöneticilerinin küfürlerini anlatacağım. Ardından tekfir edilmemeleri iddiasının şüphelerini gidermeye çalışacağım. Günümüzün Demokrasiyle hükmeden devlet yöneticileri sadece bir kapıdan değil onlarca kapıdan küfre girmektedirler: Doğu ve batı tağutlarını ve tağuti sistemleri redetmiyorlar, onları inkar etmiyorlar ve beraatlerini açığa vurmuyorlar. Bilakis onları, kalplerini bilmiyoruz ama dilleriyle övüp yüceltiyorlar ve saygılarını ifade ediyorlar. Ne arap tağutlarını, ne doğu tağutlarını, ne batı tağutlarını nede yerel tağutları red etmiyorlar. Bilakis onlarla oturup sevgi ve saygı çerçevesinde antlaşmalara varıyorlar, birbirlerine destek veriyorlar, medya önünde dostluklarını pekiştirici pozlar veriyorlar. Bir insanın Müslüman olabilmesi için sadece Allah’a iman etmesi yetmez. Allah’ın dışında ibadet edilen, ilahlaştırılan tağutlarıda red etmesi gerekmektedir. Lailahe illallah sözünün iki rüknü vardır. Allah’a iman etmek ve tağutları yani sahte ilahları reddetmek. Allah’ın diniyle, kanun, şiar ve değerleriyle alay etmek veya hafife almak. Belki bu saydığın devlet yöneticileri alay etmiyorlar ama alay eden, dalga geçen, hakaret eden kuruluşlara, medyayı oluşturan televizyon, radyo, dergi, gazete, kitap, internet ve tiyatro gibi vasıtalara izin ve ruhsat verilmekte, hatta korunmaktadır. Allah’ın dinini hafife alan bir kuruluşa eliyle münkeri değiştirmek isteyen Müslüman, bu ülkede cezalandırılmaktadır. Sahabeleri hafife alan kişiler hakkında Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Eğer onlara, (niçin alay ettiklerini) sorarsan, elbette, biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk, derler. De ki: Allah ile, O'nun âyetleriyle ve O'nun peygamberi ile mi alay ediyordunuz? (Boşuna) özür dilemeyin; çünkü siz iman ettikten sonra tekrar kâfir oldunuz.” (Tevbe, 65-66) Bu ülkede var olan açık küfürlerden biri, İslam dininden irtidat etmek, din değiştirmek, haça, şeytana ve her türlü nesneye tapmak veya tamamıyla inkar etmek ateist olmak serbesttir. Vatandaşların özgürlükleri vardır, kimse karışamaz, karışanlar devlet kanunlarıyla cezalandırılmaktadır. Kâfirleri dost edinmeleri, onların küfür düzenlerinin ve otoritelerinin gerçekleşmesi için yardım etmeleri, imkan sunmaları ve müslümanlara olan savaşlarında destek vermeleri. ABD’nin Türkiye’de üs kurması, İslam’a ve müslümanlara savaşlarında Türkiye’den yardım aldığı, Natoya bağlı olması sebebiyle Afganistan’da ABD ile beraber asker bulundurması ve birçok siyasi askeri ekonomik ve kültürel yardımlaşmaların olduğu kör olmayanlara malum olan bir durumdur. Müslümanlara karşı PYD’ye ve Peşmergelere destek verdiği herkesin malumudur. Dostluk içinde oldukları ABD, İsrail ve yüzlerce küfür devletlerinin elemanlarının ve maslahatlarının korunduğu herkese ayan beyan olan şeylerdir. Yakalanan mücahitlerin hapse atılması, yabancı mücahitlerin ülkelerine teslim edilmeleri, anıt kabire gidip saygı duruşunda bulunmaları, övücü sözler söylemeleri, Alevilerle kardeşlik mesajlarının verilmesi yakın uzak herkesin bildiği bir gerçeklerdir. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” (Maide, 51) Demokrasinin İslam şeriatı yerine kabul edilmesi ve tatbik edilmesi, uymayanların cezalandırılması. Demokrasi ve laikliğin teminatı olduklarını beyan etmeleri… Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” (Ali İmran, 85) Koymuş oldukları kanunlarla kendilerini Rabbül Alemin seviyesine çıkarmaları. Kanun koyma, teşri yapma sebebiyle kendilerini ilahlaştırmaları. Şuan bu düzende maalesef Allah’u Teâlâ’nın ve Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in talimatları, kanunları bir şey ifade etmiyor. Mahalle muhtarı haşa Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den daha yetkilidir. Ama kendilerinin kanunları her şeyin üstündedir. Allah-u Teâlâ müşrikleri bahsederken ahirette şu sözü söyleyeceklerini beyan ediyor: “Vallahi, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz. Çünkü biz sizi âlemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk.” (Şuara, 97-98) Müşrikler sahte ilahlarına bu sözleri söylerken yaratmada, rızık vermede, diriltmede eşit tutardık kastetmiyorlar, onların kasıtları itaatte, yasamada, sevgi ve korkuda Allah’a eşit tutardık diye kastediyorlar. Kanun koymaları, yasamada bulunmaları, hakimiyet hakkını kendilerine ve millet vekillerine vermeleri. Bunların düzenlerinde “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” Bizim dinimizdede “Egemenlik (kayıtsız ve şartsız) Allah’ındır.” (Yusuf, 40) Kanun koymak ilahlık taslamak demektir. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var?” (Şura, 21) Allah’ın haram kıldığı şeyleri, helal kılan müşriklere itaatin şirk olacağı ayetle sabittir: “Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de Allah'a ortak koşanlar olursunuz.” (En’am, 121) Var olan, konmuş küfür kanunlarıyla hükmetmeleri. “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.” (Maide, 44) Küfür törenlerine katılıp, küfrü ve kâfirleri övmeleri, hergün küfür gerektiren onlarca söz ve eylemde bulunmalarına şahit olmaktayız. Tabi bu küfür söz ve eylemler bir iki kere veya bir iki günlük meseleler değil senelerce devam eden ve bunlar için mücadele edinilen meselelerdir. İşte bu vasıflardaki devlet yöneticilerinin kâfir olduklarına inanıyoruz. Rabbani cihadi âlimlerimiz bu vasıflarda olan devlet yöneticilerini tekfir ederler. Tekfir etmeyenler büyük bir yanlış içindedirler. Bunlar hakkında tekfir manilerini işletirsek, elle tutulur bir mani yoktur. İkrah dersek bu yöneticiler ikrah altında değiller. Bu makama isteyerek, gönüllü gelmişler, hatta gelmek için senelerce her şeylerini feda ederek ve mücadele ederek gelmişler. Bu makamı bırakmak isterlerse, seve seve tağutlar istifalarını kabul ederler. Hata (kasıtsızlık) dersen bir kerelik bir anlık olan şeyler değil bir dil sürçmesi meselesi değildir. Cehalet dersen, bu kimseler cahil değiller. Yeni İslam’a girmiş veya dağ başında yaşayan veya ilimden ve ulemadan uzak diyarlarda yaşıyorlar denmez, bilakis onlara hakkı beyan eden Müslümanları hapsediyorlar ve onlara karşı mücadele veriyorlar. Hakka ulaşma imkanları kısıtlı değildir. Kasten öğrenmiyorlar veya öğrendikleri halde yüz çeviriyorlar. Tevil dersen haydi bir meselede yırttılar ikincisini, üçüncüsünü… onlarcasını nasıl yırtacaklar. Tevilinde bir usulü bir üslubu ve kabul edilecek yönü vardır. Tamamıyla sonuna kadar tevil kapıları açık veya kırık değildir. Maslahat meselesine gelince, Şeyh Ebu Muhammed Elmakdisi’nin (Rabbim esaretini çözsün) güzel sözleri var diyor ki: Bu yöneticilere sorarız: Dinin ve Müslümanların maslahatlarını en bilen kimdir? Eğer “Biz biliyoruz” derlerse, deriz ki: “Biz sizin taptıklarınıza tapmayız. Sizde bizim taktıklarımıza tapmıyorsunuz. Sizin dininiz sizin, bizim dinimizde bizimdir.” Çünkü Allah-u Teâlâ kuranı kerimde hiçbir şeyi eksik bırakmamıştır. Bizleri başıboş yaratmamıştır. Eğer maslahatı en iyi bilen Allah-u Teâlâ’dır derlerse deriz ki: Allah-u Teâlâ en büyük maslahatı tevhidi ve dini koruma olarak beyan emretmemiş midir? Allah-u Teâlâ şirki reddetmek ve Allah’ı birlemek için insanları yaratmış, kitaplar indirmiş, Rasûller göndermiş, cihadı farz kılmış ve Tevhid uğruna öldürülmeyi en şerefli makam kılmamış mıdır? Dinin maslahatını insanların maslahatı önünde gördüğü için cihadı farz kılmıştır. Cihadta evler, binalar yıkılır, en değerli insanlar öldürülür, kadınlar dul çocukları yetim bırakılır, en değerli mallar uğruna harcanır. İnsanların dünya maslahatları din maslahatının önüne geçmiş olsaydı cihad farz kılınmazdı. Ehli Sünnet menhecinde, hiçbir âlim kişiyi küfürden engelleyen dört maniden başka mani getirmemişlerdir. Yukarıda bahsettiğim gibi, mükellef için küfre engel olan ya muteber bir ikrah veya muteber bir cehalet veya muteber bir tevil veya kasıtsız bir hatadan başka engel yoktur. Hiçbir âlim, Müslümanlara hizmet etmek veya faydalı işler yapmak veya yardıma muhtaç Müslümanlara yardım etmek veya namaz kılmak veya eşinin sözde başörtülü olması tekfirin önünde mani olabilir dememişlerdir. Dünya genelinde kendisini İslam’a nisbet eden her bir tağutun bazı İslami, faydalı ve güzel amelleri vardır. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in amcası Ebutalib, İslamın hak bir din olduğunu biliyordu. Efendimize ve Müslümanlara çok büyük faydaları olmuştu. Sahabenin çektikleri sıkıntıları oda çekti. Üç sene boyunca ambargoya oda tabi tutuldu. Ölmeden önce Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e: “Vallahi kavmim beni utandırmayacaklarından emin olsaydım seni sevindirecek sözü (şehadet kelimesi) söylerdim” demişti ama küfürden kurtulamadı. Bizler, günümüzün tağutlarının yapmış oldukları iyilikleri bahsederken yaptıkları tahribatlarıda bir bir saymalıyız. Bu tağutlar İslam adına geldiler ama İslam’ı tavizleriyle, tahrifleriyle baltaladılar. Samimi duygu ve çalışmalarıyla yıkılmaya yüz tutmuş küfür düzenini güçlendirdikçe güçlendirdiler. Müslümanlara vela ve bera diye bir şey bırakmadılar. Demokrat İslam diye bir din uydurup yaydılar. Küfrü her geçen gün güneş gibi görünmeye başlamış olan Suud rejiminin müftülüğünü yapmış, ABD kuvvetlerinin mübarek olan Hicaz topraklarına girme fetvası vermiş, ABD’li askerlere saldırmış mücahitlerin idamına onay vermiş İbni Baz’dan, devlete yakınlığı bilinen İbni Useymin’den, İman küfür konularında irca fikri taşıyan Elbani’den tağutların hükmü sorulmaz, çünkü bu konuda onlardan sağlıklı bir cevap gelmez. Ama başka İslami konularda şüphesiz engin olan ilimlerinden faydalanabiliriz. Şeyh Ebu Basir’in ağzından işitmedim ama gerçekten eğer bu yöneticileri tekfir etmiyorsa, bana göre kitapları ve bu konudaki tutumu çelişki arz eder. Ama ben ne ağzından nede yazılarından tekfir edilmeyeceklerine dair bir şey görmedim. Hangi âlimler tekfir ediyor? sorusuna şunu söyleyebilirim: Güvendiğimiz selefi, cihadi bütün âlimlerin kitaplarından yukarıda saydığım küfür sıfatlarını taşıyan devlet yöneticilerini tekfir ettikleri rahatlıkla görülebilir. Şu bir gerçektir neredeyse akidede yazılmış hiçbir kitapta isimlerle “falan tağut, filan tağut kâfirdir” diye yazmazlar. Yazılarından kimler kastedildiği rahatlıkla anlaşılır. Bu âlimlerin her birisine rahatlıkla ulaşamıyoruz. Çoğu cihad meydanlarında ve hapishanelerdedirler. Bir kısmı şehit düşmüştür. Rabbim şehadetlerini kabul etsin. O sebeple teker teker isim sayamam. Tağutların tekfir meselelerini daha iyi anlamak istersen Şeyh Ebu Muhammed Elmakdisi, Ebu Katade, Abdülkadir Bin Abdulaziz, Ebubasir, Ali Elhudeyr, Nasır Elfehd, Ahmed Elhalidi, Süleyman Nasır Ulvan, Ebu Yahya, Atiyyetullah, Şeyh İsa ve daha nicelerinin kitap ve sesli derslerine bakabilirsin. Rabbim şehitlerini kabul etsin, esir olanları kurtarsın. Onları muhafaza etsin. Allah’a hamd ve Rasûlü Muhammed’e salât ve selam olsun. Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd etmektir. Musa Ebu Cafer

BU HAFTANIN MAKALESİ
Asrın Projesi

"Asrın projesi", İslam'ı devletsiz yaşatma projesidir. Kafirler biliyorlar ki her devirde muhakkak İslam'ı yaşayacak birileri var olacaktır. Fakat İslam'ı yaşayacak birilerinin var olması, onları tedirgin etmiyor. Onları tedirgin eden şey, müslümanların Kur'an anayasası ile kurulmuş bir İslam devletinin varlığı ile, İslamlarını - dinlerini yaşama arzudur. Ve İslam düşmanları biliyorlar ki, müslümanların Kuran'a dayalı kurulmuş bir İslam Devleti ile dinlerini yaşama arzusunun gerçekleşebilmesinin tek hakikati de kendilerine karşı yürütülecek olan cihattır. İşte kâfirlerin kurguladıkları asrın projesinin altında yatan gerçek. CİHADSIZ İSLAM….! Çünkü, cihattan ve cihadın hedefi olan Kur'an ve Sünnete dayalı bir İslam devleti kurmaktan soyutlanmış. Ve kendi yönetimleri içerisinde yaşatılacak. Ve Ümmetin büyük bir çoğunluğu tarafından kabul görmüş bu İslam, kendileri için en tehli̇kesi̇z İslam'dır. Öyleyse ey Müslüman! Nerede olursan ol, hangi konumda bulunuyorsan bulun, daveti̇n - tebli̇ği̇n - çaban - gayreti̇n İslam ümmeti̇ni̇ Kur'an ve sünnete dayalı İslam devleti̇ni̇ kurmak amacıyla ümmeti̇ ci̇hada teşvi̇k üzere olsun. Çünkü asrın projesi̇ olan İslam'ı devletsi̇z yaşatma projesini bozmanın tek çözümü de ümmetin tekrar cihat projesi içerisinde yer almasıdır. Ve şimdi Kuran'ın şu emrine kulak verelim. "Ey peygamber! Onları cihada teşvik et!"(Enfal:65) Neden Cihat…! Çünkü küfrün Zulmünden, İslâm devleti̇ ile İslam'ın adaleti̇ne geçi̇ş yapabi̇lmeni̇n tek şartı ci̇hattır. Ve bu cihadı müslümanlara zorunlu kılan şey. Kâfirlerin zulüm maskelerini ortaya çıkaracak olan İslam devleti̇ne ve onda tezahür edecek İslam adaleti̇ne tahammül edemeyişleridir. Öyleyse farz - ayn olan ci̇hattan soyutlanmış bi̇r İslam, peygamberleri̇n mi̇rasına yapılmış bi̇r i̇hanetti̇r. Ebu Zer

...
Ne İçin ve Nasıl Cihad Ediyoruz?

Abdullah el Muhaciri (Kuteybe Türki) | 36 sayfa | PDF’yi Aç & İndir